Hiç hesapta yoktu bu veda Refet Amca...

Sözde hanidir hepimiz kendimizi hazırlamıştık bu habere; hayli yaş almıştı, hastaydı, hayatın defalarca sınavdan geçirdiği yüreği yorgundu, gidenleri, yanında kalanlardan çoktu, belki de artık buralarda kalması için neden bile yoktu...
Yine de tanıdığım günden bu yana, “Refet Amca” hep tutundu!
Az insanın becerebileceği kadar dik durdu...
Az insanın payına düşebilecek kadar çok seveni oldu...
Sahi acaba onu sevmeyen biri olmuş muydu?
Beklenen ama gecikmesi için dualar edilen haberi aldığımda Afyon’daydım; Gökmen’in mesajını okuduğumda sadece “ayyy” diyebildim.
(Bu arada Gökmen dediğim İstanbul Ülkü Ocakları Başkanı Gökmen Kantar. Refet Amca çok sevmişti duyduğunda onun ismini; kocaman bir tebessüm olurdu tekrarlarken Gökmen diye... Ben de onun sevdiği gibi sade adını yazdım bu nedenle... )
Refet Amca’yı tanıdığımda üniversite birdeydim. Yazılarım yeni yeni yayımlanıyordu Yeniçağ’da; her birinin içine notlar, küçük mektuplar sıkıştırdığı kitaplarını yollamaya başladı... Önce dizelerinde, sonra her dem buğulu gözlerinde gördüm ben onun temiz kalabilmiş, kötülükten korunabilmiş yüreğini...
Bir neslin son temsilcisiydi; anlatacakları içinde dağ gibi birikmişti. 1940’lı yıllarda verilen Türkçü-Turancı mücadeleden, Nihal Atsız’ın hayatındaki kimsenin bilmediği “şifrelere” , Alparslan Türkeş ile ilişkisine, ailesine, “kayıp eserleri” ne dair yanlış bilinen bir çok şeyin gerçeğini ilan edebilirdi, edecekti; bunu hep istedi. Hep istedik. Ve yazık ki “sonlu” bir yolda yürüdüğümüzü unutup hep erteledik. Her seferinde “bir gün çok geç olacak ihmal etmemeliyiz Refet Amca’yı” diye diye hem de...
Çok geç oldu işte!
Ara ara hep duyduk sesini ama, Gökmen’le Bostancı’daki evine elini öpmeye gittiğimizden beri hasrettik yüzüne...
O “Soyumun tutsaklığı başıma koymuş aklar / Selam sana öz yurdum! Beni alan uzaklar” dedi ve gitti, bizim için vuslat ancak mahşerde şimdi...
Bakın bir kere daha tecrübe ettik; bir tek hayat mı, ölüm de eşsiz bir öğretici...
Bu vedaın dersi; yok hiçbirimizin sırtımızı yarınlara dayama keyfiyeti.
Sen üstüne düşeni yaptın inandığını yaşadın; biz yaşadığın o onurlu tarihi belgeleyemedik; sakın şefkatle gülümseme bizi izlediğin Tanrı Dağı’nın zirvesinde, bırak bu ayıp zaten yeter bize...
Ruhun şad, mekanın cennet olsun...

+++

Gazetecilerden biri meslektaşına telefon açıp “Hocam sen kendini emniyette hissediyor musun?” diye sormuş;
“Evet, şu an Emniyet’teyim” yanıtını almış...
Haldun Ertem

+++

Zorbalığın pençesinde Silivri cezaevi günlüğü

Kitabın adı “ZORBALIĞIN PENÇESİNDE”.
Alt başlık, “Silivri Günlüğü”.
Yazan Tuncay Özkan.
Yayımlayan Cumhuriyet Kitapları.
Kısa zamanda tükenen, yeni baskıları yapılan, “çok satan” bir kitap.
Bir gazetecinin duyguları, düşünceleri, kimliği, kişiliği ve Silivri’de yaşadıklarının bu kimlik ve kişilik üzerinden anlatılması...
Kolay anlaşılan, kolay okunan etkileyici bir kitap.
Mustafa Balbay’ın ve Mehmet Haberal’ın kitaplarını anımsatan bir havası var.

***


Özkan kitabında hem Silivri’de yaşadıklarını hem de mahkeme safahatını
anlatıyor.
Bir sayfada, hücresinde verilen yemeği paylaştığı fareyi, öteki sayfada Silivri’deki davaya karşı dile getirdiği isyanı okuyorsunuz.
Kitabın 265’inci sayfasında gazeteciliğin kendisi için ne anlam ifade ettiğini
anlatıyor:
“Yaşım altı. İlkokul birinci sınıftayım, Akay Acuntaş öğretmenim sordu: ’Büyüyünce ne olmak istiyorsun?’
- Gazeteci!
Sınıftaki bütün çocuklar ’gazete, gazete’diye bağırdı.
- Satandan değil, yazandan!
Çocukluk hayalini kaç kişi gerçekleştirmiştir?
Ben olardan biriyim.”
Daha sonra ustalarını anan Özkan, “sürçülisanları” için onlardan özür diliyor ve şöyle diyor:
“Gazeteci öleceğim!”

