Hazır yemenin ceremesini çekiyoruz
Dünya ekonomisi zaman zaman durgunluğa giriyor... Bunu “yorulma” olarak da betimleyebiliriz. Piyasalarda aşırı hareket, milli gelirde yüksek büyüme, ekonominin iç dinamiklerini yoruyor. Yüksek büyüme oranlarının ortaya çıktığı dönemlerin arkasından, durgunluk geliyor.
Bu konjonktürel hareketler daha uzun veya daha kısa olabiliyor.
Türkiye’deki durgunluk ve reel sektörlerde daralmasında, dünya konjonktürü yanında ekonomi yönetiminin yanlışları etkili oldu. Bu nedenle dünyada yeniden canlanma bizden daha kısa süre içinde gerçekleşebilir. Bunun nedenleri ve gerekçeleri var.
1- İç ve dış sorunlarımız ,siyasi gerilim ve çözüm süreci de bu süreyi uzatıyor. Söz gelimi, Akdeniz’de bulunan ve gittiği ülkelere döviz bırakan mega yatlar bu sene Türkiye’ye gelmiyorlar. Yat sahipleri “Türkiye de savaş var” gibi yanlış bir endişe taşıyorlar.
2- Ekonomi yönetimi 2001 yılında IMF kontrolünde üç yıllık bir süre için hazırlanan program dışında, bugüne kadar ciddi bir program yapmadı. Devletin piyasaya yol gösteren ve düzenleyen işlevini devre dışı bıraktı. Piyasayı kaderine bıraktı ve bu yüzden oligopol yapılar oluştu. Kartelleşmeler ortaya çıktı.
Bu yanlışların temel nedeni, küreselleşmeden dolayı yabancı sermayenin ve sıcak paranın bol olması, borç verilebilecek fonların artması oldu. Cari açığa rağmen Türkiye’nin bugüne kadar hazırdan yedi, dış borca dayandı, 2013 yılına kadar düşük kur uygulayarak üretimini yüzde yetmiş oranında ithal ara malına bağladı.
Dünya ekonomisi yeni bir konjonktüre girse bile, biz hazır yediklerimizi, dış borçlarımızı ödemek zorundayız. Bunun için bir süre yabancılara çalışacağız. Büyüme sürecine daha geç gireceğiz.
3- İktisat politikaları belirli sektörlere veya grupların çıkarına göre ayarlarsanız gelir dağılımını sorununu, ekonomik istikrarsızlık sorununu ve yoksulluk sorununu çözmezsiniz.
4- Ekonomi yönetiminde radikal düşünce ve sloganların etkisinde kalmakta, aynı şekilde çözümsüzlük getirir.
Türkiye, halktan yana ve akılcı politikalara yabancı değil... Örneğin Atatürk’ün ekonomi anlayışında, akılcılık vardı... 1923-1932 arasında uygulanan piyasa öncelikli politikalarda da, 1933’ten sonraki devletçilik uygulamasında da ulusal çıkarlar ve halkın refahı ön planda tutuldu.
5- İktisat politikalarında farklı ülkeler, farklı zamanlarda genel anlamda benzer ekonomik felsefeyi benimseyebilir... Ancak aynı program ve aynı araçlarla aynı sonuçların alınması mümkün olmaz... Çünkü söz konusu politikalar, ülkenin içinde bulunduğu ekonomik konjonktüre, toplumun tüketim-tasarruf alışkanlığına, halkın bilinç düzeyi ve psikolojisine ve ülkeyi yönetenlerin siyasi anlayışına göre farklı sonuçlar verir.
Örneğin, ekonomide durgunluk varsa, genişletici, toplam talebi ve istihdamı artıracak politikalar uygulamak, bütçe harcamalarını artırmak gerekecektir... Enflasyon varsa, faizleri yüksek tutmak, bütçede kısıntıya gitmek gerekecektir.
Ekonomide doğru aracı kullanmadığınız başka bir dengesizlik ortaya çıkar... Bu yanlışı kur politikasında yaptık. Hükümet ve Merkez Bankası, enflasyonu yapısal çözümlerle değil, kuru baskılayarak kısa yoldan çözme yoluna gittiği için, cari açık patlak verdi.
Gelenekler, bilinç düzeyi ve halkın sosyal anlayışı da, bu politikaların farklı sonuçlar vermesine neden olur... Örneğin Anglosakson toplumlarda vergiye karşı direnç daha azdır... Örneğin ABD’de vergi kaçağı daha azdır... Buna karşılık Latin ülkelerinde vergiye tepki daha fazladır...
Bizim gibi ülkelerde de vergi kaçağı ve yer altı ekonomisi daha yaygındır... Bu nedenlerle söz konusu ülkelerde aynı vergi şablonunu kullanmak, farklı sonuçlar doğuracaktır.