Halkın değil, parti liderlerinin
Ben, yabancı ülke yetkililerin, bizimkilere aniden muhabbet duymaları ve aşırı sempati gösterilerinde bulunmalarının milletimize her zaman bir bedeli ödettiğine çok tanık oldum. Bu konuda çok da güzel bir atasözümüz var; "Bayram değil, seyran değil, eniştem beni neden öptü?" Evet, muhtelif eniştelerin bizi öpüşlerinin bedeli Türkiye'ye her zaman çok ağır oldu. Mesela ekonomi fatihi Kemal Derviş'in Türkiye'ye gönderilmesi, birden bire parlatılan siyasi parti liderleri, bazı generaller, bizim gazeteci meslektaşlarımız ve hatta bazı yazarlar gibi bunu her meslek kuruluşuna uygulayabilirsiniz.
Bu konuya neden takıldın derseniz? Geçenlerde ABD Savunma Bakanı Carter Türkiye'ye geldi. Hem de ne geliş. Sanki tüm gezilerinde Ankara'ya uğramamaya özen gösteren o değil. Sanki bir hafta önce bizi eleştiren, randevulardan kaçan bir hükümete ait değil gibi. Bir muhabbet, bir muhabbet ki sormayın. Oturun bir düşünün derim, ne belalar geliyor acaba diye? Bu konuyu sadece bizle ABD arasında değil, başka ülke ilişkilerine de yayabilirsiniz ama onlar özellikle işine yarayacak adamları zekâ boyutuna göre değerlendirir. Mesela Putin'in, Trump muhabbeti gibi.
***
Söz Amerika'dan açılmışken, Reza Zarrab konusundaki son gelişmeler dikkat çekici. Anladığımız kadarıyla Amerikalı savcı davaya iyi hazırlanmış. 600 bin gizli belgeyi mahkemeye sunduğu açıklandı. Bu belgelere sanık avukatlarının erişimine de gizlilik kuralına uymaları karşılığında izin verilmiş. Daha önceki "reddi hâkim" yani hâkimin FETÖ'cü diye reddedilmesi ve davanın düşürülmesi talepleri de kabul edilmemiş. Delillerin serbest bırakılması taleplerini mahkeme reddetmiş. Bunun anlamı, bu gizli belgelerin ileride Ankara'da bazı yetkililere kadar uzanıp baş ağrısı yaratma olasılığı.
Gelelim Musul olayına. Türkiye'nin Musul konusundaki haklılığını kimse tartışmıyor. Ancak Irak'ın toprak bütünlüğünü kabul ediyorum diyerek, Musul konusunda manevralar yapma ve de mezhep ayrımcılığını kimse yemiyor. Türkiye maalesef Ankara'nın basiretsiz politikaları yüzünden Orta Doğu bataklığına çekilmiş durumda.
Gelelim, ülkede oynatılan başkanlık yutturmacasına. Türkiye'ye başkanlık sistemini getirebilmek için önce;
- Dar bölge seçim sistemine geçmek,
- Siyasi parti liderlerinin parti içindeki diktatörlüğüne son vermek,
- Başkanlık seçiminde parlamento denetimini sağlamak,
- Adli sistemi adam gibi çalıştırmak,
- Eğitim kurumları ve Üniversiteleri bağımsızlaştırmak,
- İnsan haklarına saygı ve şimdiki gibi değil gerçek demokrasiye geçmek,
- Federal dairelerin bağımsızlığına saygı duymak,
- Atamalarda parlamento onayı aramak,
- Seçimlerde şeffaflık,
- Askeri kuruluşlara, her türlü siyasi, dini ve sosyal kurumların nüfuz etmesini önlemek gerekiyor.
Şu yukarıda saydıklarımın hangisi Türkiye'de var? Bırakın olmasını Başkanlık projeleri için konuşan hangi siyasetçi söyleyebiliyor? Tüm bunların alt yapısını hazırlayıp uygulamadan kalkıp başkanlığı uygulamak için oylamaya giderseniz, Irak'taki Saddam Hüseyin diktatörlüğüne geçiş olur. Hele hele, parti liderlerinin seçtiği milletvekilleri ile Meclis'te anayasa çıkarıp, reform adı altında maddeler değiştirmek, nihai belgenin parti liderlerinin anayasasından başka bir şey olmaz. Halk da aynı eleştirdiğiniz Kenan Evren anayasasında olduğu gibi yalnız onaylamada kullanılır. Karar sizin. Atatürk Cumhuriyeti mi, yoksa Saddam Cemarihiyesi mi? Bu sürece referandumla yol açan, destek veren siyasilerin de oylamaya hayır demeleri ne yazar?
***
Bu arada merhum ağabeyimiz Altemur Kılıç'ın acılı ailesine baş sağlığı ve sabır diliyorum. Kendisi Cumhuriyet döneminin yaşayan bir anıtıydı. Gerçek bir çınardı. Ne acı ki iş başındaki iktidar onun kadar milliyetçi bir yazarın emekli maaşına bile icra koyabilecek kadar ileri gitmişti. Ne diyebilirim.