Harbiyelilerin Çığlıkları!

Türkiye’yi derinden sarsan FETÖ’cü darbe girişiminden sonra cemaatin kurumlara nasıl yerleştirildiğine dair bilgiler ortalığa saçılmaya başlandı. Vakti zamanında bu tehlikeli yapıyı deşifre etmek için yazılan kitaplar, yapılan uyarıların hepsi; “hakim, savcı, polis” gibi sıfatlar taşıyan, özünde devlet yerine cemaate bağlı olan kişiler tarafından yasaklanmış, bastırılmıştı.

Son darbe girişiminde cemaatle hiçbir bağlantısı olmayan birçok Harbiyeli öğrenci de mağdur olmuş durumda. Ailelerinden nasıl milliyetçi olduklarını bildiğim ve FETÖ/PDY ile hiçbir bağlantısı olmayan gençler de şu anda Silivri Cezaevi’ndeler… Akıbetleri avukatları aracılığıyla öğrenilse de aileler perişan. Bu konuya en kısa zamanda önem gösterilmeli…

***

Köşemin geri kalan kısmını halen milliyetçi STK’larda aktif görev yapan Metehan Kömbeci kardeşime bırakmak istiyorum. Kömbeci, Işıklar Askeri Lisesi’nden mezun olduktan sonra Kara Harp Okulu’na giriyor. Okuldan mezun olmasına 1,5 sene kala düzmece bir sağlık raporu ile okuldan atılıyor. Kendisi daha sonra Anadolu Endüstri Mühendisliği Bölümü’nü büyük bir başarı ile bitiriyor. İşte Kömbeci’nin tarafıma ilettiği mektubundan çarpıcı bölümler:

2005 yılında 15 yaşımda büyük umutlarla girdiğim Işıklar Asker Lisesi’nde 4 yıl boyunca harika bir eğitim aldım. Komutanlarımız bizi çağın gerekleri doğrultusunda donanım sağlamamız, milletimize en iyi şekilde hizmet etmek için gerekli gelişimi göstermemiz için ellerinden gelen çabayı gösterdiler.

Şok Mangaları

Askeri liseyi bitirip Kara Harp Okulu sınırlarına girer girmez cehennem başlamıştı. Hazırlanan isim listelerine göre öğrenciler gruplandırılmıştı. Şok mangası kavramıyla tanışıyorduk. Cemaatçi öğrencileri Harp okulunda himayeyle görevlendirildiğini düşündüğümüz o yıl tayin edilen subaylar ilk saatlerden itibaren askeri öğrencilere kan kusturmaya başlamıştı. Şok mangalarına “Eğitim eksiğiniz var “denilerek uzmanların kesinlikle dışarı çıkmayın dediği saatlerde; sıcağın en fazla hissedildiği zamanlarda bile durmadan sözde eğitim yaptırıldı. Hayatında üniforma giymemiş sivilden gelen cemaatçi öğrenciler bir kez olsun bu kamplara katılmamıştı.

İzmir Menteş Askeri kamp bölgesindeki eğitimin tabur komutanı ise son günlerde ismini sıkça duyduğumuz bir isimdi: Kosova’daki görevinden izin alarak darbe girişimine destek için gelen Kur. Alb. Tanju POSHOR...

Kampın işleyişi ise şu şekildeydi: Sivilden gelenler ve askeri liseliler iki gruba ayrılmıştı. Askeri liseliler arasından da şok mangaları oluşturuluyor, mangadaki fiziksel ve psikolojik mobbinge dayanamayıp ayrılanların yerine hemen yenisi ekleniyordu.

Şok mangası sabahın ilk saatinde eğitime başlardı. Sinek kaydı traş olsak bile “traş olmamışsın”, çadırımız düzenli olsa bile komutanlar tarafından bozulur “bu ne düzensizlik”, bütün sorulara cevap versek bile “neden dersine çalışmadan geldin” yeni boyanmış botun altı tozlu diye “boyasız botla eğitime çıktın” diyerek ceza eğitimiyle güne başlanırdı. Saatlerce yaptırılan toz duman içinde süründürürken yüzümüze kürekle toprak atılır ağzımız burnumuz kumla dolar, bayılmayalım diye zorla tuzlu su içirilip eğitime devam ettirilirdi.