***


Tuncay Özkan toplumsal ve siyasal eylemlerdeki başarının örgütlülükten geçtiğinin farkında.
“Silivri mezarlığında, örgütlü olmanın ne büyük bir ayrıcalık olduğunu gördüm” diyor ve devam ediyor:
“Bulunduğum her zeminde örgütlü olmanın kalite demek olduğunu savundum.”
Ne muhteşem bir ironidir ki, kendi kurduğu ve üyesi olduğu örgütler ortadayken, henüz varlığının bile tartışmalı nitelik taşıdığı mahkeme kararıyla saptanmış bulunan bir örgüte üye olmak suçundan hapiste!

***


Kitapta dikkati çeken en önemli noktalardan biri Tuncay Özkan’ın yaşam sevincini, umudunu ve mücadele azmini asla yitirmemiş olması.
İlginç bir biçimde adalete olan inancını da koruyor:
Kitabını, 21 Ocak 2011 tarihinde yapılan 99. duruşmanın güncesi ve tutanaklara geçmiş olan savunması ile bitirmiş. Bugünkü ve gelecek kuşakların ibretle okuyacağı bu savunmanın son satırlarında kızının 15. ve 18. doğum günlerini cezaevinde kutlamak zorunda kaldığını, ailecek çektikleri acıları belirtiyor ve mahkeme heyetine hitaben şöyle diyor:
“Umut ederim bu acılar sizin yüreğinize uğramaz ve umut ederim siz hukuku uygulayarak, bu alçak dönemi sonlandırırsınız.” l Emre Kongar / Cumhuriyet

+++

CHP’ye seçim uyarısı

Kemal Kılıçdaroğlu, CHP’ye büyük bir dinamizm getirdi.
Daha önce hep merkezdeki sağ partilerden görmeye alışık olduğumuz, “sorunlara yakın takip ve acil çözüm” formülünü benimsedi.
Eğer bu kararlılıkla çalışırlarsa önümüzdeki seçimlere yönelik tüm tahminleri alt üst edebilirler.
Ama bunun için tek şart var:
Başta Gürsel Tekin olmak üzere CHP’nin yönetim kadrosundakiler o mübarek ağızlarını kapatacaklar!
Türbandı, kara çarşaftı, tarikatlardı, genel aftı; ağızlarına bile almayacaklar!
Mustafa Mutlu / Vatan

+++

Şeytani bir kurgu

Şüpheler gerçekleşirse çok acımasız ve utanç verici bir emek ve umut hırsızlığına tanık olacağız.
Yükseköğretime Geçiş Sınavı’na giren 1 milyon 700 bin genç merak ve endişe içinde haber bekliyor.
Çocuklarına iyi bir gelecek hazırlamak için boğazlarından keserek biriktirdiği paraları dersanelere ödeyen anne babalar ateş püskürüyor.
... Kopya şifresi eldeki soru kitapçığına uygulandığında çalıştığını
görüyoruz.
Hileyi deşifre eden Artvinli Avukat Ayla Varan “Ben sadece matematik için 30’un üzerinde soruyu şifreyi kullanarak çözdüm” dedi dün.
Aynı tecrübeyi gazetede biz de yaşadık ve aynı sonucu aldık.
Bu durum olayın benzersiz bir tesadüf olduğu savını çürütüyor.
Hatta daha fazlası var.
Şeytani bir kurgudan söz
edebiliriz:
Şifre, bütün sorularda sizi doğru cevaba götürmüyor.
Az sayıda fire veriyorsunuz.
Hile şüphesini maskelemek amacıyla özel olarak alınmış bir tedbir olabilir mi bu?
KPSS sınavının neden iptal edildiğini hatırladığımız zaman “kusursuz hile”nin kopyacılara 100 üzerinden 100’lük bir başarı getirmemesi gerektiğini hemen anlarız.
KPSS tecrübesi hilebazlara “kusursuz hile”nin asıl bilinçli hatalarla dikkatleri dağıtmak suretiyle yapılacağını öğretmiş olmalıdır.
Türkiye’nin en güvenilir kurumlarından biri ÖSYM bilinirdi. Bu güven abidesi artık yerle bir olmuş haldedir.
Güngör Mengi / Vatan

