Her şey yasak küfür serbest
İbrahim Şahin Personelin Özel İletişimini değil yayınlarını denetlesin!
Kamu yararı gibi bir kaygının yanından geçmeyen, toplumsal değerlerle hiç işi olmayan kanallarda bile bu kadarı görülmedi. Görüldüyse bile ancak canlı yayın kazasıydı.
Ama bizim devletin kanalı, milli hassasiyetleri yüksek, inançlı, edepli TRT’miz ne yaptı?
İran’la yapılan dizi anlaşmasından sonra TRT’den ‘islam devrimi’ bekleyenlere tokat gibi bir cevap vermek mi istedi artık bilinmez... Ama yapa yapa küfür devrimi yaptı!
Her yaştan izleyicinin ekran başında olduğu “prime time” denen kuşakta sinema için çekilen Okul filmini televizyondan yayınlarken ’küfre özgürlük’çü kesildi!
Ekran karşısındaki halim-selim TRT izleyicisinin alı al moru mor oldu. Çocuğunun kulağını mı kapatsın, televizyonunun sesini mi kıssın şaşırdı.
’Sansür’ü personelinin mail adreslerine kadar uygulayan TRT’nin basireti mi bağlandı? Yayınlayacağı filmi, nasıl olur da önceden izleyip, ’yayın saatine uymayacak’ görüntü ve sesleri ayıklamaz?
Denetimi, anakumanda görevlisinin yayın anında ses düğmesini kısıp açması sayarsanız olacağı budur. İnsanlık hali adamın mola ihtiyacı doğar, kıyamet de bundan kopar.
Ekranında film boyunca alçak perdeden, finalde de gümbür gümbür küfür çınlayan TRT’nin başına gelen bu türden bir talihsizlik midir? Yoksa işgüzarlık mıdır?
Kadrosunda rekor sayıda danışman bulunan TRT yönetimi, hangi saate hangi yayın konur, küfür çocuklara olumsuz örnek olabilecek davranışlar arasında mıdır bu konularda danışman desteği almalı.
Biz meseleyi ‘bu hata nasıl yapılır’ boyutunda tartışıyoruz. Ama daha vahim bir ihtimal var! Ya hata değilse?
Yandaş medyanın yazılı kanadındaki bazı duayenler için küfür bir üslup. Gazete sayfalarını okurken insanın yüzü kızarıyor. Dilerim şahit olduğumuz olay bu ‘postmodern islami üslubun’ TRT üzerindeki ilk etkisi değildir.
Benim İbrahim Şahin’e her durum için geçerli bir önerim olacak. Eğer TRT’nin ailecek izlenebilir bir kanal olmasını istiyorsa, kulak tıkacı, göz bandı, kas gevşeltici, uyku ilacı gibi bir dizi önlem gereci içeren promosyon paketleri hazırlatıp, televizyon, uydu, anten vs, alana hediye etmeli!
Bu arada, TRT ekranını kirleten küfür medyatik. Bir dönem çocuklar arasında popüler olan Hugo yarışmasına da sızmıştı. Haklarını bitiren genç bir yarışmacı Tolga Garipoğlu’nun teselli için söylediği “Hugo da üzülüyor ama yapacak bir sey yok” sözlerine “Hugo’nun a..... k.....” diye cevap vermiş Garipoğlu ’Ayıp olmuyor mu’ deyince de aynı küfrü tekrarlamıştı. Ama tabii bu olay önlenemez bir canlı yayın kazasıydı!
++++++
Cumhuriyet’i kutlamadılar
Cumhuriyetimizin 85. yılının kutlandığı dün, iki gazete bu coşkuya katılmadı. Taraf adını anmazken, Milli Gazete Cumhuriyet bayramını 3. sayfada minik bir ayrıntı gibi gördü. Bu arada Taraf Cumhuriyet değerlerini karalayan dışkıcı Sevan’ı bu anlamlı günde kadrosuna dahil etti. Dışkıcı beyin ilk yazısı misyonuna uygun; Cumhuriyet kavramının içini boşaltmaya dönüktü: Araplar çöldeki kum tepelerine cumhur der! Bizde de çok çöl hikayesi var ama... Hadi neyse!
++++++
GÜNÜN SÖZÜ
Başta Ankara olmak üzere bazı kentlerde “Fener alayı” yapılmayacakmış.
Fener alayında, Deniz Feneri’yle alay edilecek sandılar galiba!
Akif Kökçe
++++++
MİNİ YORUM
Korku filmi izler gibiyimKasklı tecavüzcü 2001 yılında yargılanmış, ‘kot pantolon giyen ve bakire olmayan bir sanatçı tecavüze uğramış olamayacağı için’ aramıza salınmış. Yaşları 10 ile 20 arasında değişen bir düzine kıza daha tecavüz etmiş.