Hatta bir seferinde o kadar yüklenmişlerdi ki sürünürken yerden fışkıran bir su gördüğümü zannettim, elimi attığımda kumdu: serap görmüştüm. Sızma eğitimi sırasında pis suda saatlerce tutulur, tüm bölüğün önünde her türlü hakarete maruz bırakılırdık. O kadar fazla yüklenirlerdi ki insanlar bize selam vermeye korkar hale gelmişti. Yemek yememize bile çoğu zaman 5 dakika verilmediğinden bazı arkadaşlar bize acıyıp yastıklarımızın altına bisküvi bırakırdı. Her eğitimde bir arkadaşımız bayılır, kucağımıza düşerdi. 15 yaşından beri dost olan gencecik yürekler birbirlerine yapılan eziyete şahit oluyordu.

Cemaatçiler Sınıf Geçerken, Başarılı Öğrenciler Bırakıldı

Sivilden gelen arkadaşlarımızın birçoğu üniversite sınavında başarısız sayılabilecek sıralamalardaydı. Cemaat oyununu burada oynuyor, kendine bağlı öğrencilerin ön saflara geçebilmesi için önlerinde yer alabilecek öğrenciler uzaklaştırılıyordu. Sınavlar sonucunda hiç beklenmeyen sonuçlar geliyor, zekası ve çalışkanlığı herkes tarafından takdir edilen arkadaşlarımız sınıfta kalırken; yine hiç beklenmeyen insanlar önemli dereceler alıyor sık sık ödüllendiriliyordu.

MEKTUBUN TAM METNİ:

2005 yılında 15 yaşımda büyük umutlarla girdiğim Işıklar Asker Lisesi’nde 4 yıl boyunca harika bir eğitim aldım. Komutanlarımız bizi çağın gerekleri doğrultusunda donanım sağlamamız, milletimize en iyi şekilde hizmet etmek için gerekli gelişimi göstermemiz için ellerinden gelen çabayı gösterdiler. Buradaki eğitim o kadar kaliteliydi ki sivilde okuyan bir öğrenciye göre hem fen bilimlerinde, hem sosyal anlamda hem de sportif açıdan çok parlak bir yerdeydik. Tüm bunlardan önemlisi Atatürkçü düşünce sistemine gönülden bağlı olan bu gençler Türk ordusunun geleceğiydi, sahip oldukları donanım her birini birer kurmay adayı, geleceğin generali gözüyle bakılmasına sebep oluyordu.

Birçok arkadaşımız ulusal ve uluslararası yarışmalarda önemli dereceler aldılar. Basında okulumuzun adını sık sık başarılarıyla görüyorduk ki bu da bizim için ayrı bir motivasyon kaynağıydı. Aldığımız bu eğitimle başarılı birer subay olacağımıza tam bir inançla mezun olup Kara Harp Okulu intibak kampını beklemeye başladık.

İntibak kampı eğitim açısından oldukça zor olan 7-8 haftalık bir kamptır. Kampın zor geçeceğini biliyorduk ancak beklemediğimiz gelişme ve muamelelere maruz kaldık.

3 askeri lise her yıl Harp Okuluna gönderilmek üzere 700 civarında öğrenci mezun eder. 2009 yılından önceki yıllarda bu askeri liselilere ek olarak düşük miktarda sivil öğrenci alımı yapılırdı. Ancak bu iş 2009 yılında şaşırtıcı şekilde değişti. İntibak kampına çağrılan sivil sayısı o kadar fazlaydı ki askeri liselilerin gönderileceğinin ilk işareti bu şekilde verilmişti.

