Her şey insan için

Adam Smith, 1723-1790 yılları arasında yaşamış İskoçyalı ahlâk felsefesi profesörüdür. İktisat biliminin de babası sayılmaktadır. 1776 yılında yayımladığı “Milletlerin Zenginliği” kitabında, “Doğal hürriyet sisteminde her insan kendi menfaatini izlerken, kendi istemese de toplumun menfaatini sağlamaktadır” diyerek insanı ön plana çıkarmıştır.
Bununla birlikte, yerine göre devlet müdahalelerinin de gerektiğini söylemektedir. Özetle, iktisatta ilk defa tam rekabet piyasası şartları altında ekonomide mevcut kaynakların en etkin şekilde dağılabileceğini analiz etmiştir.
Adam Smith ve kendinden sonra gelen, klasik ve neo klasik iktisatçıların savunduğu “özel gelişim ekonomisi” tam istihdam sağlamada yetersiz kalmış ve 1930-1932 dünya ekonomik krizinde ortaya çıkardığı sıkıntılardan sonra, hemen hemen her ülkede Keynesci politikalar devreye girmiştir.
İngiliz olan John Maynard Keynes, (1883-1946) işsizliğin önlenmesi için devletin devreye girmesini ve “pozitif maliye ve para politikalarının” uygulanmasını tavsiye etti. Ancak ilk adımı tam istihdam yani işsizliğin çözümü oluşturmuştur. İşsizliğin önlenmesini ve tam istihdamı ön plana çıkarmıştır. Bu da Keynes’in iktisat politikaları açısından insanı daha ön plana çıkaran bir yaklaşım tarzıdır.
Karl Marx da, (1818-1883) büyüme modeli olan emek-değer teorisinde emeği ön plana çıkararak, ilk sıraya insan faktörünü koymuştur.
Özet olarak, hangi sosyal ekonomik sistem olursa olsun, hangi yaklaşım olursa olsun, hedef insanın ve toplumun refahı için düşünülmüş ve geliştirilmiştir.
Başka bir ifade ile teoriler ve sistemler arasında uçurum olsa bile, hepsinde hedef ya doğrudan veya dolaylı yoldan insan refahıdır.
Uygulamada bu teoriler veya bu sistemler yozlaştığında, insan ve toplum yerine belirli kesimlere, örneğin yalnızca sermaye kesimine veya yalnızca bürokrata veya yalnızca işçi sınıfına, yalnızca bir diktatöre veya siyasi oligarşiye hizmet eder duruma geldiğinde, sistem kendini yok ediyor.
Örneğin Sovyetler Birliği’nin dağılması bu nedenle olmuştur. Karl Marx’ın iyi niyetli yaklaşımını Sovyetler Birliği’nde parti yöneticileri istismar etmiştir. Bu defa insan sömürüsü yapan sermaye yerine komünist parti yöneticileri olmuştur.
Küreselleşme sürecinde, insan faktörü daha fazla ön plana çıkmıştır. Sanayileşmiş ülkelerde, demokrasi ve insan hakları zaten çok gelişmiştir. İnsanın ekonomik haklarının da aynı şekilde gelişmesi gerekiyor.
Bu haklar; insanca yaşamayı sağlayacak gelir düzeyi, istihdam, işsizlik sigortası, eğitim ve sağlık gibi haklardır.
Ne var ki küreselleşme süreci de teorik bazından sapmıştır. Bu sapmayı spekülatif sermaye yapmıştır. Hükümetler de buna ortak olmuştur. Sermayenin sınırsız dolaşmasına rağmen emek faktörünün dolaşımı kısıtlanmıştır. Bu nedenle uzun dönemde küreselleşme sürecinin şansı kalmamıştır. Küreselleşme spekülasyonu besleyen bir süreç haline dönüştüğü için başarısız olmak zorundadır.

Yazarın Diğer Yazıları