Hazır itiraf sezonu açılmışken; Yüzleşme fotoğrafı da bu olsun

“Hem bu mesleğin içinde kırk küsur yıldır çalış, hem de hiç ’günah’ın olmasın.
Mümkün değildir bu.
Ama benim bir farklılığım var. Ben kendi sicilimdeki kırık notları bugüne kadar herhangi bir rahatsızlık hissetmeden ya da komplekse kapılmadan yazdım.
’İtiraflar’ım kitaplarımda da, yazılarımda da olanca açıklığıyla mevcuttur.
Bu yüzden içim rahat.
Böyle olduğu için de medya ve günahları konusuna arada bir eğilebiliyorum.
Peki, yeterli mi bu kadarı?..
Hayır, daha fazlası lazım.
Medyanın günahları ne kadar çok sergilenirse, medya kendi günahlarıyla ne kadar çok yüzleşirse, o kadar iyi olur demokrasi adına, hukuk
adına...
Bir başka deyişle:
Medya ne kadar adam olursa, demokrasi de o kadar adam olur, bu memlekette diye düşünüyorum uzun yıllardır” diye yazan Hasan Cemal’e yine, yeniden sormak lazım:
Gençlere “mısır patlatır gibi bomba patlattırdığınızdan”, arkadaşınız tarafından öldürülen bir başka arkadaşınız Mustafa Kuseyri’nin failleri olarak, -sırf darbe zeminini hazırlayacak bir kaos ortamı oluşsun diye- milliyetçileri suçlamış/hedef göstermiş olduğunuza kadar her şeyi itiraf eden sen, neden CIA’cılar, Soroscular ve MİT’çilerle Cengiz Çandar’ı ve seni aynı masada buluşturan o geceye gelince dut yemiş bülbüle dönüyorsun!
Madem günahlarınla yüzleşmek demokrasi ve hukuk adına iyi bir şey...
Had demokrasi ve hukuk adına itiraf et:
18 Şubat 2005’te Bebek’te, bir İtalyan Lokantası’nda, TESEV Başkanı Can Paker, Eski MİT Müsteşarı Sönmez Köksal, eski TRT Genel Müdürü Cem Duna, CIA ajanlığıyla eşzamanlı ABD Büyükelçiliği yapan Mark Parris , Filistin kamplarından ABD’deki “think-thank kuruluşlarına” giden uzun ince bir yoldan geçmiş Cengiz Çandar ile kafa kafaya verip ne konuştunuz?
Yoksa “dünya sisteminin Türkiye’yi tedavi yollarını” mı!
Teşhis neydi ki!
Ve daha önemlisi “neşter” hanginizin elindeydi?

+++

Medya hanutçuları

Diyelim, turist rehberi, grubunu bir halıcıya götürür, tabii o halıcı “bir halıcı” değildir, rehberle anlaşmış halıcıdır... Turist istediği halıyı alır, rehber de dükkân sahibinden komisyonu... İşte bu paraya “hanut” denir.
Son aylarda, eskisi gibi “Babıali” diyebilsek, “Meğer Babıali’de de hanutlar varmış, ne hanutçular” derdik.
Nasıl oluyor?

***


Gazeteciyi alıp yurtdışına götürüyorlar, yemek içmek, kalmak, yol parası, götüren firmadan, çok fiyakalı isimler de var ya!
Eeee, bunun “Hanut” u nerede?
Türkiye’ye dönünce yazılanlar ne? Gezip, dolaşılan yerleri övmek, ürünlerini methetmek “hanut” değil mi?
İşte, biz lafa buradan girmiştik...
“Medya” da da “hanutçular” var deniliyor demiştik.
Hay demez olsaydık...

***


“Kim bu hanutçular?”
Oooo, bu iş “Basiretçi Ali Efendi” ye kadar dayanır, o da kendisi yazdığı için.
Yoksa, neler vardır da, duyulmamıştır; deveyi bilmem nesiyle götürenler.
Galiba devenin semerine de “havut” deniliyor...
“Basiret” gazetesinin sahibi Ali Efendi, Almanya, Fransa muharebesinde Almanları tutmuş, çatışma bitmiş, bir gün bizim üstadı Alman elçisi Büyükdere’deki sefarete davet etmiş, hem de kırmızı dipli, mühürlü bir mektupla...
Mektubun kırmızı dipli mumla mühürlü olduğunu biz uydurmadık, kendisi yazıyor.