Vakit yazarı Hüseyin Üzmez de yeniden aramızdaymış. 40 günde hazırlanan adli tıp raporuna göre 14 yaşındaki bir kız cinsel taciz yaşamış ama ruhen ve bedenen umurunda olmamış. Zaten yasal düzenleme yapılırsa o çocuk bir anda ‘evlenilecek yaştaki kadın’ olacakmış. Üzmez açıklamış: o aile ile ilişkileri aynı şekilde sürecekmiş...
++++++
TECRÜBELİ BİR SanIĞIn analİzİ
Görevliler yer gösterdiler...
Oturdum...
Oturdum ama, önümde kocaman bir sütun var...
Salonun göbeğine oturtulmuş, ulu bir çınar ağacının gövdesi çapındaki sütun görüş açımı daral-tıyor, kesiyor...
Üç kişilik mahkemenin başkanını uzaktan şöyle böyle görebiliyorum...
O beni görüyor mu?..
Sanmıyorum...
Savcıyı da göremiyorum...
Çünkü sanık bölümünün sol yanında sıralanmış jandarma erlerinin arkasında kalıyor savcılık kürsüsü...
Yarım yüzyılı aşkın bir zamandan beri mahkemelere gider gelirim...
Aleyhime açılan davaların haddini hesabını bilmiyorum...
Ama 1950’lerden beri yargılanan ben, böyle bir mahkeme salonu görmedim...
İlk kez bir davada, bir sütunun ardında, mahkeme heyetini doğru dürüst göremeden ve savcının yüzünü hiç görmeden kimliğim saptanıyor...
- Adınız?..
- Yaşınız?..
- Eğitiminiz?..
Yanıt verirken sağ elimle sütuna dayanıp sola kaykılarak reisi görmeye çalışıyorum...
Elime bir mikrofon tutuşturdular...
Duvarda ve koca sütunda salonu yansıtan ekranlar var...
Ekranlarda görünüyor muyum?..
Bilmiyorum...
Salon tıkış tıkış..
Ve düzensiz...
Ergenekon davası, sorgulamasıyla ve iddianamesiyle zaten iflas etmişti...
Bir de üstüne mekân sorunu eklendi...
Adalet perisi ne o mekâna yakışır...
Ne o salonda soluk alabilir...
Sayın yargıçlar ne kadar çırpınırlarsa çırpınsınlar, adalet perisine ’suni teneffüs’için ellerinden geleni yapsınlar, nafiledir...
* İlhan Selçuk/ Cumhuriyet
++++++
SİZDEN GELENLER
Bu unutulur mu?
(Unuttuk maalesef...)
Birinci Dünya Savaşı’nda İngilizlere, 150 bin askerimiz esir düştü. Bu askerlerden bir kısmı da Mısır’ın İskenderiye şehri yakınlarında bulunan Seydibeşir Usare Kampı’na Hapsedildi.
Iki yıl boyunca Her türlü işkence, eziyet, ağır hakaretler ve aşağılamaya maruz kaldılar. İnsanlık dışı muamelenin nedeni kamptaki, Türkçe bilen Ermeni tercümanların yalan yanlış çevirileriydi.
Askerlerimiz, mikrop kırma bahanesiyle, süngü zoruyla dezenfekte havuzlarına sokuldu. Ancak suya normalin çok üzerinde ’krizol’katılmıştı..
Mehmetçik, suya daha ayağını soktuğunda haşlanıyordu. İngiliz Askerleri, dipçik darbeleri ile askerlerimizin havuzdan çıkmalarına izin vermiyorlardı.
Mehmetçikler, bellerine kadar gelen suya başlarını sokmak istemediler. Bu kez İngilizler havaya
(başlarının üzerine) ateş etmeye başladı. Askerlerimiz, ölmemek için, çömelerek başlarını suya soktular. Ancak, başını Sudan kaldıran artık göremiyordu. Gözleri yanmıştı... 15 bin askerimiz kör oldu.
Bu vahşet, 25 Mayıs 1921 tarihinde TBMM’de görüşüldü. Milletvekilleri Faik ve Şeref Beyler önerge vererek, 15 bin vatan evladının gözlerinin kör edildiğini, bunun faili olan İngiliz doktor, Garnizon Komutanı ve askerlerin cezalandırılması için, meclisin teşebbüse geçmesini istediler. Ağır sorunlarla uğraşan TBMM’de bu hesap sorma işi unutuldu gitti.
