Hepsi aynı elin mahsulü

1 Mayıs 1977’de Taksim’de 36 kişinin öldüğü kargaşanın, 11 Eylül 2001’de ikiz kulelere çarpan uçağın ve 20 Haziran 2009’da İran’da fitili ateşlenen iç savaş girişiminin altında aynı imza var...

1 Mayıs 1977’de ‘Bizim Çocuklar’ın beklediği ‘şartları olgunlaştıracak’ bir kargaşaya ihtiyacı vardı...
Sular İdaresi’nden ilk kurşunu ‘o’ attı. Kazancı Yokuşu’nu tıkayan ‘o’ kamyon 36 kişiyi ölüme hapsetti. 136 kişi yaralandı... Rivayet odur ki; CIA ajanları olaydan bir gün önce Intercontinental oteline yerleştiler, görevlerini tamamladıktan sonra da otel kayıtlarıyla birlikte yok oldular.
11 Eylül 2001’de işleyeceği cinayetleri nefsi müdafaa olarak gösterdiğinde kimsenin şüphelenmeyeceği kadar göz boyayacak bir nefrete ihtiyacı vardı; yerel saatle 08.46:30’da Dünya Ticaret Merkezi’nin 94. ve 98. katlarının arasına dalan uçağa ‘çakıl’ emrini ‘o’ verdi. 2974 kişi öldü. Rivayet odur ki; “Medeniyetler çatışması” tezini sunarak, terörizmi demokrasi ile vurma kampanyası başlatmak hevesindeki ABD, Afganistan ve Irak işgallerine meşruiyet kazandırmak için bir gizli servis şovu sergilemiştir.
20 Haziran 2009’da vahşi pençelerini gizleyecek güzel, masum bir mağduriyet maskesine ihityacı vardı; olayların görüntülenemediği İran’da bütün dünyanın görebileceği biçimde ilk kurşunu yine ‘o’ attı... Rivayet o ki, ağulu merhemini bulamak için önce derin yaralara, ilacını pazarlamak için önce amansız bir virüse, parayla bağlamak için önce diz çöktüren bir yoksulluğa; özetle kendi düzeni için önce iyi kurgulanmış bir kaosa ihtiyacı olan Amerikan emperyalizmi bu aralar fazla mesaide!
Gazete ve televizyonlar, Musevi yanlısı gösteride slogan atarken efsaneleştirmeye uygun biçimde, tam kalbinden vurularak öldürülen Nida adlı genç kızı “Yeşil Devrim’in şehidi” ilan etti. Böylelikle İran’daki sivil darbe girişimi “sembolü”nü bulmuş oldu.
İran’dan yansıyan son fotoğrafa bakan her mantıklı insanın sorduğunu umud ettiğimiz soruyu biz de soruyoruz: Bütün dünyanın gözü üzerindeyken, işbirlikçi Şah’ın mirasçıları ‘dış müdahale’ diye mandacı çağrılar yaparken, halkı çeşitli vaadlerle kışkırtılırken hangi lider ülkesinin iç savaşa sürüklenmesini sağlayacak işaret fişeğini ateşler?
Her yandan kuşatıldığı ve kendisini köşeye sıkışmış hissetmesi için her tür baskıya başvurulduğu bir dönemde, Ahmedinecad’ın, ‘hem kadın, hem adı Nida, hem de kalbi hedef alınan çok fonksiyonlu bir kurban’ seçtiğine, kameraların görüntü almasının engellendiği, ser verilip sır verilmeyen ortamda, bir göstericinin cep telefonuna poz vererek naklen cinayet işlettiğine inanmak fazlasıyla ahmakça değil mi?
Haberi “İran’ın Nida’sı susturuldu” diye, tam da “bildik” tezgahta dokunduğu haliyle, hiç sorgulama ihtiyacı duymadan yayımlayanların 1. sayfaya koydukları o fotoğrafa biraz da tersten bakıp “Ahmedinecad’a karşı uygulanan ambargo da İran’ın nidasını kesmeye yönelik değil miydi?” diye sorması gerekmez mi?
70’lerde “umudunuz Kıbrıs’a harekat yapan Ecevit olmasın” mesajını vermek için gaz kuyruklarına mahkum edilen; sorgulayan, o veya bu yan da, ama bir davası olan insanlara “darbe” indirebilmek için sokakları kan gölüne dönen, binlerce cenaze kaldıran, Başbakan’ı idam edilen, nitekim acı tecrübelerle yoğrulmuş olan bir ülkede, ‘yuh artık kör gözüm parmağına’ dedirten İran manzarasına bakıp “romantik devrimci” edebiyatı yapmak için insanın beyninin bütün fonksiyonlarını yitirmiş olması gerekmez mi?
Nida adlı o genç kız gerçekten de bir sembol olmalıdır.
Ama sadece İran için değil; sömürgeleşmeyi demokratikleşme gibi gören, algılarıyla oynanmış bütün gaflet toplumları için...
Çünkü ABD’nin, etinden, sütünden, tüyünden, derisinden faydalanıp, kemiklerini de işbirlikçilerinin önüne atmayı planladığı bütün ülkeler;
Gürcistan gibi, Ukrayna gibi, Sırbistan gibi, Moldova gibi, Irak gibi, Pakistan, Afganistan, Lübnan ve Türkiye gibi; zerrece ekonomik, politik veya askeri çıkar vaad eden;
ABD’den bakınca petrol petrol, maden maden, toprak toprak, Mehmetçik Mehmetçik gözüken bütün ülkeler tehdit altında;
Hiçbirinde rejimi tehdit için sokağa dökülen sivil bir gencin, kendisine biçilen karıştırma misyonunu tamamlamak üzere ‘o’ kurşunun hedefi olmayacağının garantisi yok!


