Hem gördüm hem duydum!

Başbakan’ın “Ben Ergenekon’un savcısıyım demedim” dediğini gazetelerden okuyunca gerçekten şaşırdım.
Oysa dedi, televizyonda ben gözlerimle gördüm, kulaklarımla duydum. Birileri arşivlerden çıkartacaktır, bakalım o zaman ne diyecek. Gerçi, Ofer’le görüşmediğini de söylemişti, görüştüğü belgelenince, sanki “Görüşmedim” diyen kendisi değilmiş gibi, özür bile dilemeden, yoluna devam etti.
Türkiye, zihinlerin kontrol altına alındığı bir Türkiye oldu çıktı. Bu Türkiye’de Erdoğan’ın her söylediğine inanan ve son söylediğine inanan geniş bir halk kitlesi oluşturuldu. Evet, Erdoğan’ın her söylediğine inanılıyor. Söylediği ile icraatı arasındaki çelişki deve dişi gibi yazarlar ve yüz binler satan gazeteler için hiçbir anlam ifade etmiyor. “Bizim Genişletilmiş Büyük Orta Doğu Projesi Eş Başkanlığı gibi bir görevimiz var!” diyor. O güne kadar bu projenin İslâm dünyası ve Türkiye için bir felâket olduğunu diline dolayan yandaş kalemler Erdoğan’ın bu itirafı karşısında üç maymunları oynamaya başlıyorlar. Yani, Erdoğan’ın hatırı İslam dünyası, Türkiye ve daha da önemlisi Hakk’ın hatırından baskın hale
geliveriyor.
Yine Erdoğan, “PKK ile görüştüğümüz iftirasını atanlar ispatla mükelleftir. İspat edemeyenler şerefsizdir” diye boyun damarlarını şişire şişire meydan okuyor. Onun bu meydan okuyuşu yine yandaş gazetelerde manşetlere, köşelere taşınıyor, muhataplara “şerefsizlik göndermesi” yapılıyor.


Hatırlar yer değiştirdi
PKK ile görüşmenin alçaklığı konusunda koçaklamalar kaleme alınıyor. Gün geliyor devran dönüyor, PKK ile görüşüldüğünü bizzat Erdoğan’ın kendisi itiraf ediyor. Yandaşım yamanmışım hiç oralı değil. Bu sefer tutuyor PKK ile görüşmenin bir mecburiyet, bir fazilet olduğu konusunda destan yazmaya başlıyor.
Niye?
Niye olacak, Hak ve hakikatin hatırının yerine Erdoğan’ın hatırı ikame edileli çok oldu da, ondan!
Erdoğan şimdi tutmuş Türkiye Cumhuriyeti’ni dil birliği ve üniter yapısını milletin başına eyalet çuvalı geçirerek paramparça etmeye karar vermiş.
Verdiği bu karar hayata geçtiği gün ortada Türkiye Cumhuriyeti diye bir devletin ve bugünkü varlığı ile bir vatanın kalmayacağı da apaçık ortada. Söyleyin öyle bir şeyi dünyanın hangi halkı, hangi devleti, hangi aydını, hangi dindarı kendi millet ve devleti için kabul eder?
Bir tek örneği var mı bunun?
Yok.
Yok, çünkü bu kardeşliği bitiren, bütünlüğü parçalayan kötü bir şey. Ama görüyorsunuz bu “kötü şeyin” iyi bir şey olduğu aynı odaklar, şahıslar ve kalemler tarafından anlatıla anlatıla bitirilemiyor! Niye diye sormayın artık anladınız, çünkü Erdoğan’ın hatırı, nimetleri (Kim bilir belki de -korkutan- satırı) Hakk’ın ve milletin hatırının önüne çoktan geçmiş durumda. Şu günlerde bu tür hakikatleri dile getirenleri susturmanın en kestirme yolu “Derin devletçi” ve “Ergenekoncu” yaftası ile
yaftalamak.


Ülkeyi yöneten kim?
Tamam, diyelim birileri “Patlıcanın dalkavuğu”. Ama ülkeyi patlıcanlar değil “Majesteleri yönetiyor”. Siz Majesteleri ve “Majestelerinin dalkavuğu” olarak ülkenin ve milletin başına gelecek her şeyden sorumlusunuz, yani olacaklar, patlıcanların ve patlıcan dalkavuklarının yüzünden değil, majesteleri ve majestelerinin dalkavukları yüzünden olacaktır.
Yarın ülke bir iç savaşın eşiğine geldiğinde, yarın Diyarbakır’dan ötesi Ankara’nın askerini asker, dilini dil, kanununu kanun olarak tanımadığında, vergi vermem, öğretmenini kabul etmem, polisini sokmam, hâkimini tanımam dediğinde, bunun mesulü Silivri’de yatanlar mı, bu işler olsun diye anayasayı değiştirenler mi
olacaktır?

Yazarın Diğer Yazıları