Hem “Türkmen” hem “sır” diyorsun yani...

Devlet Bahçeli, Kemal Kılıçdaroğlu yahut bir başka siyasi liderin partisine, partisinin temsil ettiği değerlere layık olup-olmaması AKP kalemşorlarını neden bu kadar kederlendiriyor anlamış değilim.

* * *

“Ülkücülük” iddiası olan biri sitem etse, hadi neyse, bir tutar yanı olur belki de, siz niye kahırlanıyorsunuz? Hakikaten söylediğiniz gibiyse, ellerinizi ovuşturuyor olmanız gerekmez mi bir köşede!

Gülünç...

Acıklı...

Zavallılığın vesikası...

* * *

‘MHP lideri Devlet Bahçeli’nin, “MİT TIR’ları” skandalında AKP’ye arka çıkmayarak Alparslan Türkeş’in kemiklerini sızlattığını’savunduğu yazısına şu satırlarla başlıyor Abdülkadir Selvi:

“Seçim meydanlarında MİT TIR’larıyla Bayır Bucak Türkmenlerine giden yardımlar tartışılırken, Suriye rejiminin bombardımanından kaçan Türkmenler ise sınırımıza ulaşmaya çalışıyorlardı...”

Gelin, hikâyenin, o Türkmenler’in -eğer yolda ölmez de sağ kalırlarsa tabii - sınırımıza ulaştıktan sonrasını da benden dinleyin.

Okuyacaklarınızın referansı Cumhurbaşkanı yahut Başbakan uçağında yapılan ezberler değil, her bir kelime gözlerimle gördüğüm yalnızlığın, saatlerce kendi ağızlarından dinlediğim çaresizliğin, şahitlik ettiğim; hükmüne yemin etsem başımı ağrıtmayacak dramın yansıması; önce bunu bilmenizi isterim.

Gelelim “sonra”ya...

* * *

Doğru söylüyor Selvi, Türkmenler bugüne kadar direndiyseler, direnebildiyseler bunda “bir gün başımız sıkışırsa Türkiye var, bizi korur” inancının çok büyük payı var.

Aynen Selvi’nin dediği gibi -evet- onlar bugüne kadar “Kara gün gelip çattığında, yurdundan, toprağından, evinden koparıldığında dünya haritasının neresinde olursa olsun Türkmenler için sığınılacak güvenli liman Türkiye’dir” umuduna tutunarak ayakta kaldılar. Doğdukları evleri, doydukları köyleri, -vatanlarını- bu umudun peşine takılarak bıraktılar.

Yağmur-çamur, gece ayaz, gündüz çöl sıcağı, aç-susuz, -Libya’yı, Mısır’ı karıştıranlar gibi özel tahliye uçakları tahsis edilmediğinden onlara- tabana kuvvet/yürüyerek, kucaklarında can veren bebelerini çalı diplerine gömerek... Ama nihayet... Geldiler evet...

Ne karşıladı onları peki?

Selvi’nin anlattıklarını temel alıp hayal kurmaya kalksanız; sonuna kadar açılmış şefkatli kollar, sıcacık ve güvenli yataklar, yaralarını saracak ağabeyler-ablalarla “devlet baba/ana” olmalı değil mi?

Değil! Daha büyük bir sefalet!

* * *

Şimdi meydan meydan, -nasıl bir deri yapıları varsa- yüzleri zerre kızarmadan, Türkmen hamiliği edebiyatıyla milliyetçilerin oylarını tırpanlayabileceklerini zanneden bu iktidar mensupları var ya;

“Suriyeliler” diye belletilen isyancılar, ayaklanmacılar, kendi devletlerine karşı işgalcilerle iş birliği yapanlar için 5 yıldızlı çadır-kentler inşa ettiler. Suriye ve Irak’tan gelen Türkmenlere ise çocuklarını saracakları, değil TIR dolusu, iki battaniyeyi çok gördüler.

Kaderine terk edilen o Türkmenler, Selvi’nin “Türkeş’in kemiklerini sızlattığını” iddia ettiği Bahçeli’nin yönettiği partinin mensupları, teşkilatları, belediyeleri, yan kuruluşlarının el ele verip imece usulü tuttukları evlere yerleştirildiler de dam yüzü gördüler.

