Hangisi daha kazançlı?
Medya patronu-asker ilişkisini maddi çıkara dayandıran Ahmet Altan, medya patronu ile
AB foncuları veya gazeteci ile Soros ilişkisinin neye dayandığını ne zaman açıklayacak?
Hem “askerle ilişki kurmanın ne kadar kazançlı bir iş” olduğunu yazan, hem de bu ilişki biçimini karalayan kişi Ahmet Altan olunca, “yok” diyorsunuz, en ufak bir kazanç ışığı görseydi, hayatını karargahla gazete arasında köprü olmaya adardı...
Taraf’a Yayın Yönetmeni olduktan sonra Sabah’tan Şirin Sever’in “Kitap basmak gazete kuracak kadar kârlı iş mi? Perde arkasında başkaları var mı?” sorusuna “Kaç para koyuyorlar bilmem. Nasıl onların bana bazı sorular sormaları yasaksa ben de onlara bazı soruları sormam” cevabını veren, “şaibeli ilişkilerin, karanlıkta kalan cevapların bu ülkeyi mahvettiğini” savunan Ahmet Altan değil miydi? Patronlarına “finans kaynaklarıyla ilişkileri” konusunda soru soramayan Altan’ın önce kendi evinin önünü temizlemesi gerekmez mi?
İlişkileri kafa karıştırıyor
Aynı röportajda “Finanse eden bir tek Alkım yayınları mı?” sorusuna cevaben demişti ki, “Arkalarında kimse yok! Eğer birisi böyle bir şey olduğunu gösterirse, o an buradan çıkarız.” Gel zaman git zaman Altan’ın patronlarının işlerinin hiç de iyi gitmediği ortaya çıktı. Böyle bir durumda bile Altan “Nereden geliyor bu değirmenin suyu? Paranız yoksa kim besliyor beni kardeşim” diye soramadı.
İstikrarlı biçimde zarar eden Taraf’ın transferleri ilk günden beri, “fakir ama gururlu gazete” pozuna oturmadı. Yasemin Çongar’ın Milliyet gibi köklü bir gazetedeki görevini, Washington’daki kurulu düzenini bırakarak “Kadıköy’deki bir kitapçının 4. katında sürünmeye” kesin dönüş yapması kimseye inandırıcı gelmedi. “Yasemin’in miyonu ne?” ve “Bu misyonun yerine getirilmesi kaça patladı?” soruları hiç cevaplandırılmadı.
Taraf’ın Radikal’den transfer ettiği Murat Belge ve Neşe Düzel, Soros’un Açık Toplum Enstitüsü’nün vazgeçilmezlerindendi...
Ahmet Altan, ne onların, ne kocası CIA ajanı Amberin Zaman’ın, ne Utah’tan sızan belgelerin değişmez yayıncısı Nokta’yı yöneten Alper Görmüş’ün, ne Utah’tan ve sıkı fıkı olduğu CIA ajanlarından da vazgeçip de bir türlü ülkesine dönemeyen Emrullah Komser’in, ne ‘ETÖ isminin yaratıcılarından polisi’ eğiten Önder Aytaç’ın ilişkilerini sorgulamadı. Kendisi sorgulamadığı gibi, sorgulayanları duymamazlığa geldi. Başta Yeniçağ olmak üzere, Oray Eğin, İlhan Selçuk, Melih Aşık, Serdar Akinan, Fatih Altaylı... sormayan kalmadı, ama “Paranın kaynağını açıkla” talebi karşılıksız kaldı.
Mehmet Betil açıkladı
Hatırlarsanız, bir süre önce “üzerinde çalıştığı araştırma”yı gerekçe göstererek yazılarına ara vermişti Altan. Ne zaman iş başı yaptı? “Mehmet Betil geldi. Bütün hesaplarımızı çıkarttık. Mehmet, gerekenden de fazla taze parayı koydu. Nefes aldık. Önümüzdeki on yılın stratejisini belirledik” açıklamasının yayınlandığı gün.