Bundan sonrasını biliyorsunuz Almanya’ya gidiş, Bismark’la görüşünü, kapalı zarftan bin lira çıkışını, geçenlerde yazmıştık...
Bunun bir de İstanbul tarafı var.

***


“Basiretçi Ali Bey” daveti alır almaz, sadrazamın, yani başbakanın Bebek’teki yalısına koşmuş...
Sadrazam Ali Paşa çok memnun; “Aman bu fırsatı kaçırma, devlet için çok önemli” demiş.
Odadan çıkmışlar, mühürdar Mustafa Bey, bizimkinin eline 500 lira sıkıştırmış:
Ertesi gün de Alman elçiliğinden “yol parası” diye 10 bin frank vermişler.
“Basiretçi Ali Bey” de fazla mal göz çıkarmaz misali onu da cebine atmış, yol parası zaten Almanlardan, bir de Prens Bismark’ın vereceği bin lira var.
“Basiretçi” paraları afiyetle yemiş, hatta yatırım yapmış, matbaasına makine bile almış.

***

Şimdi bunu yazdık ya, soruyorlar:
“Bizde de hanutçular var mı?”
Erbabına sorun, biz ne bilelim.
Onlar da kendilerini bilir, sizler de onları bilirsiniz, niyetiniz kabağı başımızda patlatmak ise...
Yemezler!
Hasan Pulur/ Milliyet

+++

Bumerang gibi

MHP’de toplam 10 üst düzey ismin istifasına neden olan kaset skandalınının amacının MHP’yi baraj altında bırakmak olduğu anlaşılıyor. Ancak bunun ters tepmesi ihtimali de yüksek. Oynanan oyunu görenlerin MHP’ye destek vermesi sürpriz değil.
Hani Avustralyalıların kullandığı bir bumerang vardır. Açık hilal gibi bir tahta parçasını fırlatırlar, bumerang döner dolaşır ve atıldığı noktaya gelir. İşte bu kaset çirkinliğini planlayanlar bir gün aynı çirkinliğin bumerang gibi yüzlerine çarptığını görürlerse hiç şaşırmasınlar. Çünkü siyaset bu kadar ayağa düşürülür bu kadar rezilce yapılırsa, eninde sonunda yapanın da başına büyük iş açacaktır. Bundan kimsenin kuşkusu olmasın.
Can Ataklı / Vatan

+++

Ya pusuya düşeceksin, Ya pusuyu bozacaksın

Pusu kurmak ile düello yapmak iki ayrı dövüş kültürü.
Bizde düello bilinmiyor. Pusu ise yaygın.
Şu ’kaseti internete düştü’olayı tam bir pusu.
Sinsi.
Karanlıkta.
Arkadan vuran.
Düello bir Batı geleneğidir.
Önce üniversiteli öğrenciler arasında başlamış.
Yüz yüze.
Bildirerek.
Şafak vakti.
Tanıklar eşliğinde.
Eşit silahlarla.
Bizde bilinmiyor. Uygulaması -neredeyse- yok.
Bizde bilinen pusu kurmak.
Kendisine olamıyorsa karısına.
Erişiliyorsa oğluna, kızına.
Hayvanlarına zarar vermek.
Ekinini yakmak.
Bizdeki çeşitlemeler.

***


Pusu kuranın tek bir umudu vardır.
Pusunun fark edilmemesi.
Pusunun bozulmaması.
Pusunun tersine dönmemesi.
Tek umudu, pusuya yürüyenin aymazlığıdır.
Oyunu bozulursa.
Pusu ortaya çıkarsa.
Pusuyu kuran yakalanırsa.
Ortalık aydınlanıverir.
Pusucu ortaya çıkar.
Akıl pusuyu görür.
İrade pusuyu bozar.
Azim pusuyu kuranı yakalar.
İşte bunu yapmak da insanın işidir.
İnsanın tek umudu da
kendisidir.
Ya pusuya düşeceksin.
Ya pusuyu bozacaksın.
Her şey senin elinde...
Erdal Atabek / Cumhuriyet

+++

Sansüre devam...

