"Hasımsız Milliyetçilik"
Cumhuriyeti kurup, geliştirip bu günlere getiren "Harbiye, Mülkiye, Tıbbiye" üçlüsüne "Adliye"yi de eklemek durumundayız. Hukukun üstünlüğünün ve cumhuriyet ilkelerinin korunması için Adliye olmazsa olmazlarımızın arasındadır. Nitekim 100. yılı gelmeden Cumhuriyeti yıkmayı hedefleyenler "kuranlar yönetir, kuranlar yıkar" ilkesi ile harekete geçerek bu mekteplere gizlice yerleşerek amaçlarına erişmek için "G günü"nü beklemeye başladılar. Önemli ölçüde başardılar da diyebiliriz. Lakin güç sarhoşluğu hata yapmalarına sebep olunca bazıları yakayı ele verdi. Bir kısmı kaçtıysa da önemli bölümünün yer altına çekildiğini biliyoruz. Yakın tarihimizde benzeri vakalarla karşılaştığımız için bize pek yabancı gelmez bu numaralar. e-postama bu hafta Mülkiyeli dostların mektupları düşmüş. 1980 darbesinin izlerinin silineceğine dair senaryoların dayatıldığı günlerde 80'in acılarını birlikte paylaştığımız, MHP'deki gelişmeleri yakından takip eden Mülkiyeli ağabeyim halen birilerinin anlamamakta ısrar ettiği ünlü "lider-teşkilat-doktrin" üçlemesine açıklık getirmeye gayret etmiş. Geçtiğimiz yıl Merhum Türkeş'in 1995'de bir televizyon kanalında "ben dahil her şey tartışılır" sözünü hatırlatmıştım. Nitekim bu video sosyal medyada zaman zaman yayınlandı. Bugünlerde olağanüstü kongre talepleri mesafe alıp imzalar yeter sayıyı kat be kat aşınca birileri telaşla yine eski teraneye sarılmış. Ülkücü Mülkiyeli gözüyle değerlendirme şöyle:
"Ülkücü hareketin gücünü aldığı lider, teşkilat ve doktrin üçlüsünün her biri ayrı ayrı önemlidir. Bu etkin gücümüz, bizden ayrı düşünen siyasi hareketlerce bize karşı siyasi-psikolojik bir baskı unsuru olarak hep kullanıla gelmiştir.
Kuruluş günlerinden itibaren bağrından büyüttüğü her biri en güzel hali ile yaşayan bu ülkeye ihtirasla bağlı kökeni Türk, Çerkes, Laz, Gürcü, Arap, Kürt olduğuna bakmadan aynı ÜLKÜ etrafında kenetlenmiş bir başka millete de düşmanlık duymayıp yalnızca kendi milletinin güçlü ve refah içerisinde, mutlu olmasını hedefleyen "hasımsız milliyetçilik" inancımızla, fikri yaklaşımlarımızla olgunlaştırdığımız, Ülkücü harekete asla yakışmamış ve ne kadar tekrar ederlerse etsinler yapışmamış ve bu nedenle de milletimizce itibar edilmeyen haksız ve çirkin faşist iftirasını da bu üçlünün müthiş uyumunun yarattığı başarısından dolayı yapmışlardır.
Halbuki siyasi organizasyonlar, ki buna sağ-sol ve bunlara dahil edilemeyecek tüm hareketler dahil, her yerde her zaman bir ideal etrafında teşkilatlanır(örgüt demek de aynıdır) ve lider ya da lider kadrolar ile amaca ulaşılmaya çalışır.
Bir hareketin büyük olabilmesi için iki unsurun birlikteliği şarttır. Hareketin fikri kaynağının "büyüklük anlayışı" ve "hareketi yaşayanların" büyüklük anlayışı. Hiç bir hareket kendi başına "büyük" değildir. Milletler yok olabilir ki binlercesi yok olmuştur. Bugün adını bildiğimiz Sümerler, Hititler, Lidyalılar, vs.. binlerce milletin tek bir ferdi dahi yoktur, yok olmuşlardır. Adını hiç bilmediğimiz milletleri sayamıyoruz bile. Binlerce insanın öldüğü büyük savaşlar yapılabilir, ki yapıldığını biliyoruz, ancak bugüne hiç bir iz bırakmamıştır. Tarihin yok ediciliğinde öğütülmüş, zerre kadar dahi yer alamamışlardır.
Büyük hareketler büyük olayların olmasını sağlarlar. Aklı veya gönül gözü açık olanlar bu büyük olayların yaklaştığını görürler. Fikirlerinde eylemlerinde samimi iseler, "ben bu harekete ve yaklaşmakta olan büyük günlere layık mıyım?" endişesine kapılırlar. En küçüğünden en büyüğüne yapılacak tüm hareketlerde varılacak ülkü'ye layık olma endişesidir, başarıyı sağlayan.
Şimdi sizlere iki soru sormak istiyorum sevgili Ülküdaşlarım;
Türkiye Cumhuriyeti büyük, hem de çok büyük olayları halen yaşamakta mıdır ve daha büyüklerini de yaşamaya yaklaşmış mıdır?
İkincisi ise:
Sizce bu büyük olaylar yaklaşırken hatta kapımızın önüne gelmişken, bizi güçlü kılan lider, teşkilat ve doktrin üçlüsünü etkin olarak devreye sokabiliyor muyuz?
Cevabınız Türkiye'nin ve Türk milletinin kaderinde sert bir iz bırakacak.
Saygı ile..."