Yolu MHP’lilerle kesişmeyen/kesişemeyenler bu Müslüman ülke(!)de ellerinde avuçlarında ne varsa “kira” bahanesiyle soyulup, “hayvan bağlasan durmaz” ahırdan beter yerlere tıkıldılar “ev” diye!

* * *

“Suriyeliler” diye meşrulaştırılan isyancılar, ayaklanmacılar, kendi devletlerine karşı işgalcilerle iş birliği yapanlar için psikoloğuna kadar özel doktorlar tahsis etti bu iktidar.

0 sorunun “bonusu” olan 0 hijyen, 0 gıda, 0 ısınma koşullarında yaşayabilme mucizesini gerçekleştiremeyen fenalaşan, hastalık sahibi olan, can havliyle “Acil”e yetiştirilen Türkmen çocuklar ise “devlet”in hastanelerine alınmadılar! Ölüme terk edildiler, ölüme!

Şimdi Selvi’nin “Türkeş’in kemiklerini sızlattığını” iddia ettiği Bahçeli’nin yönettiği partiye mensup gönüllü doktorlar gizli-saklı sardılar o çocuklarının yaralarını! Ülkücü doktorların kendi ceplerinden ödeyerek aldıkları ilaçlarla iyi oldu, olabilenler... Olamayanlar; -günahı vatansızlıklarında payı olanların boynuna- El Fatiha diye uğurlandılar kimseler duymadan son yolculuklarına.

* * *

“Suriyeliler” denen isyancılar, ayaklanmacılar, kendi devletlerine karşı işgalcilerle iş birliği yapanlara özel üniversiteler kuran, onları meslek sahibi, diplomalı üniversiteli yapmaya hazırlanan, devlet üniversitelerinde özel Arapça programlar açan bu iktidar, Telaferli çocuklara okur-yazarlığı çok gördü, silahmış, peh, kalemden bile mahrum etti onları! Okullardan men etti!

Ve şimdi Selvi’nin “Türkeş’in kemiklerini sızlattığını” iddia ettiği Bahçeli’nin yönettiği partiye mensup gönüllü-ülkücü öğretmenler, kendi evlatlarına ayıracakları özel zamanlarını feda edip, hiç değilse geri kalmasınlar, cahil kalmasınlar diye bu çocuklara özel ders verdiler, vermekteler!

* * *

Ben -Allah yazdıysa bozsun- bir AKP kalemşoru olsam, “Türkmen” ve “devlet sırrı” kavramlarını zinhar bir daha yan yana anmaz, aynı cümle içinde kullanmazdım. Çünkü “devlet” diye yutturmaya kalkıştığınız “siyasi iktidar”ın bu mevzuda -doğru- birikmiş hayli sırrı var;

Sadece, 8-10 yaşında IŞİD’e terk edilen Müslüman Türk kızlarının anne-babalarının ahı deşifre olsa, insan içine çıkamazlar!

* * *

Ha bu arada;

Bahçeli’yi yermek için TMT’ye örtülü desteğinden bahisle Türkeş’i övmesi isabet olmuş Selvi’nin. Bir kere daha hatırlatma fırsatı doğdu bize de böylece;

TMT’nin kahraman mücahitlerinden merhum Rauf Denktaş, AKP iktidarında “Ergenekoncu” diye yaftalanıp neredeyse “terörist” ilan edilmemiş miydi? Kovmaktan beter etmemişler miydi ’AKP Türkiyesi’nden!

Ama hiçbiri değil de, en çok “Mamak işkencesinden geçen ülkücüler 12 Eylül’de bile devletten şikâyetçi olmadılar...” kısmını sevdim ben;

“Bugün niye şikâyetçiler” mi diyor bu durumda Selvi;

Mevcut iktidar da Türk Milliyetçileri için bir nevi işkenceci yani, kabul ediyor, öyle mi!

“AKP”, “devlet” demek değil, bunun üzerine de ciltler dolusu yazmak mümkün tabii de;

Tek başına bu itirafın ayıbı yeter, pür panik ava giderken avlanan biçarelere(!)

Yazarın Diğer Yazıları