Hayırlı işler...
İslam Peygamberi “ben ancak güzel ahlakı tamamlamak için gönderildim” buyuruyor. İncil, “kendimizi çılgınca eğlenceye ve sarhoşluğa, ah laksızlığa ve sefahate kaptırmayalım” diyor.
Dinlerin ihtilaflı olduğu pekçok nokta var, lakin hepsinin uzlaştığı nokta “ahlak”tır.
Frenki de Müslümanı da öncelikle ahlaklı insan yetiştirmeyi hedefler. İdeolojik hareketler de. O yüzden Türk Milliyetçiliğinin önemli umdelerinden biri “İslam ahlak ve fazileti”dir.
Çünkü ortalama zeka seviyesine ve “iz’an” kabiliyetine sahip herkes bilir ki, parasız yaşanabilir ama “ahlaksız” yaşanamaz
Temel mesele budur...
Kanaatim odur ki, Türkiye’nin meselesi de budur: Ahlak meselesi. Ahlak, yapana, zamana ve zemine göre değişiklik arzetmez.
Ahlak öncelikle “huzurlu” yaşamanın sigortasıdır. Dinli isen hem bu dünyada hem ölümden sonra gitmeyi hayal ettiğin yer için. Dinsiz isen toprak olana kadar geçireceğin yaşamda vicdani rahatlık için.
Yani her düşünce ve inanç gurubunun ahlaki öğretileri dikkate alması için ciddi sebepleri vardır.
Popüler bir kavramla örnekleyeyim. Mesela hırsızlık bir ahlaksızlıktır. Ve bu her toplumda ahlaksızlıktır. Şintoist Japonya’da da, Budist Nepal’de de, Katolik Roma’da da, Müslüman Mısır’da da...
Kavramı daha da güçlendirelim. Kadın bedeninden istifade etmek veya istifade edilmesine aracılık etmek her toplumda ahlaksızlıktır. Bu durum Arabistan’da da, Amerika’da da, Türkiye’de de böyledir.
Ahlaki seviyesi yüksek toplumlarda bunları yapanlar yok mudur? Elbette vardır. Lakin bu tip ahlaksız eylemler her ne şekilde yapılırsa yapılsın yapanlar hoş görülmez. Hele hele “kahraman” muamelesine tabi tutulmaz, “rol model” olarak sunulmaz, “mağdurin” taifesine kaydedilmez. Ahlaksızlıkta ideolojik “hikmet” aranmaz!..
Neticede, siz ne kadar kalemin ve kelâmın gücüyle ahlaksızlığı “mistifike” etmeye çalışsanız da ahlaklı toplumlarda hırsızın da muhabbet tellalının da yeri bellidir...
Hasılı, ey Müslümanlar!
Teorik olarak “ahlaksızlık” sayılan bir eylemi arkadaşımız, sevdiğimiz, liderimiz veya moda tabir ile “kankamız” yapınca kavram değişmez, değişmemeli.
Müslüman olarak hırsıza hırsız deme ahlakından yoksun isek, çalan hemen yanımızdaki adam olunca “kıvırtıp” duruyorsak “güzel ahlak”tan bahsedemeyiz, bahsetmemeliyiz!
Ey Müslüman!
Hırsıza, arsıza, çapulcuya, muhabbet tellalına“Cehennemi harlatacak odun” gözüyle baktığın Şintoist Japon kadar, İneğe tapan Hindu kadar tepki gösterecek ahlaktan yoksun isen sana “hayırlı işler” demekten başka diyecek bir lafım yoktur...
Milliyetçi STK’lar ve Türk Ocağı kongresi
Türk Ocağı’nın tüm Milliyetçi kurumların dûçar olduğu hastalıkları var. Bir kere yaşlı. Kendisini yenileyemiyor. Çok statik bir yapısı var.
Bu durum sadece Türk Ocağı için mi geçerli? Tabii ki hayır. Milliyetçi sivil toplum kuruluşları durağan bir yapıya sahip. Türkiye’nin hareketli gündemine ayak uyduramıyorlar, politika üretemiyorlar.
İktidarın gücü karşısında bocalayan bir durumdalar. Acı ama gerçek budur...
Siyasetle sağlıklı ilişki kuramıyorlar. Halbuki sivil toplum örgütleri hem fikri olarak hem de insan kaynakları açısından siyaseti besleyen, canlı tutan, yenileyen kanallar olmalılar.
Normalde siyasetin STK’lardan beslenmesi gerekirken Milliyetçi STK’lar siyasi kurumun ağzına bakarak vaziyet alıp, politika geliştiriyor ki Milliyetçi siyasetin “durağan” yapısının sebebi de budur.
Kafalı Hoca’nın eleştirilerine katıldığım iki önemli nokta var.
Birincisi Türk Ocağı’nın “siyasetten bağımsız” olma gerekçesiyle Milliyetçi siyasete mesafe koyması. Gerçi Mehmet Öz döneminde bu sorun bir nebze de olsa aşıldı. En azından ilişki kurmayı başardılar.
Milliyetçi STK’lar siyasetle ilişki kurmayı beceremiyor. STK’lar ne siyasi partinin bir şubesi gibi davranmalı ne de aynı düşünce sisteminden geldiği siyasi partileri diğer partilerle eş tutmalı.
İkincisi ise memleket meselelerinde daha aktif bir Ocak talebi. Umuyorum ki, Türk Milliyetçilerinin asırlık çınarı bundan sonra daha dinamik ve memleket meselelerine dair “sorumluluk” alan ve ses getiren bir STK haline gelir.
Bu da benim talebim: Türk Ocağı, özellikle son yirmi yıldır içine düştüğü “seçkinci” yapısından sıyrılmalı ve Türk Milliyetçilerinin her kesimini kuşatacak bir yapıya sahip olmalı.