Halkı siyasetçi yoksul bırakıyor...
TÜRK-İŞ açlık sınırını, ölmeyip sağ kalmak için gerekli olan harcamalar, yoksulluk sınırını da gıda harcaması ile birlikte giyim, konut (kira, elektrik, su, yakıt), ulaşım, eğitim, sağlık ve benzeri ihtiyaçlar için yapılması zorunlu harcamaların toplam tutarı olarak hesap ediyor.
Bugünkü dünyada artık fakirliğin tarifi de değişmelidir. Söz gelimi kültürel açlık eğitim eksikliği de yoksulluktur. Bunlarla birlikte, güvenli bir toplumda yaşamak, insan hakları ve demokrasi, yargıya güven, iş güvencesi. İç ve dış barışı da içeren yeni bir yoksulluk sınırı tarif etmek gerekir.
Aslına bakarsak demokratik yoksulluk daha önemlidir. 1979'da İran'da Humeyni'den sonra, Batı kültür ve terbiyesi almış, modern aileler ülkeyi terk etti. Doğup büyüdükleri ülkelerinden uzak kaldılar ve sıkıntı çektiler. Bugünkü Rusya'da paran olsa ne olur? Rejim bir gecede el koyabilir.
Türkiye'de siyasi iktidarlar ve siyasi partiler, gelir kadar, insani yaşama kriterlerine de eğilmelidir.
Gelir açısından bizde fakirliğin arttığını açıklayan göstergeler vardır.
2002 yılı ile 2014 yılı arasında geçen 13 yılda, maaş ve ücretlerin millî gelir içindeki payı 2.3 puan düştü. 2001 yılında yüzde 7,1 iken, 2014 yılında yüzde 4,8'e geriledi.
RIT Türkiye Araştırmaları Enstitüsü-New York'a göre, Türkiye'de nüfusun en zengin yüzde birinin 2002'de Millî Gelirde aldığı pay yüzde 39,4 idi. Aynı yıl en fakir yüzde 99'un Millî Gelirden aldığı pay ise yüzde 60,6 idi. 2014 yılına geldiğimizde bu paylar tersine döndü. Artık nüfusun yüzde biri Millî Gelirin daha çoğunu yüzde 54,3'ünü, yüzde 99'u ise daha azını yüzde 45,7'sini alıyor.
Biz yoksulu ortadan kaldırmak yerine, ona bütçeden para, gıda ve kömür dağıtıyoruz. Bu tür yaklaşımlarla yoksulluk ve işsizlik önlenemez. Kısa vadede oy getirir ve fakat uzun dönemde sürdürülemez. Bu defa yoksulluk daha çok yayılır.
Her zaman ve herkes ''Balık verme, balık tutmayı öğret'' şeklindeki Çin atasözünü kullanıyor. Ancak iktidar ve muhalefet, iş dağıtmak istihdam dağıtmak yerine para dağıtmak için proje geliştiriyor. Siyasette biz para dağıtmaya alışkın bir milletiz. Rahmetli Demirel'in ''Kim ne verirse, ben beş fazla veririm'' sözü bu anlayışın en güzel ifadesidir.
Victor Hugo da ''Biz yardım edilmiş yoksullar istemiyoruz, ortadan kaldırılmış yoksulluk getirmek istiyoruz'' demiş.
Bugünkü İran'da bile, dini vakıflar tarım kesiminde yoksulara para dağıtıyor... Tersine bedava ''Sanem keçisi'' dağıtıyor. Bu keçileri alanlar hem çalışmış ve katma değer yaratmış oluyorlar, hem de geçimlerini sağlıyorlar. Ayrıca danışmanlık ve veteriner hizmeti veriliyor.
İnsanoğlu kısa dönemli çıkar odaklı olduğu için orta ve uzun dönemde istihdam ve gelir yaratacak projeleri tartışmıyor.
Neler yapabiliriz?
1) Büyük şehirlerde, devlet bütçeden dağıttığı parayı, dağıtacağı kişiler ve aileler adına sermaye olarak koyar. Özel sektör ile ortaklık yapar. İthal ettiğimiz ara malları üretecek fabrikalar kurar. Bu fabrikalarda öncelikli çalışma da ortakların olur.
2) Bazı illerimizde özelliği olan imkânlar mevcuttur. Söz gelimi Ardahan ve Artvin'de organik bal üretilip dünyaya ihraç edilebilir. Oltu taşı, Van peyniri, Tunceli kaynak suyu, Mardin el sanat eserleri, Kars gravyer peyniri dünyaya hitap edecek markalara dönüşebilir. Bunun için devlet önce işletme kurar... Sonra bu işletmelerde çalışanların maaşlarından keser, yerine hisse senedi verir. Zaman içinde fabrika çalışanların olur. Devletin denetleyici, yönlendirici ve yol gösterici fonksiyonu için altın hissesi devam eder.
Bu projeler orta ve uzun zamanda meyve verir. Siyasetçinin işine gelmez. Nurettin Sözen başladığı metroyu seçime yetiştirseydi, İstanbul'da yeniden Büyük Şehir'e seçilmiş olurdu.
Oysa ki orta ve uzun vadeli bu gibi projelerle sermaye de tabana yayılmış olur. Sosyal sorunlar da azalır.