Havada karada ambargo!

Türk Hava Yolları Yönetimi “yüklenen gazete miktarlarında yaptığı düzenleme” çerçevesinde Taraf, Takvim, Bugün ve Güneş gazetelerinin DE “uçağa alımını” yasaklamış. Buna karşın yandaş medyanın Başbakan’dan taraf kimi gazetelerinin alım miktarı katlanarak artmış!
Girişteki “DE” büyük harflerle, çünkü yeni değil bu uygulama THY’de!
Yeniçağ “tercih edilmediği” gerekçesiyle “sakıncalı” ilan edileli “iki yıl oldu” mesela! Sonra da dalga geçer, daha doğrusu kendileri ile dalga geçtirmek ister gibi, bu “tercih edilmeyen gazetenin” yöneticilerini, “2012 hedeflerini anlatacakları toplantıyı onurlandırmaya” davet etti THY Yönetim Kurulu Başkanı Hamdi Topçu!
Bugün kendi kuyruğuna basıldığı için “bizden olan-bizden olmayan” ayrımı yapıldığı iddiasıyla bağıranlır, o zamanlar susuyordu!
Dolayısıyla, Martin Niemöller’in o ünlü satırlarını hatırlatmanın aslında tam zamanı aslında:
“Önce komünistleri götürdüler, sesimi çıkarmadım; çünkü komünist değildim. Sonra sosyalistleri götürdüler, sesimi çıkarmadım; çünkü sosyalist değildim. Sonra sendikacıları götürdüler, sesimi çıkarmadım; çünkü sendikacı değildim. Sonra Yahudileri götürdüler, sesimi çıkarmadım; çünkü Yahudi değildim. Sonra beni almaya geldiler, benim için sesini çıkaracak kimse kalmamıştı!”
Ortadoğu’yu yasaklarken seslerini çıkarmadılar... Cumhuriyet’i yasaklarken seslerini çıkarmadılar... Sözcü’yü yasaklarken seslerini çıkarmadılar... Hele Yeniçağ ambargosunu sağır sultan duydu!
TBMM gündemine bile geldi konu; hem de bir değil birkaç kere! O günlerde bu arkadaşlardan bazıları “ileri demokrasi” diyorlardı manşetlerinde!
Sırf THY mi? TRT de yaptı aynısını!
TRT Genel Müdürü İbnahim Şahin, Yeniçağ yöneticilerini bizzat aradı:
“Gazetenizi yasakladım!”
Biri ülkenin “ulusal havayolu şirketi” nin, diğeri “kamu yayıncılığıyla” görevli “tarafsız kamu iktisadi kuruluşu”nun başında... İktidar bürokratları koltuk ömürlerini uzatabilmek uğrunamıdır nedir bilemiyorum ama “muhalif” ses çıkaranlara “havada karada ambargo” dahil her yola başvuruyorlar... “En güzel susturucu, perdeleyici, dışlayıcı, ötekileştirici” benim yarışı yapıyorlar... Ama yazık ki gazeteciler “demokrasi maskeli faşizm”i çağrıştıran bu zihniyeti deşifre etmek için sıranın kendilerine gelmesini bekliyorlar!




Bu çığlığı duymuyorsa “adalet” sağır olmalı
Müyesser Yıldız eziyet çekerken ben çıktığıma nasıl sevineyim!..

Nedim Şener, Milliyet Gazetesinden Gürkan Akgüneş’le söyleşisinde şöyle başlıyor “Silivri”yi tarife:
“Kutuya konmuş civciv gibisiniz!”
Orada “kutuya konulmuş daha çok civciv” var!

