Hiç de öyle değil işte!

Nedir bu Hükümet-Yargı kavgası,
kim haklı? Askerin düştüğü durum, Genelkurmay Başkanı Orgeneral Başbuğ’un ses kaydı konusunda ne
diyorsunuz?
Velhasıl, sorular o kadar çok, cevap vermek o kadar zor ki?
Meseleye, “Asimetrik savaş” diyen gözle bakıldığında, “Evet, doğru!” demek zorunda kalıyorsunuz. “Ordu içinde başıbozuklar var, dertleri milletle hesaplaşmak!” zaviyesinde yaklaşanlar gözüyle baktığınızda, “Hiç de haksız değiller” dedirtecek kadar malzeme ile karşılaşıyorsunuz. O zaman iki tarafa da, “Hiç de öyle değil işte!” diyerek mesafeli durmak zorunda hissediyor insan kendini.
Ve gerçekten de her şey insana “Hiç de öyle değil işte!” dedirtiyor.
Bir iki örnek vermek faydalı olur
herhalde.
Kulağında küpesi var. Saçlarının uzunluğu 30 santime yakın, bir de lastikle bağlamış, çenede bir tutam sakal, dersiniz ki, dinle diyanetle ilgisi yok, öyle değil işte, çünkü ben o gençle geçtiğimiz Çarşamba günü Şeyh Şamil Camii’nde ikindi namazında aynı safta idik. O kardeşimizin Allah yanındaki değerinin bizim Allah katındaki değerimizden üstün olmadığını kim söyleyebilir?
Ve yine size, “Emekli diplomat Anwar Qureshi!” diye birini tanıtsalar bir gayrı Müslim’le el sıkıştığınızı zannedersiniz, öyle değil işte, Hürriyet’te, “Acı kaybımız” başlığı altında ölüm ilanı vardı rahmetlinin. Rahmetlinin diyorum çünkü cenazesi önceki gün Cuma namazına müteakip kılınan cenaze namazı sonrası Karşıyaka Mezarlığı’na defnedildi, ölüm ilanının altına ailesi, “Çiçek ve çelenk gönderilmemesi rica olunur. Arzu edenler Mehmetçik Vakfı’na bağışta bulunabilirler” notu düşmüş.
Sosyal olaylar da biraz şahıslara benzer, görüldüğü gibi değildir. Peki, olup biten hakkında söyleyecek sözümüz olamaz mı? Olmaz olur mu, buzdağının su üstündeki kısmına bakarak su altındaki kısmına dair bir şeyler söylemek mümkün, üstelik gerekli de, çünkü asıl tehlike orada. Biz, “Hiç de öyle değil!” derken, aysbergin su üstünü zapt etme savaşlarının yapıldığı bir Türkiye’de yaşıyoruz, dikkat edin, elin oğlu, su altından malı götürüyor feryadı içersindeyiz. Sözümüz iktidara, orduya, adalet sistemine ve bu kesimler arkasında yer almış herkesedir.
Meselâ?
Habertürk gazetesinden Muzaffer Duru’nun haberine göre BDP’li Nusaybin Belediyesi tam 70 sokak ve mahalleye PKK’lıların isimlerini verme kararı almış ve bu kararını da Öcalan’ın yakalanışının 11. yılına denk getirmiş. Haberde örnekler de veriliyor, mesela 2008’de Diyarbakır’da servis otobüsüne saldıran Mehmet Ş. Yıldeniz’in kod adı olan “Reber” artık Nusaybin’de bir mahalle adı imiş.
Dememiz şu.
Güneydoğu’da çok hızlı bir şekilde Türkiye’den kopmanın altyapısı oluşturuluyor.
Arkalarında İsrail ve Batı var, bu bir.
Bir de..
Aynı mihraklar öncülüğünde Alevilerden ayrı bir millet oluşturma gayreti var; bu da iki.
Kim ki söze, “Alevi kökenli” diye başlarsa, biliniz ki o kişi bu tezgâhın ya içindedir, ya gafletinden bu tezgâha düşmüştür de farkında değildir, çünkü “Alevi kökenli” olmaz, Alevi köken olarak Türk’tür, “Alevi inançlı” olabilir, ama elin oğlu ısrarla “Alevi kökenli” diyor, dedirtmeye çalışıyor.
Bu gidişin on yıl sonrası öyle ’pazarlandığı gibi’demokrasi cenneti bir Türkiye yahut diğer tarafın ’zaferi’ile sonuçlansa bile laik Cumhuriyet’in kökleştiği bir Türkiye Cumhuriyeti değil, PKK’nın en şedit günlerinin bile mumla aranacağı Lübnanlaşmış bir Türkiye olacaktır; maalesef, maalesef, maalesef!

Yazarın Diğer Yazıları