Daha Harp Okulu sınırlarına girer girmez cehennem başlamıştı. Hazırlanan isim listelerine göre öğrenciler gruplandırılmıştı. Şok mangası kavramıyla tanışıyorduk. Cemaatçi öğrencileri Harp okulunda himayeyle görevlendirildiğini düşündüğümüz o yıl tayin edilen subaylar ilk saatlerden itibaren askeri öğrencilere kan kusturmaya başlamıştı. Şok mangalarına “Eğitim eksiğiniz var “denilerek uzmanların kesinlikle dışarı çıkmayın dediği saatlerde; sıcağın en fazla hissedildiği zamanlarda bile durmadan sözde eğitim yaptırılırken hayatında üniforma giymemiş sivilden gelen öğrenciler daha kampa bile katılmamıştı.

Şok mangalarının neye göre oluşturulduğunu bulmak istediğimizde ise karşımıza enteresan sonuçlar çıkıyordu: Ders durumu kötü olanlar desek birçoğumuz askeri liseyi önemli derecelerle tamamlamıştık, TÜBİTAK yarışmalarında her yıl önemli dereceler alınıyordu hatta aramızda “Dünyada Yılın Genç Araştırmacısı “ seçilen bir arkadaşımız bile vardı. Disiplinsiz öğrenciler desek birçoğumuz tam disiplin notuyla mezun olmuş komutanlarımızın defalarca takdirle ödüllendirdiği gençlerdik. Yıllar geçtikçe anladık ki bizim eksiğimiz donanım ve karakter değildi, tam tersi fazla olan şeyler vardı: Askeri liseliler bir cemaate/şeyhe bağlı değildi ve bu gençler vatanlarına tam bir sadakatle bağlıydı. Bu değerlere sahip olan gençleri bir hainin emriyle halkına ateş ettirerek darbeye zorlayamazsınız.

Sivilden gelen arkadaşlarımızın birçoğu üniversite sınavında başarısız sayılabilecek sıralamalardaydı. Cemaat oyununu burada oynuyor, kendine bağlı öğrencilerin ön saflara geçebilmesi için önlerinde yer alabilecek öğrenciler uzaklaştırılıyordu. Sınavlar sonucunda hiç beklenmeyen sonuçlar geliyor, zekası ve çalışkanlığı herkes tarafından takdir edilen arkadaşlarımız sınıfta kalırken; yine hiç beklenmeyen insanlar önemli dereceler alıyor sık sık ödüllendiriliyordu.