+++

BDP Van Milletvekili Özdal Üçer, “Türk mahkemelerini tanımıyorum” demiş.
Milletvekili maaşı olarak her ay cebe attığın 10 bin “Türk Lira”sını
pekala tanıyorsun ama...
Fahrettin Fidan

+++

Gençliğe komplo

İlk skandal geçen yaz KPSS sınavında patladı... Çok sayıda aday eğitim bilimlerinde 120’şer puan çekince dışardan kopya aldıkları saptandı. Tepkiler artınca Başbakan hem MİT Müsteşarı’na hem Emniyet Müdürü’ne talimat verdi: “Sorumluları yakalayın, dosyayı da ilk önce bana getirin” dedi. Aradan 8 ay geçti ama soruları kimin çaldığı, organizasyonu kimin yaptığı hala ortaya çıkarılamadı... Ya da çıkarıldı açıklanamadı!
Ama o karambolda yıllarca ÖSYM’yi başarıyla yönetmiş olan Prof. Ünal Yarımağan ve kadrosu görevden alındı. Acele çıkarılan yasayla ÖSYM yeniden örgütlendi.
Yeni dönemin ilk skandalı üniversite sınavına 2 okulda sadece kız öğrencilerin alınması, harem selamlık uygulaması yapılmasıydı. Bunu yapanların sınavlarda başka tür kayırmacılığı da pervasızca yapabileceğini yazmıştık.
Aradan birkaç gün geçmeden şifre skandalı patladı. Matematik sorularının şifre ile çözülebildiği ortaya çıktı. Kimi uzmanlar 40 sorudan 36 - 37’sinin şifre ile çözülebildiğini bildiriyor. Yetkililerin “Her öğrenciye ayrı kitapçık verdik” açıklaması kuşkuları dağıtmadı...
Genel tahmin; KPSS sınavlarını dışardan manipüle eden şebeke artık ÖSYM’nin içinde de çalışmaya başlamıştır. Amaç bellidir... Yandaş öğrencilere avantaj sağlayarak devlette olduğu gibi üniversitelerde de kadrolaşmak... “Sizden - bizden” ayrımını okul sıralarına indirmek...
YÖK ve ÖSYM Başkanları son olay konusunda doyurucu açıklama yapamazsa istifa etmelidir. Yıllarca en başarılı kurumlar arasında yer alan ÖSYM’yi üç yıl içinde adaletsizlik ve kuşkunun sembolü haline getirmek basit bir olay değildir.
Melih Aşık / Milliyet

+++

Suçlu bu kitap mı?

Ergenekon Savcısı Zekeriya Öz’ün son operasyonu ile bazı ilahiyat profesörleri hedef tahtasına konulmuştu. Bu din bilginleri; Türkiye’de yürütülen Vatikan merkezli misyonerlik çalışmalarını incelemişler. Bunlardan birisi de Prof. Dr. Abdurrahman Küçük. Onun kitaplarından birisi “Misyonerlik ve Dinlerarası Diyalog” adını taşıyor.
Misyonerlere karşı çıkanların susturulduğu bir dindar (!) hükümet döneminde yaşıyoruz demek ki...
Rıza Zelyut / Güneş

+++

Organize işler bunlar

Üniversite giriş sınavları öncelikli, tüm imtihanlarda, BKM’nin ’Organize İşler’ini yaşar hale geldik. Ekranlardan ricamız, bu haberlerin fonda ’Organize işler bunlar’şarkısının çalınarak verilmesi -RTÜK itiraz etmezse-. AKŞAM’daki haberi iki kere okuduk. Hızımızı alamadık bir başka gazetedekini yuttuk. ’Bu ne iş?’sorusuna yanıt veren yetkilinin kıvırmasına bayıldık. Aklımıza merhum Oğuz Aral’ın ’Utanmaz Adam’isimli çizgi karakteri geldi. Hem de ilk karesi. Kahramanımız, tramvayda fıstık gibi hatuna tam anlamıyla yaslanmaktadır. Bir yandan bağırmakta; ’İtmeyin beyler’. Oysa toplu taşıma aracının içinde sadece bu ikili vardır. Türkiye’de son yıllardaki ’Yerleştirmelerin’kimler tarafından tezgahlandığını hala göremeyenler var. Bunlara ’Beyaz baston’öneriyoruz. Trajikomik olan bu konularda başlatılan tüm soruşturmalar, o geniş, hatta uçsuz bucaksız halının altına süpürülmekte. Kafamızı karıştıran taraf, ’YGS soru kitapçıkları’ndaki farklılık. Esas sorun bu. Cevabı merak ediyoruz.
Burhan Ayeri / Akşam

Yazarın Diğer Yazıları