Haydi beyler, vakit tamam
Başbakan Erdoğan bugünlerde, üretilmiş suç delillerine değinmeksizin, tutuklu generallerin tutuksuz yargılanmaları gerektiğini diline dolamış durumda. Çoğu muhalif yazar bile, “nihayet gerçeği gördü” anlayışında yazılar döktürüyor. Manevi oğlu MİT Müsteşarı’nı yargıya teslim etmezken (hatta bunun için yeni yasa bile çıkarırken), tutuklanan eski Genelkurmay Başkanı ve Kuvvet Komutanları için kılını bile kıpırdatmayan (hatta onlar için savcılık rolü üstlenmiş olan) Erdoğan, ne oldu da birden bire söylem değiştirdi?
10 yıl boyunca birçok kez çark edişlerine tanık olduğumuz Erdoğan’ın bu seferki çarkı bana göre çok daha vahim nedenlere dayalı.
Bir zamanlar dünyanın en güçlü orduları arasında gösterilen TSK, bugün artık çöktü, çöküyor. Genelkurmay Başkanı istifa ediyor, Kuvvet Komutanları istifa ediyor, Donanma Komutanı istifa ediyor; yüzlerce olağandışı istifanın/emeklilik talebinin de bekletildiği söyleniyor. Bir ülkenin Başbakanı’nın, ülkesinin bekası ile ilgili bir konuda “terörle mücadele edecek komutan bulamıyoruz” demesi ne acıdır. 1990’lı yıllarda PKK terörünü bitirebilen ordu, bugün artık “İmralı pazarlığına” bel bağlamış görüntüsü veriyor. Dün bir komutanın tehdidi ile yelkenleri suya indiren Suriye, bugün artık Türkiye’ye meydan okuyabiliyor.
Erdoğan, suçu yargıya atarak halkın nezdinde hem bu zafiyetin müsebbibi olmaktan sıyrılmak, hem de “yargı erkini başıboş bırakmamak gerekir” tezini güçlendirmek peşinde. Zira gelecek Cumhurbaşkanlığı seçimlerini kazanarak, yargı erki de kontrolünde olan bir “devlet başkanı” statüsü elde etmek istiyor. Seçimler 2. tura kalırsa kazanmasının riske gireceğinin farkında. Onun için kendini % 50’nin üstüne taşıyabilecek ilave her bir oyu bile dikkate alıyor. Bu bağlamda, son birkaç aydır gündem yaratarak attığı her adım, liberallerden, Kürtçülerden, milliyetçilerden, hatta laiklerden alabileceği oy hesabı ile yakından ilgilidir.
Tabii bir de teröristbaşını eski Genelkurmay Başkanı İlker Başbuğ ile diğer PKK elebaşlarını da tutuklu generallerle aynı torbaya koyan af hazırlığı var. Halkın gazı alınacak, öfkesi yumuşatılacak. Karadeniz bölgesinde mevcut bir mezar taşı yazısından söz ederler: “Hastayım dedum dedum inanmadinuz; aha ne oldi?”
n Uçağımız düşürüldü: Yetkililerimiz esti, gürledi, “büyük devletler ne yaparsa onu yapacağız, göreceksiniz” dediler, sonra sessizliğe büründüler. Boğazımız düğümlendi, yutkunduk, yuttuk. n GKRY Kıbrıs açıklarında petrol/doğal gaz aramalarına başladı: Yetkililerimiz savaş gemileri gönderme tehdidinde bulundu. Rumlar aldırmayarak aramaya devam edince de yarı yolda kalan köhne bir araştırma gemisi göndermekle yetindiler. Görmezden geldik, umursamadık, unuttuk gitti. n Adam, “Türkiye bağırsaklarını temizliyor”, “İyi ki bu generallerle savaşa girmemişiz” dedi; duymazdan geldik. Türkiye’nin çağdaşlığı esas alan sosyal dokusunun, kaynaştırıcı ulus temelli birliğinin-bütünlüğünün, hatta belki de bekasının tehlikeye girdiği bugünlerde hâlâ bu aymazlığa devam mı edeceğiz? n Farkında değil misiniz? Çocuklarımız, gençlerimiz “dindar ve kindar” bir yolculuğa çıkarıldılar. n Farkında değil misiniz? Toplumsal yapımız ve yaşantımız hızla Vahabi ilhamlı bir dokuya büründürülüyor. n Farkında değil misiniz? Ülkemiz ABD, İmralı, Kandil üçgeninin beklentileri doğrultusunda bölünüyor.
Atatürk’ün “çağdaşlaşma-uygarlaşma” hedefini içselleştirebilmiş siyasi partiler, sivil toplum örgütleri, medya mensupları, bilim adamları ve -özellikle- gençler! Büyük sorumluluk ve vebal altındasınız. Bir olun-birlik olun! Uyandırın bu halkı artık, dillendirin. Zamana karşı yarışıyoruz. Unutmayın ki her geçen gün daha derinlere kök salıyorlar. Haydi beyler... Vakit tamam...