Hareketin ihtiyacı...
Kant'ın "Bir filozofu önemli kılan şey, doğru cevap vermesi değil, doğru soruları sormasıdır" sözünü bir tarafa not etmiştim yıllar önce...
Doğru öğrenme doğru sorularla mümkün. İşte bir türlü arzuladığımız yerde olamamamızın sebebi de bu: Soru soramamak...
Düşünerek değil itaat ederek adım attığımız siyaset hayatımızda soru sormayı öğrenmememiz anormal bir sonuç değil.
Bugün yaşadıklarımızın da sebebi bu: Soramamak, sorgulayamamak.
Feylesof olmaktansa politikacı olmayı öğütleyen bir zihniyet yapısının tepemize konuşlanmasının sonucudur bu sorgusuz-sualsiz yaşam tarzımız.
Neticede sorumluluk da yoktur bu tarz yaşamda. Sorumluluk tepedekindedir: Emreder yaparız, sonuçlarına tepedeki katlanır.
Ama hayır! Sonuçlarına tepedeki değil yine biz katlanıyoruz. Çünkü bu yapıda tepedeki "masun"dur; yaptıklarından sorumlu değildir...
Karışık mı oldu?
Halbuki o kadar açık ki her şey...
***
Yukarıda yazılanlara bakıp "ben sorabiliyorum!" diyerek kendini kandırma. Bu durum eksik başlangıcın devam etmesi demek.
Korkma, bu durum sadece bizim değil, Türk sağının muzdarip olduğu bir marazi hâl.
Neden?
Çünkü okuyacağımız şeye bile bir bilenin karar verdiği bir geleneğin takipçisiyiz. Talebeyken ceketinizin cebinde sakladığınız kitaplar olmadı mı hiç; hatta şimdi bile...
Takip ettiklerimizden kopyaladıklarımızla yürüttüğümüz hayatlar var. Kes-yapıştır tekniği ile yürüyen bir politik hareketin geleceği nokta bu.
"Liderin yanlışı benim doğrumdan daha doğrudur"u kalbinin en müstesna köşesine yerleştiren hareketler hakiki manada siyaset üretebilir mi?
Üretemez. Üreteceği şey ancak anlaşmazlıktır. Ürettiği şeyi 7 aydır hep birlikte temaşa ediyoruz...
Ulaştığı noktayı ise bayramın 2. günü hep birlikte gördük: Kendinden sonraki nesil ile sokak kavgası yapmak.
Emaneti devredecekle devralacağın yumruklaşması da mı aklımızı başımıza getirmeyecek?
Neden kızıyorsunuz o çocuklara?
O otel kapısına gelip "Hareketin Lideri..." sloganı ile içlerinde belki babalarının da olduğu kalabalığı protesto eden çocuklar bizden gördüklerini yaptılar...
Daha 3-5 yıl öncesine kadar yönettiğimiz Partide, Ocakta lidere sadakatin şereflerin en yücesi olduğunu öğretmiyor muyduk bu çocuklara?..
Hiç, "ben öyle yapmadım!" demeyin. "Demokrasiye aykırı bu yaptıkları!" diye şikayet etmeyin...
Öncelikle hikayenin bize ait olduğunu kabul ederek başlamamız lazım işe: Topu taca atarak değil...
***
"O çocuklar demokratik haklarını kullanıyorlardı" cümleleri ile Ülkücü hareketin demokrasi havariliğine soyunanlar var bir de...
Komik olduğunuz için beylik soruyu soruyorum: Sizin çocuklarınız neden kullanmıyor o demokratik hakkı bir türlü?
Hangi Cafe'ye takılıp kalmışlardı?
O kavganın içine düşmüş çocuklardan bazılarının, muhalif olduğunu bildikleri hocalarına karşı ne kadar saygılı olduklarını bilenlerdenim.
"Spontane tepki, bizim haberimiz yoktu, ne yapmışlar haytalar?" demesin kimse.
"Bizim geleneğimizde böyle bir şey yok, biz bunlara demokrasiyi, düşünce özgürlüğünü öğretmiştik ne işi var bunların bizim bayramlaşma törenimizde" de demesin kimse...
Gülerim...
Kimse şikayet etmesin.
Bu çocuklar bizden gördüklerini yapıyor. Bizim yıllarca yaptığımız gibi lidere "itaat" ederek yaşıyor.
Çocuklarımız neden o salonun önüne geldi, bu nesil neden "sorgulamadan itaat" esasına göre hareket ediyor?
Ve biz gelirsek farklı mı olacak?
Veya farklı bir şeyler yapacak mıyız?
***
Konfüçyus şöyle demişti: "İhtiyarı iyi dinleyin, o akıntılara güvendi karşıya geçti. İnsana neden güvenmesin..."
Bayramda yaşadıklarımız hareketin neye ihtiyacı olduğunu gözler önüne serdi: Akıntılara karşı güvenle bizi karşıya geçirecek bir ihtiyara ihtiyacımız var...