++++++


41 kere maşallah

AKIL KÜPÜ
Polis Akademisi Öğretim Üyesi, Kültür Bakanlığı danışmanı yani devletin maaşlı elemanı olan Önder Aytaç Cumhurbaşkanı’ndan başladı, Genelkurmay Başkanı’na kadar devleti yöneten kim varsa hepsine “ETÖ’cüler gibi darbelerin altında kalmasınlar” diye akıl dağıttı.
Hem de bakın ne akıllar:


YAĞCILIK
Önce “Normal şartlarda annesi ve babası sizinki gibi Anadolu insanı olan, eşi Hayrünnisa Hanımefendi gibi olan bir kişi, savlanan ETÖ anlayışına göre, değil Cumhurbaşkanı olmak, devlet dairelerinin gölgesinde, bir süre dinlenmek için bile oturamazken Cumhurbaşkanı olan” Abdullah Gül’e: Bundan gayrı öfke bize, gönül alma sana. Suçlama bize, katlanma sana. Bundan gayrı yanılgı bize, uyarı sana. Acz bize, yardım sana.


TEHDİT
Sonra “Devletin polisi/Emniyet güçleri tarafından onlarca farklı suikastten korunan, güvenliği bağlamında yemesine, içmesine ve hatta ilaçlarına kadar her şeye dikkat eden, ayakta durması bir Atatürk, bir Menderes, bir Özal kadar çok seven insanların, gecelerini gündüzlerine katarak çalışmasına ve Anadolu insanının dualarına bağlı” olan Recep Tayyip Erdoğan’a: Huysuzluk bize, hoşgörü sana. Anlaşmazlık, çatışmalar bize, adalet sana. Kötü göz, şom ağız, haksız yorum bize, bağışlama sana.


DUYGU SÖMÜRÜSÜ
Şimdi “Evlat acısının ne olduğunu ’Fatih’im’ örneklemesiyle iyi bildiği için, annelerin evlatlarını, çocukların babalarını terör belasından kaybetmemesi için canla başla çalışan, ’Allah rızasından’ başka bir şey de gütmeyen, ETÖ’cülere de bunu hep ifade ederse geleceğin Türkiye’sinin en önemli köşe taşlarından birisi olacak olan” Bülent Arınç’a:Bölmek bize, bütünlemek sana. Üşengeçlik bize, gayret sana. Rahat bize, şevk urmak sana.