CHP Muğla Milletvekili Prof. Gürol Ergin’in, Meclis’teki bilgisayarlara filtreleme uyguladığı için “Gırgır dergisinin Tayyip Erdoğan’ın tepkisini çekecek seks kapağı” başlıklı sayfadaki karikatürlere giremediğini... Girmek için istenilen formu doldurmasına karşın sonucun değişmediğini önceki gün yazmıştık. Gürol Hoca dün bizi aradı ve bu konudaki son durumu anlattı.
- Olayın köşenizde yer alması üzerine TBMM Bilgi İşlem Müdürü Zeki Çiftçi danışmanımı aramış. Meclis’in filtreleme sisteminin kelime tanımı üzerinden olduğunu, içinde seks, porno gibi sözcükler geçen sitelere girişi otomatik olarak engellediğini... Benim o nedenle söz konusu karikatürlere ulaşamadığımı, doldurduğum formun da kendilerine ulaşmadığını söylemiş...
- Sizi tatmin etti mi bu açıklama?
- Yok canım... Beni aramış olsaydı kendisine, o zaman MHP’li milletvekillerinin seks kasetlerinin aynı sistem tarafından neden filtrelenmediğini... Meclis’te isteyen herkesin o çirkin görüntülerin yer aldığı siteye nasıl olup da rahatlıkla girebildiğini, dahası girdiğini sorardım. Ayrıca bugün sırf denemek için içinde seks kelimesi geçen, ’Dünyanın en seksi 50 kadını’başlıklı bir habere rahatlıkla girebildim. Ha, bu arada hemen söyleyeyim, Tayyip Erdoğan’ın o karikatürlerine hâlâ sansür uygulandığı için ulaşılamıyor. Bu tekil olay neyi mi gösteriyor? En başta... Bu kafaların ülke çapında filtre sistemine geçildiğinde bu işi ne derece sorumlu yürüteceğini...
Melih Aşık / Milliyet

+++

Düşman silahıyla silahlanmışlar

Bugün MHP kasetlerinden hiç de şikayetçi olmayan dünün mağdurlarının, bir zamanlar dillerinden düşürmedikleri iki saptamayı ödünç almak istiyorum: “Toplum mühendisliği” ve “kasetlerle siyaseti dizayn etme.”
Yaklaşık 10 seçmenden birinin tercih ettiği, Türkiye’nin üçüncü büyük partisinin, 10 (belki başkaları da sıradadır) yöneticisinin özel hayatlarından hareketle sistem dışına itilmesi mümkün müdür? Mümkün olduğunu kabul etsek bile, bu, ülkenin ne derece hayrınadır? Ve daha önemlisi, böylesine bir projeden âlâ bir “toplum mühendisliği” projesi düşünülebilir mi?
MHP’nin başına gelenler, birilerinin “düşmanlarının silahıyla silahlandığını” bizlere gösteriyor. Ama o silahların düşmanlarının elinde patlamış olduğunu unutmuşa benziyorlar.
Ruşen Çakır / Vatan

+++

Bütün oyun bu!

Deniz Baykal ile CHP resmi ideolojinin savunucusu olmak durumundaydı ve hiçbir şekilde onu değiştiremezdi. Onun için lideri değiştirmeye karar verdiler. Asıl hedef kişi değil, CHP’nin ideolojisiydi.
MHP’nin temsil ettiği bir ideoloji milliyetçilik ve Türkçülüktür. MHP biraz evvel çizdiğimiz Türkiye projesine uymuyor... O bakımdan bu ideolojinin tasfiyesi gerekiyor(!)
Mahir Kaynak

+++

IMF’nin yıllardır Yeşilçam’ın ünlü “Tecavüzcü Coşkun” rolünde olduğunu biliyorduk. Başkanının, banyodan fırlayıp otel temizlikçisinin peşinden koşturması ise bilinen gerçekliğe ayrı bir boyut kattı.
Kendisi istemese de IMF’nin yeni Başkanlığı için Kemal Derviş’in adından da söz ediliyor.
Bizce en uygun isim odur. Kurtarıcı rolüyle geldiği ülkemizde hakkı taciz edilmedik emekçi bırakmadı çünkü...
Işık Kansu / Cumhuriyet

Yazarın Diğer Yazıları