Ama onlar unutmuyorlar... Kendi ihanetlerini bile soykırım ambalajına sarıp, dünya kamuoyuna sunuyorlar.
Bizim tarihimizden haberimiz yok.
Yasin Karagözlü/İstanbul
******
Altan isimli yazarın yazdığı gazetenin haberleri (!) bazı TV’ler tarafından (Samanyolu, Kanal A) kaynak olarak gösteriliyor. Ülkem ne hale düşmüş. Altemur Kılıç özetlemiş: Kartaca yıkılmalıdır !
Nejat Keloğlu/Ankara
******
Sapıklığa taraf olmak genetikmiş
Ben ilkokul 4. sınıftayken, daha 60’lı yıllarda, bizim köyde bir bakkal dükkanımız vardı. Gazeteyi ilk orada gördüm. Kilo ile alır paket yapımında kullanırdık. Ben de merakla okurdum. Akşam gazetesi vardı. Çetin Altan orada yazardı. Yazılarından birini hala hatırlarım. Eşşekle cinsel ilişkinin inceliklerini anlatmıştı. Gereken malzemeleri de vermişti. Bir tuğla, bir ayna, bir elma... Sonra aradan yıllar geçti. 80 veya 81... Bir dergide röportajına rastladım. “Bir baba, kızı ile cinsel ilişki ye girmemişse kızını yeteri kadar sevmiyor demektir” diyordu. Lise yıllarımda Çetin Altan ve yoldaşlarının ne olduğunu Serteller’in “Kadın ve sosyalizm” adlı kitabından öğrendim. “Bir kız cinsel ihtiyaçlarını aile içinde giderebilmelidir” diyordu kitapta. Ahmet Altan ise bu düşüncelerine 8-10 yıl önce bir mülakatta beyan etmişti. O sebeple öğrencilerime bu adamı okumamalarını tavsiye etmekteyim. Ama sebebini açıklamak kolay olmuyor.
Alp Korkmaz
******
Kim savaşıyor ki!
Meclisimizdeki PKK uzantıları “liderimiz Apo” diyorlar. O vekillerin bazıları Doğu ve Güneydoğumuz’daki halkı isyana teşvik ediyorlar. Bunun adına da barış, demokrasi diyorlar. Böyle demokrasi olmaz, böyle barış ve kardeşlik olmaz; kaldı ki bu ne zırva laftır (halkların kardeşligi, barış..v.s.)kim kimle savaşıyor? Biz hepimiz kardeşiz ve tek milletiz. Atalarımız Çanakkale’de,Yemen’de,Kore’de ve yurdumuzun her şehitliğinde koyun koyuna yatıyor bu yurdu bize emanet ederek...
İbrahim Akdağ /Alanya
******
Kimlik değil ekmek
Türkiye’nin öncelikli sorunlarının başına ‘etnik kimlik üzerinden politika’yı oturtmak kolaycılıktır. Sorun ekmek sorudur. Eylemcilere bakıldığında yeterli besin almadıkları, derme-çatma giyindikleri, sürekli bir işlerinin olmadığı ve geleceğe umutla bakamadıkları gözlemlenebilmektedir. Kimsesizdirler. Feleğe kızıp başkaldıracak duruma gelmişlerdir. Ekmek ararken kimliklerini bulmuşlardır, ekmeksizliğin nedenini kimliksizlik sanmaktadırlar. Kürt kültürü üzerine fantezisi olan politikacı, akademisyen, yazar ve çizerler bölge insanının ekmek sorununu ötelemekte, onları kimlik sorunu ile oyalamaktadırlar.
Alaca Karanlıkçı Politikacılar etnik milliyetçilikle düzenlerinin devamını sağlamaktadırlar. Halksız cumhuriyet, ulussuz devlet, işbirlikçi yönetim, yoksul ve yolsuz ekonominin devamındadır çıkarları. Onları topraklarından ve ekmeklerinden yoksun bırakıp kimlik peşine koşturanlardan kurtulmakla başlamar özgürlükleri. Bölüşmekten paylaşmaya, ayrımcılıktan eşitliğe de böylece ulşılabilecektir ancak. Cumhuriyet’in kurtarılması hepimizin kurtuluşu olacaktır.
Habip Hamza Erdem
******
Hal vaziyet budur Atam!