DOKUNDURMA
Şimdi de “Ulusalcı vatansever ’milli’ bir ’mücadele’ ruhu içerisindeki çalışmaları ’fevkaladenin fevkinde’ hayranlıklara vesile ollan, TSK’nın takdirlerini kazanan” Cemil Çiçek’e: Yükün ağır, işin çetin. Allah yardımcın olsun.


CÜRETKARLIK
Ve son sözü ”TSK personelinin de içinde olduğu; darbe tezgâhlamakla savlanan ETÖ’cülere, cephaneliklerden askerî yargının bağım(sız)lılığına kadar olanlara, hep medya ortaya çıkardıktan sonra, önlem alma(ma) şeklinde yola devam eden“ İlker Başbuğ’a: Tanrı ”Işığını parıl datsın, uzaklara iletsin. Yükünü taşıyacak güç, sürçtürmeyecek akıl versin.
Eğer Aytaç Kültür Bakanlığı ile eşzamanlı olarak, Cumhurbaşkanı, Başbakan, Başbakan Yardımcıları ve Genelkurmay Başkanı’nın da danışmanı değilse, küpünden çıkarıp cömertçe paylaştığı aklından yararlanmak ve devleti kendi rejimine uydurmaya çalışanlarla ilgili gereğini yapmak size, bunu “ibret olsun” diye kamuoyuyla paylaşmak bize!..

++++++

İNFAZ TİMİ
“Belge” gizli(!) yürütülen Ümraniye Soruşturması kapsamında ortaya çıktı..
‘Soruşturmanın gizliliğinin emniyeti’nden sorumlu kişi ve kişilerce ‘sızdırıldı’.
Gizli yürütülen soruşturmanın içeriğiyle ilgili yayım yasağına uyması gereken medya tarafından, hukuk ihlali yapılarak yayımlandı.
Ki medyanın bu kısmı basına açık devam eden mahkemeyi görmezden gelecek kadar ‘davanın içeriği’ne ilgisizdi.
Dün, henüz bir iddianamede yer almamış, resmen delil dosyasında bulunduğu açıklanmamış, ilgili dava süreci başlamamış “o” belge ve “iddia olunan sahibi/sahipleri” hakkındaki hükmü, (manşetten duyurduklarına göre)dört gazetenin genel yayın yönetmenleri açıkladı: “Sahte imza, sahtekar albay”
Demek ki medya mahkemesi heyeti olarak toplanmışlar ve yargılamaya gerek duymadan zaten bir “önyargı” olarak cepte tuttukları cezanın infazına karar vermişler; linç!
Bağımsız mahkemelerin baktığı davalar bile epey ağır ilerlerken, akacak fonlara bağımlı medya mahkemesinin, üstelik bir sürü talimatla boğuşurken, ‘davası’nı üç günde karar aşamasına getirmesi kolay iş değil... Karar tutanağı gibi bastıkları manşetleri şatafatlı bir ambalaj içerisinde ABD’deki babalarına yolladılarsa kocaman bir “aferin” kapmışlar, boyları iki karış daha uzamıştır...


++++++


MİNİ YORUM
Mavi Kitap’ın imza günü var

İngiltere Lordlar Kamarası, Ermeniler’in sözde soykırım iddialarını destekleyen “Mavi Kitap”ın Türkçe tercümesini TBMM üyelerine dağıtacakmış. Obama’nın “tarihle yüzleşin” çağrısını bir tür hipnotize komutu gibi algılanıp ayakta alkışlandığını hatırlayınca korktum;
Kitabı bizzat dağıtacak olan ‘Ermeni diasporası İngiltere temsilcisi’nden imza kuyruğuna girmeye kalkışmasınlar...

Yazarın Diğer Yazıları