Şimdi ‘Altan’ın parayla imtihanı’nın notunu vermeyi size bırakıyorum.
Alkım Yayınlarına ’cebine giren paranın kaynağını’ soramayan Altan Mehmet Betil’e sordu mu peki? “Mehmet Betil yardım etti, başka bir kaynak gösterin kapatalım gidelim” demişti. Kaynakları Betil bizzat gösterdi: AB ve ABD’nin fon veren kurumları!
Dedi ki, “AB ve ABD fonlarından faydalanmak üzere görüşmeler yapıyoruz...” Dedi ki, “Avrupa’da yayın yapan bir gazete ile ortak olacağız.” Dedi ki “ABD’den öğrenecek çok şeyimiz var”
İki patronu da, finans kaynakları konusunda Ahmet Altan’ı yalanlayarak, arkalarındaki güçleri sıraladılar. Şimdi Altan, taahhüt ettiği gibi “çekip gitmeyi mi”, “kapatıp gitmeyi mi” tercih eder ?...
Cevap ikisi de değil. Memleketi bir çift kadın memesine satmaya hazır, bir baba ile kızın cinsel ilişkiye girmesini sevginin doruğu olarak yorumlayan, ensest, eşcinsellik, şiddet savunucusu Altan’ın düşünce yapısına göre fahişelik kadına yakışır bir özellikti. İnsanın bedenini satmasını normal karşılayan Altan, fikirlerini satmaktan rahatsızlık duyar mı?
++++++
SOSYAL DEVLET GERÇEĞİ:
Hıncal Uluç değil de sigortalı Mehmet olsaydım; İntihar ederdim
Ben Hıncal Uluç, bu şöhretim, bu kadar param ve de arkamda Sabah gibi bir kurum olmasa da, bu Sosyal devletin sıradan vatandaşı, sıradan işçi Mehmet olsaydım ve başıma bunlar gelseydi, ne olurdu bilir misiniz?..
Şimdi acılar ve sancılar içinde sürünüyor, belki de intiharı çözüm olarak arıyor olacaktım. Çünkü çektiğim acıların tarifi sözlükte yok.. Ameliyatımı yapan Dr. Azmi Hoca, boynumdan dejenere olmuş ve kola giden sinire baskı yaparak o müthiş acılara sebep olan diskin bir değil, üç olduğunu görmüş, üçünü de değiştirip yerlerine, boyna ayni hareketleri ve ayni yaşam düzeyini sağlayan ve beni hayata geri döndüren üç titanyum disk takmıştı.. Bilimsel adı, servikal disk protezi.. Tamam da Hıncal değil de sosyal sigortalı Mehmet olsaydım eğer..
Bu sosyal devlet beni acılarımla baş başa bırakırdı. Çünkü Recep Tayyip Erdoğan’ın sözünü ettiği sosyal devletin güvenlik kurumu 2008 aralık ayında bir karar aldı.
“Bundan böyle servikal disk protezi sadece 45 yaşından küçüklere takılacaktır.” 45’i aşanların cehenneme kadar yolu var.. Paraları varsa ameliyat olurlar..
Bu kadar mı?.. Değil..
“45 yaşından küçük olanlara da sadece, sadece bir, tek bir disk takılacaktır.” Fazlası kendi parasıyla.. Yoksa.. Sürünsün kerata!..
Konu insan sağlığı olunca 52 yıldır prim ödeyen Hıncal, anasını da alsın gitsin.. Çünkü yaşı 45’ten büyük ve üç diski sakat üstelik.. Ama iş oya gelince, akar suyu olmayan köylüye çamaşır makinesi verilsin ki, üzerine örtü serip masa diye kullansın da dünya bizim nasıl sosyal devlet olduğumuzu görsün.