***


Tutuklu bulunduğu süre içinde Şener’i en çok yaralayan kızı Defne’ye yaşatılanlar olmuş. Vecide Şener, cezaevi girişinde üzerindeki düğmeler öttü diye kızının eteğini çıkardıkları o anı anlatırken, yaşlar süzülüyor Nedim Şener’in gözlerinden: “Eteği çıkarılınca kızım kazağını beline bağladı kavuşabilmek için babasına!”
Başka babaların başka kızlarına yaşatılanları hatırlayınca utanıyor Şener: “Doğan Yurdakul’un kızı geliyor. Herkesten özür dileyerek söylüyorum. Aramalar sırasında sutyenini çıkarttırıyorlar. Sutyenim yok diye kaldırıyor bluzunu. Silivri kahraman olma yeri değil, çürüme yeri.”
“Tuncay Özkan’ın kızı Nazlıcan. Nazlıcan şu an 19 yaşında. Nazlıcan büyümüyor aslında, vicdanlardaki yara büyüyor.”
Dedim ya “kutuya konulmuş daha çok civciv” var orada!
Mustafa Balbay’ın, karnesini babasına “özel izin”le imzalatabilen kızı Yağmur neler yaşadı acaba!

***


Şener devam ediyor anlatmaya:
“Böyle bir komplonun sadece beni değil ailemi de hedef almasına kızıyorum. Kolay mı? Terörist suçlaması ne demek?”
Müyesser Yıldız’ın mektuplaşarak tamamladığımız söyleşide yazdıkları geliyor aklıma: “Eşimin ‘Terörist kocası’ yapılması kaldırılabilecek, hazmedilebilecek bir muamele değildi.”
Yaşadığı en büyük korku şu olmuş Nedim Şener’in: “Bu komployu bize kuranlar eşlerimizi de tutuklarlar mı?”
Hatırlasanıza, Müyesser Yıldız aynı korkunun kendi duygu dünyasına yansımasını nasıl anlatmıştı:
“İlk aklıma gelen boşanma davası açmaktı. ‘Keşke onu ikna etsem de o açsa’ dedim. Böylece ‘Ergenekoncu karısını’ boşamış birisi olur, omzuna yüklenen bu haksız ve ağır yükü bir miktar hafifletirdi.”
Gözaltına alındığında aklından ilk geçen şu olmuş Şener’in:
“Çocuğu okuldan kim alacak!”
Yıldız da gözaltına alındığında aklına ilk düşenin şu olduğunu söylemişti: “Ya İlim(oğlu) şimdi okula gitmezse!”
Nedim Şener cezaevinde geçirdiği 375 günü şöyle anlatıyor:
“Betonun içine gömülüyorsun. Sağın solun her tarafın beton. Toprak yok ağaç yok. Bir mandalinayla birlikte yeşil yaprak geliyor onu asıyorsun. Ya da portakal kabuğunu eline sıkıyorsun ki koku olsun diye. Koku yok. Yaşamla ilgili bütün duyuların ölüyor. Gözün bile zayıflıyor. Uzağı göremez hale geliyorsun.”
Bugün aynı şartlar altında 375 + 4. gününü yaşayanlar var hâlâ!
Şener ile aynı davanın sanıkları... Aynı suçlamaların muhatapları... Tek farkları, onlar hala “zulümhane”de prangalı! Belli ki Şener’in de aklı onlarda kaldı. Acı içinde feryat ediyor CNN Türk ekranında: “Müyesser Yıldız eziyet çekiyor resmen ve kadın üşüyor, ben nasıl sevineyim çıktığıma. Başka bir yere aldır kendini dedim. Kadın tek başına kalıyor.”
Nitekim tahliye edilen gazetecilerden Coşkun Musluk ve Sait Çakır da Akşam’dan Ercan Sarıkaya ve Mete Yılmaz’a anlattıklarıyla bunu doğruluyor. Musluk “Biz çıktık ama ruhumuz cezaevinde kaldı. Bir tarafım Balbay’la kaldı” derken Çakır “Orayı bir mezarlık gibi düşünün, biz canlı canlı mezarda yalnızlığı paylaşıyorduk. Özkan ve Balbay tek başlarına böyle bir yerde yaşıyorlar. Bir demir ve beton var. Siz demir ve betondan daha güçlü olmak zorundasınız.” diye anlatıyor.

