Halkın kanını döken önlemler (!) Mahkeme Başkanı’nın isteğiymiş!

Dünkü gazetelere şöyle bir baktım da (Satır satır okumak kalp, şeker, tansiyon, felç gibi illetleri tetikleyebilir diye sağlığımı riske atmak istemedim); gerek resmi gerekse gayriresmi yandaşlar (bu gruptakiler operasyonu, kör gözüm parmağına değil de daha sinsice yürütüyorlar) Silivri’deki zulümle ilgili olarak bir tek “Oh olsun” dememişler. Onun dışında her türlü sevinç gösterisi var!
Bir bakmak lazım. Acaba 18 Şubat sabahı kaç kiloydular, 19 Şubat sabahı kaç kilo uyandılar? Öyle ya, keyiften dört köşe “yeni rejim dayağı”nı izlerken, içlerinde yağları eriyenler olmuştur herhalde.

***

“Yüzyılın Davası” denen “halka açık” yargılamaya şahitlik etmek üzere Silivri’ye gidenlerin “baskın” yaptığını ileri süren, Zaman’ı es geçiyorum. Öyle ilk yardımla olacak gibi değil, uzmanlardan kurulu bir heyet tarafından uzun soluklu bir müşahede şart, onların kara propaganda hastalığına!

***

Zaman’dan sonra en çok Star’a güldüm.
Hııı, evet yanlış okumadınız, güldüm. Dün de dedim ya gülünecek haldeler;
Trajikomik bir tiyatroda “aktörlüğe” soyunmanın hazin sonu! Emile Zola’nın dediği oldu; yıllardır her türlü bilgiyi kirleterek, çarpıtarak örtmeye çalıştıkları “gerçek”, toprağın altında sürdürdüğü yolculuğunu Silivri’de noktaladı. İnkar edilemez halde fışkırdı!
Hal böyleyken, Star’ın dünkü birinci sayfasındaki “Davetsiz komutanlar” başlığı çaresiz bir son çırpınış havasındaydı.
Ya tutarsa!
Ya kanan çıkarsa!
Başlık, Eski Genelkurmay Başkanı Işık Koşaner, Eski Deniz Kuvvetleri Komutanı Oramiral Metin Ataç, Eski Hava Kuvvetleri Komutanı Orgeneral Aydoğan Babaoğlu ve Eski Jandarma Genel Komutanı Orgeneral Atilla Işık’ın “tanık”lık etmek üzere Silivri’ye gitmesine atfen atılmıştı.
Tanıklık için “davet” şartmış
gibi!
Değil ki!
Bir tek ben söylemiyorum... Bir tek savunma avukatları söylemiyor... İktidara yakın durmak konusunda herhalde hepsinden tecrübeli olan Taha Akyol da söylüyor aynı şeyi. O bile itiraf noktasına geldi Silivri’deki hukuk katlini:
“ERGENEKON davasının dünkü duruşmasında, mahkeme, savunma tanıklarının dinlenmesini reddetti. Bunlar sıradan tanıklar değildi. (...) Bu isimlerin sıradan olmayışlarının sebebi, şahitlik yapmak üzere hazır bulundukları halde mahkeme tarafından reddedilmeleri ve bunun kanuna aykırı olmasıdır. (...) Usul kanunumuza göre, avukat veya sanık, belirli kişileri şahit gösterdiğinde, mahkeme bunları çağırmayı ve dinlemeyi reddedebilir... Fakat bu kişilerin kendileri tanık olarak ifade vermek üzere mahkemeye gelirlerse, bu defa mahkeme onları dinlemek zorundadır!
(...)
CMK’nın ilgili maddesine bakalım:
MADDE 178- Mahkeme başkanı veya hâkim, sanığın veya katılanın gösterdiği tanık veya uzman kişinin çağrılması hakkındaki dilekçeyi reddettiğinde, sanık veya katılan, o kişileri mahkemeye getirebilir. Bu kişiler duruşmada dinlenir.
Madde çok açık değil mi, asker ve sivil fark etmez, mahkemeye gelen tanıklar hakkında kanun “dinlenir” diye emir veriyor, “dinlenebilir” deyip hâkimin takdirine bırakmıyor.”