* Hıncal Uluç / Sabah
++++++
Medyanın iç yüzü
Bütün darbecilerin, cuntacıların, çetecilerin hayatımıza girdiği kapının menteşesi bu ülkenin medyasıdır. Katilleri kahraman diye o medya sunar...Türkiye’nin en büyük holdinglerinden birinin sahibi, tek yıldızlı bir generalin karşısında ezildikçe eziliyor. Bu konuşmada, zenginlerin askerin gücünden yararlanabilmek için ne hallere girdiğini görüyorsunuz... Askerle yakın bir ilişki kurmanın nasıl “kazançlı bir iş” olduğunu da anlıyoruz...“Medya” denilen şeyin içyüzünü,“haber” sandığınız, “yazı” sandığınız şeylerin nerelerde, neler karşılığında tezgâhlandığını anladınız mı? Yıllarca kandırdılar sizi. Bu ülkede darbeler, cinayetler, çeteler kolayından olmadı. Hepsinde medyanın kana ve paraya batmış parmağı vardı.
* Ahmet Altan / Taraf
++++++
Suç ortaklığı
Rapor alıp askere gitmekten kurtulan Bilal ile öbür gelinin kurdukları altın şirketi... Şirketi milletten gizlemeleri... Tayyip Erdoğan hükümetinin şirketle birlikte altın ve mücevherattaki KDV’yi indirmesi... Dünyanın her yerinde böyle bir rezalet iktidarı götürüyor. Ama Türkiye’de hiçbirşey olmuyor.
Niçin? Çünkü bir suç ortaklığı söz konusudur...
İktidarı elinde bulunduran “gemicik”leri alıyor, öbürüne “nohut” veriyor... İktidardaki; damadını kamu bankasının parası ile “gazete televizyon sahibi” yapıyor, öbürüne “makarna” gönderiyor... İktidarın başı oğullarına KDV’siz “altın mücevherat şirketi” kazandırıyor, öbürlerine “beyaz eşya” dağıtıyor...
Böylece iktidara birşey olmuyor...
Bu seçen ile seçilenin suç ortaklığıdır... Muhtaç vatandaşın yoksulluğu iktidardakini zenginleştirirken, iktidardakinin zenginleşmesi muhtaç vatandaşa nohut-mohut sağlıyor.
* Bekir Coşkun / Hürriyet
++++++
Mahkemeyi çiğniyorlar
Yüksek Seçim Kurulu seçmene hediye dağıtmanın Anayasa suçu olduğunu açıkça ortaya koydu.
Tunceli’de dağıtım aynen sürüyor. Mahkeme kararlarını belediye yasağına indirgeyen zihniyetin niyetini, hedefini iyi takip etmek lâzım. İktidar, Anayasa’nın değiştirilemez maddelerini işlevsiz bırakarak ortadan kaldırmaya çalışıyor olabilir mi?
* Güngör Mengi / Vatan
++++++
Pardon yanlışlıkla hayatınızı çaldık
Hurşit Tolon neden 7 ay 10 gün hapis yatırıldı, neden tahliye edildi?
Avukatı İlkay Sezer diyor ki:
- Oğlunun evinde Eregenekon Lobi Örgütlenmesine ilişkin bir CD bulundu. Oğlu böyle bir CD’yi ilk kez görmüş. Onu eve kimin koyduğunu bilmiyor. Üstelik o belgedeki bilgiler de 2001 yılında kimi gazetelerde yer almış. Mahkeme bu durumu göz önüne alarak tahliye kararı verdi...
O belgeyi oraya kim yerleştirdi gerçekten? Merak etmez misiniz?
Ergenekon soruşturması geniş bir destekle yola çıkmıştı...
Çetelerin kovuşturulmasına kimsenin itirazı yoktur. Herkes destekçisidir.
Lakin Ergenekon çetesi bahanesiyle başka bir tezgâh açıldı.. Yandaş basının da desteğiyle dava AKP muhalifi generaller, gazeteciler, fikir adamları, üniversite hocalarına yöneldi. Sabah vakti polis ordularıyla evler basılarak, onuruna yıllarca toz konmamış saygın insanlar suçlu gibi emniyet müdürlüklerine taşındı. Aylarca hapis yatırıldı.
