Hastaneden hapishaneye...
Dünyanın hiç bir ülkesinde, hiç bir gazetesinde Yeniçağ okuyucularına rastlanamaz. Geçirdiğim rahatsızlık esnasında binlerce e-posta aldım. Telefon ile ulaşamayanların çok fazla olduğunu biliyorum. Her biri duygu yüklüydü. Lakin İzzet Maden’in “Ne hakla hasta oluyorsunuz!.. Hastalanmaya, kendinizle uğraşmaya vaktiniz, böyle bir lüksünüz yok” temennisi yürekten vurdu. Kendim neyse de okuyucularımı, sevdiklerimi ihmal ettiğim için özür diliyorum. Bizim meslekte “konserve” diye tabir edilen yedek yazı gibi bir alışkanlığım yok. Birkaç günlük zorunlu ara verişim kendim ile ilgili değil. Yer yüzünde herkesten ve her şeyden çok sevdiğim kızım Aybikehan’ın uzun süredir devam eden ağrıları depreşip hastahaneye yatınca, onun yanı başında acılarını paylaşma görevimi yerine getirdim. Bu esnada “Vefa”nın da İstanbul’da bir semt adı ve boza markası olmaktan öte anlamlar taşıdığını bir kez daha tesbit ettim. Ve bir annenin dramına tanıklık ettim.
Karadenizimizin sert koşullarında yaşayıp yoksulluklar içinde oğullarını ve kızını doktor eden, bu hayırlı evlatların memleket insanına şifa dağıttığını gören, dünyanın en başarılı cerrahının, biri yurdışında (Almanya-Münih) dokuzu Türkiye’de hastahaneler inşa edip, üniversite kurduğunu, onbinlerce hasta-öğrenci ve yüzbinlerce yakınının dualarını alan Emine Anne’yi gördüm. Her biri fedakârlık timsali hastahane personelinin “evlat hasreti” ni unutturmak için harcadıkları çaba gözlerimi yaşattı. O annenin eşi bir yıl önce vefat etmiş ve hapisteki oğluna son görevini yapma hakkı tanınmamıştı. Prof. Dr. Mehmet Haberal’dan bahsediyorum elbette. Milletin oyları ile vekil seçildiği halde “Suçum ne?” diye haykırıp, hayati tehlikesi olduğu halde hapisten çıkarılmayan Haberal’ın doksan yaşını geçmiş annesi evlat hasreti ile tutuşuyor. Çcukları, torunları, yeğenleri, akrabaları ile beraber sevenleri seferber olmuş. Tıbben herşey yapılıyor ama dünyanın en zengin insanı çünkü dualarla nefes alıyor. Oğul Mehmet’i dünya gözüyle görebilmek için inançla direniyor. Aynı kat ve karşı odasında Türkiye’nin yarım asrına mühür vurmuş Süleyman Demirel’in değerli eşi Nazmiye Hanımefendi var... Demirel çiftine Allah çocuk nasip etmemiş. Onun burukluğunu, yaşadıklarını hissettim. Halen hergün yüzlerce misafiri kabul eden Süleyman Demirel hem hergün eşinin ziyaretine gelerek, sürgünleri, darbeleri, iktidarları paylaştığı Nazmiye Hanım’ı yalnız bırakmıyor.
İnsan olmanın en önemli olgusu vefaya hastahanede tanık olmak herşeye rağmen mutlu ediyor insanı. Oysa hapishanede vefaya rastlamak zor. Memleketteki faşist baskı, şartların ağırlığı vs. gibi onlarca bahaneyi alt alta sıralayabiliriz. Ama içlerinde “adam olmak” mazeretine rastlayamayız. Gıpta ettiğim iki yazardan biri olan Nihat Genç “Yandaş oğlanlara mizah dersleri” başlıklı yazıda duygularıma tercüman oldu. Hasdal ve Silivri’ye ziyarete gidenleri işgal ettikleri köşelerde hedef gösterenler bir müddet sonra sabun köpüğü gibi uçup gidecekler. Esamileri okunmayacak. Mezheplerini, meşreplerini, dahası bağırsaklarındaki düğümü bildiklerimiz sonuçta görevlerini yapıyor. Ama binlerce yıllık Türk Ordusunun, yüzlerce yıllık geleneğini bir gecede ortadan kaldıranlara ne demeli? Elli koca yıl hizmet ettikleri ve korunmakta öncelikli personel sıfatı ile bazı asker ailelerine ordu tarafından tahsis edilen araçlar iptal edilmiş. Trilyonların hortumlandığı memlekette görevleri sona erdiği halde bakan danışmanlarının makam arabası saltanatı sürerken, asker ailelerine araç iptalinin gerekçesi tasarruf tedbirleri değil elbette. Üşenmedim araştırdım. Birinci Ordu Komutanlığı sayıları iki elin parmağını bile geçmeyen araçları Silivri’deki duruşmalara gittiği için iptal etmiş. Bunun adını koyamadığımdan okuyucularımızla paşlaşmak istedim. Gelecek açıklamayı yine bu sütundan yayınlayacağız elbette.
Sözü vefa’dan açmıştık... Silah arkadaşlığı hukuku yüzünden en çok rastlanan yer ordu idi... Malum dava yüzünden bu hasletin erozyona uğradığını üzülerek müşahede ediyorum. Yıllardır savunduğum “Doğan Güreş’den sonra gerçek anlamda Genelkurmay Başkanı tanımadım” tesbitime Işık Koşaner’i de dahil ettim. Kimileri “bırakıp gitti”, hatta “kaçtı” yakıştırmaları yapsa da Işık Koşaner’in ilk günden bu yana sergilediği tavır tarihe geçti. Gaz almak, yasak savmak maksatlı ziyaretler yerine emekli olur olmaz hem Hasdal hem de Silivri cezaevlerindeki ziyaretleri vefanın örneğidir. Bununla kalmayıp duruşmalara katılarak izleyici sıralarında oturup, muhakemeyi takip etmesi manidardır. “Kasaptaki ete soğan doğrayan” diyen Hilmi Özkök, trilyonluk arabaya binen Yaşar Büyükanıt, silah arkadaşları hapisteyken “Hayır böyle bir şey yoktur” diyerek tanık olmak için çaba sarfetmeyen bazı eski kuvvet komutanlarını da tarih yazacak.
Yarın (Cuma) günü yine Silivri’de olacağım. Tahliye talep gününde Hasdal ve Silivri’deki rehineleri göreceğim. Ama aklımdan Engin Alan Paşa çıkmıyor. İstanbul milletvekili seçilen Engin Alan’ın hangi partiden olduğu sorusu takılıyor kafama. Sonra eski Bayındırlık Bakanı Koray Aydın’ı hatırlıyorum. Yüce Divan’da yargılanıp yüzünün akı ile aklandığındaki duruşmalarda partisinin ne yetkilisi ne de milletvekilleri vardı yanında. Engin Alan’ın da umurlarında olmadığından eminim. Alan’ı törenle partiye davet edip, milletvekili sıralamasının en başına koyanlar bu konuda ne düşünüyor merak ediyorum. Açıklama yapıldığında, öğrendiğimde yazacağım.
Prof. Dr. Mehmet Haberal’ın annesine, Nazmiye Hanım’a, anneme ve biricik kızım Aybikehan’a dualarınızı talep ediyorum.