Hem korkak, hem eşkıya!
Hani balkonlardan tırmanarak gecenin bir yarısı evlere girip cepleri ve çekmeceleri karıştıran hırsızlar ve elinde silahla banka şubesine dalıp, “Paralar!” diyen gaspçılar var ya, onlardan bin beterlerini gördüğümüz için işte o hırsız ve gaspçılara fazla kızamaz hale geldik maalesef.
Çünkü kolay iş değil hırsızlığın bu türlüsü. Balkondan tırmanırken düşmek, kolu bacağı kırmak, hatta ölmek var işin içinde. Salonda yakalanmak, ev sahibinin kurşununu yemek var. Birkaç hafta önceydi. Adamın iki ayağı sakat, koltuk değnekleri ile anca yürüyebiliyor. Bu haliyle girdi, kuyumcudan bir torba altın gasp etti, koşarak bir taksiye binip uzaklaştı. Kuyumcuya acıdım ama gaspçıya da kızamadım inanır mısınız? Bu hale geldik, maalesef. Çünkü eve giren hırsız da, kuyumcu ve bankaya dalan gaspçı da polisi, jandarmayı, korumaları, ev ve işyeri sahibini karşısına alıyor, yani canını ortaya koyuyor. Bunların tamamı hadiseden kısa bir süre sonra olmasa bile, günün birinde yakalanıyor. Ve bunlar eve girip cep karıştırmanın, silah zoruyla kuyumcu ve banka soymanın pis iş, günah ve ayıp bir şey olduğunu biliyor. Bildiklerini nereden biliyorsun diyecek olursanız, yakalandıklarında karakola, ifadeleri alındıktan sonra mahkemeye sevk edilirlerken görüyoruz, ya başlarını öne eğiyor, ya yüzlerini kapatıyorlar. Yani utanma duyguları bitmemiş, hâlâ yüzleri kızarabiliyor, hayâ sahibiler. Doğru dürüst bir iş, adam gibi bir çevre nasip olduğunda ıslah olma damarları yüreklerinin bir yerinde öylece mevcut.
Esas bizi tiksindiren, çalarken maymuncuk ve silah kullanarak canını ortaya koyanlar değil, çalarken siyaseti maymuncuk olarak kullananlar. İlk bahsettiklerim polisiyle, jandarmasıyla, mahkemeleriyle devleti karşılarına alma cesareti gösterirken ikinciler arkalarına devleti alma mahareti gösteren ve hatta Allah’ı da pis işlerine âlet eden gaspçılar, hırsızlar, haram yiyiciler.
Bunlarda utanma duygusu da yok, çünkü yaptıkları ile gurur duyuyorlar. Ortalıkta, ben ne yaman adamım diye kasım kasım kasılıyorlar. Bilmiyorlar ki, basiret kulağı açık olanlar onlardan ancak, “Ben ne pis adamım, ben en büyük hırsızım!” hırıltıları çıktığını duyuyor, birileri onlara saygı gösterip ellerinden öperken, onlar burunlarını tutarak bu hırsızlardan, bu gaspçılardan mümkün olduğunca uzağa kaçıyor.
Çünkü gecenin bir yarısı eve girip cep karıştıran ve kuyumcuya dalıp vitrin boşaltan gaspçı neticede bir kişinin hakkını yiyor. Ötekisi ise geçmiş, hâl ve geleceği ile milletin tamamından çalıyor. Evet, geçmişte yaşayanlardan çalıyorlar. Ölü, şehit ve gazi soyucu bunlar. Niye demeyin, apaçık ortada değil mi? Diyelim ki alavere dalavere ile bir sahile, bir ormana, şehrin mutena bir yerine el koydu. O topraklar şehitlerin, gazilerin gayreti ile gelecek nesillerin hakkı diye bu ülkenin olmadı mı? Öyle olmasına öyle oldu da, ama adam geldi siyasetçi, bürokrat, işadamı şeytan üçgeni içersinde oraya el koydu, artık o toprağın her türlü nimeti onun ve çocuklarının. Bu geçmişin hakkını yemek, bu şu anda yaşayanların cebinden çalmak, bu gelecekte yaşayanların ekmeğinden hırsızlık değil midir? Üstelik korkakça, canını ortayla koymadan, hem de, “Buralar benim!” diye çaldığıyla iftihar ederek, yani utanma duygusunu da yitirmiş olarak..
Bizi sıradan hırsıza kızamaz hale
getirdin.
Sen köfte yediğini ve zemzem içtiğini sanıyorsun. Tabağındaki zakkumun kökü, bardağındaki yetimin hakkıdır, söylemedi deme.