***


Onlar “mezalık”tan çıktılar... Peki ya “diri diri gömülü halde” nefes almaya çalışanlar! “Adalet”in bir ayağı çukurda mı kaldı!




Bir “can”a hasret...

Aşağıdaki cümleler Odatv davasının tahliye edilmeyen gazeteci sanığı Müyesser Yıldız’ın CHP Milletvekili Melda Onur’a yolladığı mektuptan:
“Biliyorsunuz cezaevlerinde sadece kuşa izin veriliyor. Neden kuş da, mesela kedi değil? Kendi imkanlarımla araştırdım. Ceza İnfaz Kurumlarında Bulundurulabilecek Eşya ve Maddeler Hakkında Yönetmelik varmış. 17.06.2005 tarihinde yayımlanan bir yönetmeliğin 15. maddesine dayanıyor kuş izni. Ama belirttiğim gibi kuşun da, mesela kediye izin verilmemesinin gerekçesini bulamadım, çözemedim. Bir kedinin pekala koğuşta kalabileceğini düşünüyorum. Kuşa mesafeli durmamın sebebini tahmin edersiniz. Zaten biz kafesteyiz, onu da kafeste görmek istemiyorum. Ayrıca malum; toprak gördüğümüz yok, elektrik yüklüyüz. Bir kedim olsa okşar, sever, can alırım. İşte sizden isteğim bu. Alt tarafı bir yönetmelik. Gözden geçirilemez mi? Bunu gündeme taşıyıp ilgililerle görüşebilir misiniz?”
Özgürlüğü elinden alınmış bir insana kendini yalnız hissetmemesi için “kafeste kuş beslemesini” önermek psikolojik işkence değil midir!



BASINDAN SEÇMELER


“Halkın gerçekleri öğrenme hakkı” falan
diye tutturma. Aklını başına topla.
Biat et...
Ol emre amade
Aksi halde...
Serv-i revanım
Gerisin geri
Silivri’ye!
Yılmaz Özdil / Hürriyet




Davanın dönüm noktası olabilir

Mahkemenin serbest bırakma kararının gerekçesinde “suç vasfının değişmesi olasılığı”ndan söz etmesi çok büyük önem taşıyor. Biri yazıp henüz bastıramadığı, diğeri hiç yazmadığı kitaplar nedeniyle tutuklanan iki meslektaşımızın karşılaştığı suçlama, Ergenekon örgütüne yardım ve yataklık etmek ve bu bağlantıyla terör örgütü üyesi gibi muamele görmeleriydi.
Mahkeme, şimdi suç vasfının değişmesi olasılığından söz ettiğine göre Nedim ve Ahmet’in en küçük bir ödün vermeden yaptıkları savunmanın doğruluğunun görülmesi açısından bir karine sayılabilir.
Fikret Bila / Milliyet




Sorusu yine cevapsız kaldı

OdaTV davasının son duruşmasında avukat Fikret İlkiz muhteşem bir savunma yaptı. Söz verilen sanıklar da güzel konuştu, yargı sürecindeki tuhaflıkları bir bir ortaya koydular. Tutuklu sanık Müyesser Yıldız dedi ki:
“PKK bir terör örgütü, Abdullah Öcalan da 40 bin insanın ölümünden sorumlu bir terörist. Onun yargılanma süreci 4.5 ayda bitti. Bizim tutukluluğumuz ise 1 yılı aştı... Hâlâ delil aranıyor... Nasıl bir delil arıyorsunuz, söyleyin birlikte arayalım...”
Müyesser Yıldız bir de ricada bulundu:
“Sözde iddianameye göre, İklim Ayfer Kaleli’nin işlediği öne sürülen suçlar ve onun için talep edilen ceza benden fazla. O tutuksuz, ben tutukluyum. Neden? 1 yıldır bunun cevabını arıyorum. ‘O sarışın, sen esmersin’ veya ‘O uzun boylu, sen kısa’ gibi bir cevap bile kabulümdür. Yeter ki bir cevap veriniz.”
Soru yine cevapsız kaldı...
Melih Aşık / Milliyet