Kuddusi Okkır, Şener Eruygur, Uçkun Geray gibi insanların hayatı söndürüldü...
Bazıları şimdi “pardon” denilerek birer ikişer tahliye ediliyorlar.
Acaba Hurşit Tolon gibi boşuna hapis yatan kaç kişi daha var geride?
İddianameleri ne zaman tamamlanacak? Hapislikleri ne zaman bitecek?
Çalınan hayatların hesabını kim verecek?
* Melih Aşık / Milliyet
++++++
Nereden biliyorsunuz?
Savcı Zekeriya Öz, Hurşit Tolon’un tahliyesine itiraz edecekmiş. Haber dünkü Sabah’ın birinci sayfasında yer aldı. Gazetenin ifadesi şu: “Ergenekon Savcısı Öz, emekli orgeneral Hurşit Tolon’u “delil yetersizliği” gerekçesiyle tahliye eden nöbetçi mahkemenin kararına itiraz etmeye hazırlanıyor... Öz itiraz dilekçesi hazırlıyor..” Sabah ‘gizlilik içinde yürütülen bir soruşturma’yla ilgili bu bilgiye nasıl ulaşabiliyor? Henüz savcı dilekçesini vermemiş, hazırlamamış bile. Haberde imzası bulunan Veli Sarıboğa aynı zamanda Savcılık Özel Kalemi görevini de mi yürütüyor? Sabah’ın “gizliliği”, “sızma bilgi ve belge”leri çok tartışılan, bu önemli davanın savcısının attığı, atmayı planladığı her adımdan haberdar olması bir kere daha “sızdırma savcılık kanalıyla mı yapılıyor” sorusunu gündeme getirmez mi?
++++++
Hakan’ın bedduası
Vedat Yenerer, ART’de anlattı: “Savaş bölgelerinden hatıra diye topladığım boş bomba artıklarına, ‘suç aleti’ muamelesi yapıldı. 135 yıllık külüstür bir tüfek, ‘vahim silah’ olarak kayda geçti... Bu silah yüzünden savcı tutuklama istedi, yargıçlar da uydular. Derdimi kimseye anlatamadım. Bir tas çorbaya muhtaç ettiler beni. Dayım üzüntüden vefat etti. Eşim perişan oldu. 4 yaşındaki çocuğumu, ayakkabılarını ve çoraplarını çıkararak aradılar. Annem üzüntüden hasta oldu.”
Yenerer’in anlattıkları doğru ise “Küçük usul hataları yüzünden Türkiye’nin mukadderatını ilgilendiren bir dava karalanamaz” diyenler, görüşlerini gözden geçirmeliler... Yoksa kendilerine “Dilerim siz de aynı küçük usul hatalarına muhatap olursunuz” diye beddua edeceğim.
* Ahmet Hakan / Hürriyet
++++++
MİNİ YORUM
“Altanvari” yazdım
Ahmet Altan’ın medyanın içyüzü yazısına özendim. Benim de olsun istedim:
Bütün yargısız infazların, provokasyonların hayatımıza girdiği kapının menteşesi bu ülkenin medyasıdır. İşbirlikçileri aydın diye o medya sunar. Ömrünü bu ülkeye adayanları o medya hedef gösterir. Türkiye’nin ‘en büyük’ yazarları Amerika’daki büyüklerinin uşağı olmuştur. Her satırlarında ceplerini sıcak tutmak için nasıl kul köle olduklarını, yağdanlığa döndüklerini, ne taklalar attıklarını anlarsınız. “Medya” denilen şeyin içyüzünü gördünüz mü? “Haber” sandığınız, “yazı” sandığınız şeylerin nerelerde, nasıl, neler karşılığında tezgâhlandığını anladınız mı? Yıllarca kandırdılar sizi. Bu ülkede insanlar kolay uyutulmadı, hepsinde onların satılmış parmakları vardı...