İzmir Menteş Askeri kamp bölgesindeki kampın tabur komutanı ise son günlerde ismini sıkça duyduğumuz bir isimdi: Kosova’daki görevinden izin alarak darbe girişimine destek için gelen Kur. Alb. Tanju POSHOR. Kampın işleyişi ise şu şekildeydi: Sivilden gelenler ve askeri liseliler iki gruba ayrılmıştı. Askeri liseliler arasından da şok mangaları oluşturuluyor, mangadaki fiziksel ve psikolojik mobbinge dayanamayıp ayrılanların yerine hemen yenisi ekleniyordu. Şok mangası sabahın ilk saatinde eğitime başlardı. Sinek kaydı tıraş olsak bile “tıraş olmamışsın”, çadırımız düzenli olsa bile komutanlar tarafından bozulur “bu ne düzensizlik”, bütün sorulara cevap versek bile “neden dersine çalışmadan geldin” yeni boyanmış botun altı tozlu diye “boyasız botla eğitime çıktın” diyerek ceza eğitimiyle güne başlanırdı. Saatlerce yaptırılan toz duman içinde süründürürken yüzümüze kürekle toprak atılır ağzımız burnumuz kumla dolar, bayılmayalım diye zorla tuzlu su içirilip eğitime devam ettirilirdi. Temmuz/Ağustos sıcağında erimiş asfaltta üstümüzde sadece şort varken süründürülüp, şınav çektirirlerdi ki bunun sonunda elimiz ve kollarımız su toplardı, hemen ardından dikenler üstünde süründürür sonrasında da denize sokarlardı. Hatta bir seferinde o kadar yüklenmişlerdi ki sürünürken yerden fışkıran bir su gördüğümü zannettim, elimi attığımda kumdu: serap görmüştüm. Sızma eğitimi sırasında pis suda saatlerce tutulur, tüm bölüğün önünde her türlü hakarete maruz bırakılırdık. O kadar fazla yüklenirlerdi ki insanlar bize selam vereye korkar hale gelmişti. Yemek yememize bile çoğu zaman 5 dakika verilmediğinden bazı arkadaşlar bize acıyıp yastıklarımızın altına bisküvi bırakırdı. Gecenin geç saatlerine kadar subaylar dönüşümlü olarak bu işkenceleri uygular ancak bizim dinlenmemize müsaade edilmezdi. Bazen o kadar saçma/çocukça şeyleri söyleyerek bölüğün çevresinde koşmamızı isterlerdi ki bize gülenleri gördükçe sinirimiz daha da yıpranırdı. Her eğitimde bir arkadaşımız bayılır, kucağımıza düşerdi. 15 yaşından beri dost olan gencecik yürekler birbirlerine yapılan eziyete şahit oluyordu. Bırakıp gitmediğimiz her dakika” istediğin kadar diren seni Harbiyeli yaptırmayacağım”, “sen bu zihniyetle subay falan olamazsın”,”o şerefli üniformayı sen giymeyeceksin” cümleleri birimiz için söylenirdi. Gördük ki o şerefli üniforma çoktan şerefsiz bedenlerin üstüne geçmişti bile. Gece 3-4 e kadar yaptırılan ağır eğitim/işkence (her ne derseniz) sinirleri en zayıf noktaya getirmişken annemiz babamız aranır iniltilerimiz dinletilir, onların ağlama sesini duydukça iyice çökerdik. Telefon açıkken “hadi annene şerefsiz olduğunu, ayrılmak istediğini söyle” diyen üsteğmenler bugün hapiste yaptıklarının hesabını vermektedir. Günde iki saat uyursak kendimizi şanslı sayıyorduk. Beni gören çoğu arkadaşım” o meşhur Metehan Kömbeci sen misin” diye soruyordu; insanlar yüzümüze korkuyla bakıyordu.

İntibak kampının sonunda beni almaya gelen ailem beni tanıyamamıştı, ayaklarımın altı parçalanmış, aşırı kilo vermiştim. Sinir yapımızdan bahsetmiyorum bile. Ailem bugün bile “ O kamptan döndüğünde hiç insan gibi değildin “ der.

Tüm bu insanlık dışı muamelelere dayanıp Harp Okulu’na gidince ise başka bir senaryo başlıyordu. Daha dönemin başında okulu iyi dereceyle bitirmenizi engellemek için disiplin puanı düşürülürdü. Bu aşamadan sonra çok başarılı bir öğrenci olsanız bile başarılı bir gelecek hayalleriniz suya düşer. Artık sadece atılmamak için çaba sergilediğiniz anda ise devletten maaş alan adiler bazı arkadaşlarımızın dolabına yasak yayın koyarken bazılarının odalarına dağıtıp tutanak tutuyordu. Derslerde başarının önüne geçmek içinse bambaşka bir uğraş vardı: Harp okulu yönetmeliğince sınavlarda kurşun kalem kullanmak zorunludur. Ayrılması istenen arkadaşlarımızın sınav kağıtlarındaki cevapların silindiği defalarca ispatlanmıştır. Sınav gecesi çalışmayalım diye verilen uzun görevler de cabası. Belki başarırsak geçer dediğimiz zamanlarda bile başardığımız her görevden sonra daha da imkansız işler isteniyordu.

Hala ayrılmadınız mı? Ergenekon, Balyoz gelir. Mezun olmanıza haftalar kala bir gece gözaltına alınıp götürülür,3 yıl hapiste yatırıldıktan sonra “Pardon, yanlışlık olmuş” denir.