Bu satırları yazan ben 70 yaşında emekli öğretmenim. Cumhuriyetin çağ atlamış. AB ve Amerika iç işlerimize, dış siyasetimize, kırmızı çizgilerimize, Anayasamıza kadar el uzatmamış... Türkiye’yi B.O.P’a göre ‘etnik kimliklere böleceksin, onların demokratik haklarını tanıyacaksın’ baskılarını kabul etmemişiz... ‘Soykırımı tanıyacaksın. Kıbrısı Yunanistan’ın dilediği gibi halledeceksin. Papaz okulu açacaksın. Fener Patriği’nin Ekümeniklik forsunu tanıyacaksın. Ulus devletçiliği, Atatürk’ü hatırlatan resim, heykel ve sembolleri yok edeceksin’ çağrısına uymamışız... ‘Kuzeyde Molla Barzani ve Talabani ile işbirliği yap. Irak kürt devletini tanı. Güney Doğu Anadolu’da II.Kürt Devleti’nin kurulmasına yeşil ışık yak. Sonra gel seni bağrımıza basalım, sende Ümmeti İslam II. Cumhuriyeti kur. Bizim mandamız olarak saltanatına ve devranına devam et’ demelerini duymamışız... demek isterdim ama dilim varmıyor. Hal vaziyet budur ATAM. Şimdi bilmem kutlasak mı? Kutlamasak mı? 1955’te Behçet Kemal Çağlar’ın Atatürk’ün ardından yazdığı ve kendi ağzından gramofonda yüksek sesle okuduğu şiiriyle bitiriyorum: Gidiyor on yedi milyon kişi takmış peşine / Gidiyor tarih;bir dahi rast gelmez eşine / Gayri kime bel bağlayarak kime dönek vay / Vay imansız ecel alçak felek vay / Ulus yüreğini dağlasın gayri / Cihanda bizimle ağlasın gayri...
Turan Kırılmazoğlu
******
Sözde soykırımı kapak yaptı
Taraf gazetesi, 20 Ekim 2008 tarihli “Taraf pazartesi” başlıklı bir ek verdi. Ekte ünlü Ermeni müzikolog, besteci ve din adamı Gomidas’ı (Komitas) kapak yapmış. Gomidas simgesel bir kişilik . Heykeli Fransa’da açıldı ve büyük tartışmalara neden oldu.
11’inci sayfada “Gomidas Kimdir?” başlıklı bir makale yer aldı. Makalenin yedinci ve son paragrafında “soykırım iddiası” tanınıyor ve aynen şu ifade kullanılıyor: “Ermeni tarihinde Medz Yeğern / Büyük Felaket olarak adlandırılan soykırımın başlangıç tarihinde, 24 Nisan 1915’te tutuklanan Ermeni aydınları arasında o da vardı...”
Aynı paragrafta bir başka tartışmalı konu da şu: “Gomidas, tutuklu bulunduğu sırada yaşadıklarının etkisinden kurtulamadı ve ruh sağlığı bozuldu. 1916 sonbaharında askeri hastaneye götürülen Gomidas, 1919 tarihinde Paris’teki Villejuif Akıl Hastanesi’ne nakledildi.” 2001 yılında Dr .Rita Kuyumcuyan adlı bir yazar tarafından
“The Archeology of Madness - Deliliğin Arkeolojisi” adlı bir Gomidas biyografisi yayınlandı. Bir şey dikkatimi çekmişti. Evet Gomidas delirmişti ama çocukluğunda çektiği korkunç sıkıntılar ve ailesinde bu tür hastalıklara olan yatkınlıklar, söz konusu akıl hastalığının yasanmasında etkendi. Kitaba bu eleştiri Gomidas’ın bir uzak akrabasından geliyordu.
Ayrıca; şu ifade kitabın yazarı Rita Kuyumcuyan’ın Hollanda NPS radyosunda yayınlanan bir röportajına ait ait: “Gomidas son derece duygusal bir kişiydi, hassas bir kalbi vardı, çocukluğundan itibaren travmalar yaşamıştı, çünkü o bir yetimdi, yani ona karşı yapılan bu saygısızca işlemler onu akut stres noktasına getirmişti. Akıl rahatsızlığı bu sürgün sürecinde açığa çıkmıştı (revealed).”
Çankırı sürgününde karşılaştıkları yanında Komitas için bu “akıl hastalığına yatkınlık” gerçeğinin Taraf gazetesindeki yazıda belirtilmemesi bir eksiklik.
Hakan Altıntepe
******
En özgür ülke
Vatan’a ‘toprak’, millete ‘insan yığını’ gözüyle bakıyorlar. Dünyanın en özgür ülkesinde yaşıyoruz. Bu kadar kan akıtan cani ekmeğimizle beslenirken, yoksulluka inleyen insanımızın açlıktan nefesi kokuyor. Ekmeğimizi hainlere verenler; vatana, millete, devletimize sahip çıkın!
Osman Fide