Halkı etnik isyana teşvik

Leyla Zana’nın “Kürt sorunu değil, haklar sorunu” demesine, ne homojen bir yapı varsayılarak “bölge halkı” diye algıda tektipleştirilen insanlar, ne BDP’liler, ne PKK’lılar, ne DTK’lılar, ne İmralı’daki cani ve hatta ne de “Kürt sorunu” kavramının son dillendiricisi Erdoğan, hiçbiri değil; en büyük tepkiyi Sabah yazarı Hasan Bülent Kahraman gösterdi.
Nasıl ve neden bir hüsran yaşıyorsa artık, resmen “yoooook, olmaz öyle şey” demeye getiriyor dünkü yazısında.
Güler misin, ağlar mısın... Leyla Zana’ya (neleri sembolize ettiğini hatırlatmaya lüzum yoktur herhalde) Türkiye’de “Kürt sorunu” olduğunu kabul ettirmek için çırpınan köşe yazarı da gördük sonunda!

***


“Türkiye’de (...) mezhepten etnisiteye, cinsel kimliklerden anadil sorunlarına, yönetim ilişkilerine, devlet yapısına, beden politikalarına kadar sayısız maddeyle örülmüş bir hak sorunu duruyor karşımızda. (...) Hak sorunu gibi bir genel çerçevenin içine alındığında konunun özgül boyutu ortadan kaybolur” diyen Kahraman, Türkiye Cumhuriyeti Devleti vatandaşlarının eşit haklardan faydalanmasından yana bir tavrı yeterli görmüyor. Bu ülkenin Kürt vatandaşlarına “eşitlik” le yetinmeyip “ayrıcalık” peşinde koşmalarını öğütlüyor!
Ben, Kahraman’ın yazdıklarından şunu anlıyorum:
Kürtler, zinhar Türkiye’de zaman zaman “herkes gibi, herkesle birlikte” birtakım haksızlıklarla karşı karşıya kaldıkları fikrine kapılıp da, “vatandaşlıktan” kaynaklanan haklarının tesisi için çalışmamalıdır. Kürtlerin mücadelesi “Kürt olmalarından kaynaklanan haklar(!)” için olmalıdır!

***


Şaka yaptığımı sanıyorsunuz ama valla değil.
Dilerseniz, buyrun okuyun... Bakalım siz ne anlayacaksınız aşağıdaki satırlardan:
“Türkiye, 1930’ların getirdiği anlayışı, Kürtler ve Müslümanlar aracılığıyla, onların hak talepleriyle ve direnerek aştı. Yanlışlar yapıldı. Şiddet kullanıldı. Şiddet bin türlü kirliliğe yol açtı. Ama gene de bu direniş olmasaydı bugüne kadar gerçekleştirilenler de söz konusu olmayacaktı. Üstelik bu demokratik taleplerin doğrudan doğruya ’Kürt’ adı vurgulanarak, ’başörtüsü’denilerek, Müslüman denilerek yapılmasıdır hiza istikamet tayini getiren.
O çizginin yitirilmesi başlangıç noktasına dönmeye çok iştahlı ve kararlı olan devleti her şeyden vazgeçirebilir. Bu vurgular birer çeki taşı gibi, işaret feneri gibi ortada durmalıdır. Kürtler, genel bir haklar sorunu olduğunu bilerek ama Kürt sorunu diyerek bu konuyu sürdürmelidir. Ancak kimliğin vurgusu ve o vurgunun hiç susmayan tınısı devleti bir sınır çizgisini geriye doğru aşmaktan alıkoyabilir.”
Haksız mıymışım dehşete kapılmakta?
Alenen “yanlış dahi olsa şiddetle katedilen mesafe”yi kutsamıyor mu bu satırlar?
Etnik kimliğe dayalı yani bölücü/ayrıştırıcı tavırdan vazgeçmemeye, hatta bunda ısrarcı olmaye yönlendirmiyor mu?
Hasan Bülent Kahraman’ın “direniş” dediği şeyin “isyan” olduğuna hep birlikte tanıklık etmedik mi?
Evlatlarımızı o “direnişçiler” katletmedi mi, katlettirmedi mi?
Türk Ceza Kanunu’nun 216. Maddesi’ne göre, “halkın sosyal sınıf, ırk, din, mezhep veya bölge bakımından farklı özelliklere sahip bir kesimini, diğer bir kesimi aleyhine kin ve düşmanlığa alenen tahrik” suç olduğuna göre, halkı “Kürt etnik kimliği temelinde direnişe çağıran” bu yazı suç değil mi?

