Herkes elini vicdanına koysun
Başbakan Erdoğan son günlerde Aydın Doğan’a yüklenirken, “Biliyorsunuz onun ücretli kalemşorları var!” diyor ve ekliyor:
“- Benim yok!”
Önce şu, “Benim ücretli kalemşorum yok!” sözünün altını çizelim. Bu sözü oruçlu ağzıyla söyleyen Türkiye Cumhuriyeti Başbakanı’dır.
Yani diyecek bir şey yoktur.
Doğan Grubu gazetelerinde yazanlar için, “Ücretli kalemşor” nitelemesi ise gerçekten çok ilginçtir. Kim hangi gazetede yazarsa yazsın karşılığında bir ücret alır. Bizim “Yandaş medya” Erdoğan’ın ise, “Bağımsız gazete ve televizyonlar” dediği kurumlarda çalışanlar evlerini belediyeden aldıkları kömürle ısıtıp karınlarını iftar çadırlarında mı doyuruyor, güneş enerjisiyle mi çalışıyorlar!
Ve Sayın Başbakan kendisini istediği televizyonda canlı yayında tartışmaya davet eden Aydın Doğan’a, “Ne o, gazetelerine tiraj mı istiyorsun? Ne o, televizyonuna reyting mi sağlamak istiyorsun?” diye yükleniyor. Kimsenin avukatı değiliz, ama böyle bir tepki gerçekten röntgeni çekilmesi gereken bir tepki. Adam, “İstediğin televizyonda” diyor, yani sizin “Bağımsız medya” diye övündüğünüz “yandaş televizyonlara” çıkmayı da kabulleniyor. Ama siz ısrarla, “Televizyonuna reyting mi sağlamak istiyorsun” diyebiliyorsunuz.
Bilmem ki bu hâle ne denir!
Bununla kalınsa neyse diyeceğiz, ama devamı var. Başbakan, kendisini canlı yayına davet eden Doğan’a şu istihza ile
çıkışıyor:
“- İnsan hiç mi yerini, sınırını bilmez!”
Herhalde, “Sen Başbakan’la tartışacak kim oluyorsun” demeye getiriyor. Bu durumda Türkiye’de Erdoğan’la canlı yayında tartışabilecek bir tek kişi kalıyor, o da Cumhurbaşkanı Abdullah Gül. Tabii o da Erdoğan’a, “Sen kim oluyorsun Cumhurbaşkanı ile tartışacak” tepkisi vermezse. Küçük dağları, hatta bütün dağları ben yarattım der gibi bir hal bu hal. Tamam da, keşke aynı tepkiyi kendi adına ABD’lere gidip, “Süpürmeyin, kullanın” diyenlere de gösterseydi, meselâ o kişiyi kulağından yakalayarak, “Sen Türkiye Cumhuriyeti Başbakanı’nı gavur ellerinde nasıl bu hallere düşürürsün!” diyerek kapı önüne koyabilselerdi.
Görünen o ki Erdoğan ve ekibi Aydın Doğan’ın söylediklerine kendilerince bir cevap verebilmek için mercekle eksik-gedik arıyor, bulup cevaplayabildikleri de işte ancak yukarıdaki örnekler kadar bir “eksik”, bir “gedik!” Ama meselâ Aydın Doğan’ın, “Ceyhan’da rafineri izni istedim, olmaz, biz bu konuda söz verdik, bu işin arkasında Berlusconi var, Putin var” açıklamasını duymaz ve görmezlikten geldiler.
Neyse...
Bu haller bizim anlayabileceğimiz haller değil.
Ama Türkiye’ye yazık oluyor.
“Anamı ağlattınız” diyen çiftçi Başbakan tarafından “Ananı al da git” diye hırpalanıyor; yandaş medyada çalışmayan yazarlara, “Ücretli kalemşor” yaftası vuruluyor; şu niye böyle oldu, bu niye böyle yapıldı diye soran siyasetçilere, “İspatlayamazsan şerefsizsin, alçaksın, müfterisin” diye saldırılıyor... Hatta yıl 12 ay, gün 24 saat kendini öven gazetelerde yazan bir kalem kazara, “Keşke şu şöyle olmasaydı” türünden bir şeyler söylediğinde ona bile aba altından, “Bunun hesabını vereceksin!” sopası gösterilerek, anasından emdiği süt burnundan
getiriliyor...
Herkes elini vicdanına koysun, bütün bunlar sağlıklı gelişmeler, ülke ve insanımız adına iyi şeyler mi!
Yani gerçekten artık gına geldi.
Radikal’in dünkü manşeti misali, “Kabak tadı verdi...”