Nasıl onarılacak bu tahribat

‘Meslektaşlarımızdan’ siyasilere kadar ‘kanaat önderi’ konumundaki pek çok kişi; tutuklama kararıyla büyüyen şaşkınlık ve isyan duygusuna; gözlerini uzaklara dikip müthiş delillerin olduğunu söyleyerek cevap veriyordu.
‘Betona gömülü’, günler, haftalar, aylar geçti. O müthiş deliller bir türlü ortaya çıkmadı... Şener ve Şık cezaevine girdikten hemen sonra, Üsküp yolunda izlediğimiz AB Bakanı Egemen Bağış. ‘Bir savcının elinde güçlü deliller olmadan Cumhurbaşkanı’na bile cevap verircesine açıklamalar yapmasının mümkün olamayacağını’ söylüyordu.
Bağış’a bunu söyleten de soruşturmayı yürüten Özel Yetkili Savcı Zekeriya Öz’ün, alışılmadık biçimde yaptığı yazılı açıklamaydı. Öz’ün açıklamasında, soruşturmanın, ‘gazetecilik görevleri, yazdıkları, yazacakları yazılar ve kitaplarla ilgili olmayıp, soruşturmanın gizliliği nedeniyle açıklanması mümkün bulunmayan bir kısım delillerin değerlendirilmesi sonucu’ olduğu belirtiliyordu. Soruşturmanın gizliliği kalktığında, yani Şener ile Şık tam altı aydır cezaevindeyken açıklanan iddianamede, ‘gazetecilik görevi’, yazılanlar ve kitaplardan başka bir şey çıkmadı.
‘O müthiş delillerin’ kötücül sevinç sahiplerinin gönlünden geçenler olduğu, -buna ikna olamayanlar nezdinde- kesinleşti. Fakat bu dönem zarfında kamuoyu; Erdoğan’dan ‘kitabın bombadan tesirli’ olabileceğini, Gül’ün tutuklama kararlarıyla birlikte bu kitapların PR’ı anlamına geldiğini duydu. Nasıl onarılacak bu tahribat?..
Çiğdem Toker / Akşam




Diğerleri niye içeride

- Bir zamanlar her gece televizyonundan bana etmedik hakaret bırakmayan Tuncay Özkan niye içerde?
- Her gece televizyon ekranlarında beni sembolik idamlara mahkûm eden Yalçın Küçük neden içerde?
- Çok farklı görüşlere sahip olduğum Mustafa Balbay neden 3 yıldır hapiste?
Ertuğrul Özkök / Hürriyet




Nedim’e...

Sevgili kardeşim...
Önceki gece karının cezaevi kapısında seni karşılarken, dün de kızının senin elini tutmuş okula giderken çekilmiş fotoğraflarına baktım uzun uzun... Senin için ne düşündüğümü, neler hissettiğimi anlatmama gerek yok da... O fotoğraflar; “mutluluğun resmi” oldu kardeşim...
Darısı, aynı haksızlığın kurbanı olmaya devam eden tüm tutukluların ve yakınlarının başına...
Mustafa Mutlu / Vatan




“Ahmet ve Nedim’in gazeteci arkadaşları”nın asıl sorumluluğu şimdi başlıyor. Bakalım “Ahmet ve Nedim’in gazeteci arkadaşları”, Hikmet ve Deniz’in ya da Soner ve Barış’ın, hiç değilse Mustafa ve Tuncay’ın arkadaşları da olabilecekler mi?
Mehmet Ali Güller / Aydınlık

Yazarın Diğer Yazıları