Yine ilişiğiniz kesilmediyse Sağlık Muayenelerinde FETÖ cü doktorlar devreye girer. Askeri Liseye girerken çok detaylı bir muayeneden geçerek askeri öğrenci olan gençler her yıl düzenli olarak sağlık muayenesinden geçer. Ancak Harbiye’de 2012 senesinde yine sıradışı olaylar oldu.2012 senesi ki Harp Okulu tarihinde sağlık raporu verilerek öğrencinin ilişiğinin kesilmesi olayının en fazla olduğu senedir, hatta rekordur demek daha doğru olur.

Ben pilot muayenesini geçmişken (en detaylı sağlık muayenesidir) sonradan hastaneye sevk edildim. GATA askeri öğrenci olamaz raporu verdi, ancak iki doktorun itirazı üzerine bu rapor geçersiz kılındı. Bu sefer de Hava Hastanesine gitmem için baskı yapılmaya başlandı, er yada geç ordudan atılacağım, şimdi ayrılırsam tazminat ödemeyeceğim, emrimde asker varken bir şey olursa onların vebalini ödeyemeyeceğim, üniversite sınavına az bir süre kaldığı; ayrılırsam orada iyi bir derece yapabileceğim gibi hususlar üzerinden yapılan baskıya daha fazla dayanamadım ve Hava hastanesine gittim, aynı gün birçok arkadaşım gibi “Askeri öğrenci olamaz raporu” verildi. Burada bazı iyi niyetli, bazı şeylerin farkında olan komutanlarımın “Sakın bırakma “ konuşmaları da oldu,ancak bu baskıya dayanmamız artık mümkün değildi. Harp Okulundan mezun olmama yaklaşık bir buçuk yıl varken sağlık sebebiyle ilişiğim kesildi. Kaderin bir cilvesi midir bilmiyorum aynı gün Kara Havacı yani helikopter pilotu olmaya hak kazandığımı öğrendim. Hayallerime kavuştuğum gün, maalesef hayallerimizin gerçeğe hicretinin yarım kaldığı gün oldu.

Mücadelemizi bırakmadık, siyasilere sesimizi duyurmak için her şeyi yaptık. Mecliste bir komisyon bile kuruldu. Bu komisyon sayesinde çıkan bir kararla geçmişte ordudan atılan hemen hemen herkese af getiriliyordu ancak tek istisnası vardı: 2012 yılında ayrılanlar hariç!

Ayrıldıktan sonra yatay geçiş başvurusu yaptığımız bazı üniversitelerin rektörleri sınavlarını başarıyla geçmemize rağmen “Biz buraya postallı adam sokmayız, çıkın dışarı” dediklerini, sonradan milletvekili adayı yapıldıklarını da unutmadım. Hele hele muhalefet partisi milletvekillerinden bazılarının “Yok canım olur mu öyle şey” dediğini de.

Ayrıca biz cemaatin komplosuna uğradık diyerek mahkemeleri göreve çağırdığımızda devlet büyüklerinden yardım istediğimizde ise aldığımız cevap: SAÇMALAMAYIN oldu.

Bütün bu olanlara rağmen devletime sadakatimden, bayrağıma aşkımdan asla ödün vermedim. Arkadaşlarımın doğudaki mücadelesine destek olabilmek için üniversitelerde kendimi bayrağa siper ettim. Orduda cemaati rahatsız eden bizler üniversitelerde de PKK sempatizanlarını rahatsız ettik. Her gece “Yılmayacağız, yıkılmayacağız, başaracağız” dedik.

Bu yıl mühendis olarak mezun oldum, vatana küsmeyip hala devletimizi ayakta tutmanın mücadelesini veriyor, bir bayrağa gönül vermenin huzurunu yaşıyorum. Bir kutlu sevdaya gönül eri olmanın vebali bunlarsa bilsinler ki biz Kürşad’ın torunlarıyız, belki 40 kişi kalırız ama asla Türklüğümüzü yerlere düşürmeyiz.

Bu zorlu dönemlerde desteğini esirgemeyen aileme, arkadaşlarıma ve ailelerine; ayrıca konudaki hassasiyetiniz için size teşekkürlerimi bir borç bilirim.

Saygılarımla…

Yazarın Diğer Yazıları