***

Bir de Sabah çok güldürdü. Kıyamet kopmuş onlar “olan biteni” bariyerlere tırmanmış iki milletvekili fotoğrafıyla anlatmaya çalışıyorlar:
CHP Milletvekilleri bariyerden atladı!
Kanatları olsaydı şüphesiz böyle bir “hata!” yapmazlardı. Vermeyen Allah vermiyor işte; “uçucular” familyasında yaratmamış ki insanı, tomaların üstünden kuş gibi süzülüp mahkeme salonunun hemen önüne konsunlar.
Sinmedi yine içime... “Yok öyle ezbere konuşmak” deyip, Silivri’ye giden CHP heyetinden İstanbul Milletvekili Ali Özgündüz’ü aradım:
- Ne işiniz vardı bariyer tepelerinde!?
Orada sıkışıp kalınca yapabileceğiniz başka bir şey yok, çıkmak zorundasınız.

***

Dün bile hâlâ hayli gergin geliyordu Özgündüz’ün sesi. Yaşadıklarını, şahit olduklarını tek kelimeyle “Rezalet” olarak nitelendirdi. Bir tek E-5’ten mahkeme salonuna varana kadar yaşadıklarını yazsam kara mizah destanı olur:
Daha ilk ayrımda Jandarma... 200 metre ileride bir tane daha... Sonra bir tane daha... 1.5 km’lik yolu dur kalk 3 saatte almışlar.
Tam kendilerini mahkeme salonuna atmışlar; haydaaa ikinci perde başlamış bu sefer de:
“Salonda görevlendirilen askerler, avukatların yanına gitmemizi engellediler. Mahkeme salonunun düzenini mübaşirin sağlaması gerekirken bizi askerle muhatap edip tartışmaya sürüklediler.”
“Jandarma”yla bir de “dışarıda” yaşadıkları gerilim var tabii:
“Halka su ve gaz sıktıklarını görünce araya girdik. Yaralananlar vardı. Sadece o gözünden yaralanan kadın değil, ben birinin dişlerinin kırıldığını gözlerimle gördüm. Önlemlerin Kaymakamın talimatı olduğunu söylediler! İçişleri Bakanlığı’nı aradık. Önlemlerin Mahkeme Başkanı’nın talebi üzerine alındığını söylediler! Jandarmadan tomaları geri çekmesini istedik. Çektiler çekmesine ama bariyerlerin önünde biriken kalabalığın arkasına. Bu sefer iki arada sıkıştı halk; önleri de arkaları da kapandı. Ve kımıldayacak yeri olmayan bu insanlara da gaz sıktılar!”
Bu sefer de vatandaş “Askerle işbirliği yaptınız” diye CHP Milletvekillerine patlamış iyi mi!

***

Özgündüz, halkın mahkemeyi izleme veya sanıklara destek talebini “baskın” olarak tanımlayanlara da tepkili:
“Bu insanlar baskın yapmak isteseler, onbinlerce kişi oldukları 13 Aralık günü yaparlardı. O gün bile salonun önünde beklediler. Salon doldu deyip insanları içeriye sokmayabilirsiniz ama “buraya yaklaştırma” diyemezsiniz. Uyardığımız askerler bize “Sizin çıkardığınız kanunları uyguluyoruz” diyorlar. Hayır orada bizim çıkardığımız kanunlar uygulanmıyor. Silivri’de kanun yok. Sorun da bu zaten!”

***

Özgündüz’ün şahsen haklı bulduğum isyanının üzerine finale yakışacak tek cümle var. Ankara Baro Başkanı Metin Feyzioğlu söyledi onu da:
“Yetti mi artık?”

***

Halep oradaysa arşın burada, millet bu sorunun cevabını da verecek yakında!

Yazarın Diğer Yazıları