Hayatımızın anlamı...
Biz Türklerde ve Anadolu’nun önemli bölümlerinde halen hüküm sürmekte olan “ataerkil aile yapısı” nüvesi olsam da bu yapının “soyumuzu devam ettirecek oğul” kavramına baş kaldırdım hep... Anne-baba için çocukları arasında ayrım yoktur.
Hem oğul hem de kız babası olarak doğduğu günden itibaren kızımın gönlümdeki, yüreğimdeki yerinin ayrı olduğunu her daim dillendirdiğim gibi kardeşi Erdem’e de söylemekten beis duymadım. Yaşamaktan bıktığım, isyanımın doruğa çıkığı anlarda bile hayata tutunabilmemin yegâne kaynağıdır Aybikehan’ım... Bizim yitik kuşak kendisine bile itiraf etmekten çekinse de benim gibi kızlarına düşkündür.
Kızına düşkün olduğundan emin olduğum Kuleli’den sınıf arkadaşım Orkun Gökalp, Ankara Bahçelievler Deneme Lisesi’nden gelmişti bizim mektebe... Mektepten, koğuştan, kamptan, yemekhaneden ve hatta atletizm takımından arkadaşım Orkun’un kızı Canset ’in satırları fena vurdu beni. Halası Fulya, Hasdal’da yatan kardeşine mektup yazan yeğeni Canset’ten izin almaksızın amcası olarak gördüğü için benimle paylaştı mektubu... Bir an Aybikehan bana yazmış saydım. Gözyaşlarımı tutamadım. Paylaşıyorum:
Sevgili biricik babam,
İnsanlar nasıl sınanırlar? Nasıl değişirler? Nasıl bir anda tüm dünyaları alt üst olabilir? Her şey o kadar güzelken bir anda nasıl kara bulutlarla kaplanabilir dünyaları? Bu sorular için herkesin birçok cevaba sahip olduğunu biliyorum. Ancak insan kendi yaşadıklarından yola çıkarak diğerlerini daha iyi anlarmış. Bu yüzden artık bu soruların cevabını biliyorum. Sensizlik... Sensiz bir yaşamın beni nasıl sınadığını, değiştirdiğini ve dünyamı nasıl bir anda alt üst ettiğini biliyorum. Hatırlar mısın baba? Bir zamanlar seninle sırf oturup birbirimize sarılıp, öper, doya doya baba-kız sevgisinin tadına varırdık. Bana hep “başıma gelmiş en güzel şeysin” derdin. Benim, “senin hayatın olduğumu, bensiz ne yapardın bilemeyeceğini” söylerdin. Ben de “bunun asla olmayacağını, bizi kimsenin ayıramayacağını” söylerdim. Yanıldım, üzgünüm...
Bizi ayırdılar. Aramıza denizler, uzun yollar, yıllar ve demir parmaklıklar koydular. Seni benden uzaklaştırdılar. Bunu öğrendiğim o geceyi asla unutmayacağım. Annem eve gelmişti, konuşmuyordu. Meraklandım. Senin neden akşam yemeğine yetişemediğini ve nerede olduğunu merak ettim. Mahkemede davanın uzamış olabileceğini veya Allah korusun küçük bir araba kazası yüzünden geç kalabileceğini düşündüm. Ancak hiç biri değilmiş...
Allahım en kötüsünü aklıma hiç hiçbir zaman getirmek istememiştim. Ne zaman ki akrabalarımız, aile dostlarımız bize geldi? İşte o zaman kalbime on binlerce iğne batırıldı, parçalandım, dağıldım. Nefes alamıyordum. Başımın üstünden kaynar sular dökülüyor hissiyle ayakta durmaya çalışıyordum. O lafı duymak istemiyordum. Herkesin suratı bembeyazdı, hissiz dona kalmış yüzler birbirine bakıyordu. Galiba başına bir şey gelmiş olmalıydı. Oracıkta bedenim nasıl durabiliyordu bilmiyordum? Ancak ruhumun çoktan bedenimden ayrılıp seni bulmaya çalıştığını biliyordum. Herkes sessizliğini sürdürüyordu. Nasıl oldu bilmiyorum ama salona geçip oturduğumda haberler başlıyordu. Davanın ismini gördüm ve altta “tutuklama emri çıkarıldı” diye yazıyordu.
Nasıl rahatladığımı, hâlen yaşadığımı o ana kadar tuttuğum nefesi verdiğimde anladım. Ağzımdan çıkan ilk söz “çok şükür babam yaşıyor” olmuştu. Allah, ilk önce bana en kötü duyguyu yaşatmış ve hemen sonra kötünün iyisini göstermişti. Allah’ıma şükrettim. Çünkü hâlâ yaşıyordun...
Babacığım şu iki yılda öyle şeyler yaşadım ki, hiçbir şeye benzemez. Ölüm değil yaşadığım, ama “Sensizlik”. Sensizlik mi? Ben alışkın değildim senin yokluğuna. Sen, benim arkadaşım, dostum, kardeşim ve biricik aşkım’dın. Kızlar, ilk babalarına aşık olur ve bu aşk asla sönmezmiş. Bunu öğrendim. Her akşam altıda eve dönmeni bekliyorum. Hâlâ evin zilinin çalmasını, sana doyasıya sarılmayı, seni koklamayı.
Seni koklamayı özledim baba... Hatırlar mısın Cumartesi’leri bizim günümüzdü. Sabahları beraber bir saat şekerleme saatimiz olurdu, uyansak bile birbirimize sarılıp tekrar uyurduk. O zamanlar seni öyle koklardım ki sen hiç bilmezdin. Seni uyandırmamak için, seni rahatsız etmemek için çok çabalardım. Sonradan bu kokunun benim için dünyanın en tatlı, en sevgi dolu, şefkat ve güven veren kokusu olacağını bilememişim. Şimdi sadece ayda bir, bir saat açık görüşlerimizde sana sarılırken, sana hissettirmeden, senin kokunu öyle bir içime çekiyorum ki; “gelecek aya kadar yetsin” diyorum. O yüzden ayrılamıyorum yanından, o bir saat boyunca o yüzden öpüyorum seni doyasıya. Ama yetmiyor. Her seferinde seni daha çok özlememe sebep oluyor...
(Yarın devam edeceğim)