***


Belli mi olur, belki böyle bir yazının dahi faydası olur...
“Çözüm”ü “sorun”da ısrar olan zihniyetle yüzleşmek, belki toplumun “terörden beslenenler”in kim olduğu konusunda bir kere daha düşünmesine vesile olur!




Karşı devrim mahkemeleri

Etyen Mahcupyan’ın şu itirafları, biz “bu zat-ı muhteremler karşı devrim yapıyor, cumhuriyeti dönüştürüyor” dediğimizde paranoyak muamelesi yapanlara ithaf olunur: “Devrimlerin genelde güce dayanmaları, iktidarı ele geçiren aktörlerin yargıyı bir ‘devrim sonrası saha temizliği’ aracı olarak kullanmalarına yol açar. (...) Türkiye bugün de bir devrim sürecinin içinde... Cumhuriyet’in kamusal alanın dışına ittiği İslami kesim, AKP’nin ’koçbaşı’işlevi gördüğü bir değişim dinamiği sayesinde ‘merkeze’ yürüyor. Bu dönemin sonunda Cumhuriyet’in temel dayanakları radikal bir biçimde dönüşmüş olacak.”




Yargı kendini aklama peşinde mi

Şike Davası’ndan çıkan “cezalı tahliye” kararlarını değerlendiren Mehmet Tezkan “Herkes tutuklu yattığı süre nispetinde ceza aldı.. Mahkeme; kimseye ’suçum yokken beni niye yatırdınız’diye isyan etme, hesap sorma fırsatı vermedi..” diyor. Bunun Ümraniye, Balyoz, KCK davalarında da böyle olacağını iddia ediyor.
Bu yeni bir düşünce değil; söz konusu davaların tutuklu sanıkları da uzun süredir aynı şüphe içinde.
İyi de yargının “hukuk katliamı” eleştirilerini çürütmek, bir anlamda kendini aklamak için kendilerini her halükarda “suçlu” ilan edeceğini düşünen bu insanlar, bu saatten sonra ne için, hangi umut ve beklentiyle savunma yapacaklar! Zaten 4 yıldır tutuklu olan birinin isteği tutukluluk süresine denk gelen bir cezaya çarptırılıp “tahliye” edilmek midir yoksa “beraat” edip haksızlığa uğradığını, feryadının boşa olmadığını, masumiyetini tescillemek mi!



BASINDAN SEÇMELER


Zana’ks

Leyla’k rengindedir.
Yuttun mu...
Leyla gibi olursun.

*


Uyuşturur.
Kütük gibi uyutur.
Yanında mayın patlasa, duymazsın.

*


Sahte cennet hissi yaratır.
Şehitler gelir, sen sırıtırsın.

*


Bi deneyelim, n’olur ki dersin...
Bağımlılık yapar.
Elini verirsin, vücudu kaptırırsın.

*


Güya, huzura ermek için alırsın.
İyi geldi sanırsın...
Kriz olarak geri döner.

*


Etkisi geçince...
Yani, iş işten geçtikten sonra...
Derin bunalıma sürüklenirsin.

*


Çünkü, sorunu çözmek yerine...
Sorunu unutturmak için kullanılır.

*


Beynin helva gibi olur.
Düşünemezsin.
Unutkanlık yapar.
Başbakanımızın lafları mesela...
Dün bi şey söyler.
Bugün tam tersini söyler.
Zana’ks aldıysan, hatırlamazsın.

*


Reflekslerini zayıflatır.
Otomobil kullanacaksan, almamalısın.
Devletin direksiyonunda oturuyorsan...
Asla almamalısın.

*


Cinsel isteği bile azaltır.
En az üç istiyorsan...
Uzak durmalısın.

*


Özetle... Bünyeye sokmamalısın.
Zana’ksın neresinden dönülse, kârdır.

*


Hap gibi anayasayı yutan ahalinin...
Zana’ksı yutmaması önerilir.
Yılmaz Özdil / Hürriyet




Koloğlu’ndan “tarihi” soru:
Dönekliğin Masonluğundan mı!

Tarihçi Orhan Koloğlu...
Sanırız hakkında şu tespiti yapsak haksız sayılmayız: Türkiye’nin en çalışkan, araştırmacı kalemidir. Dur-durak bilmiyor; yüzlerce dergi, gazete, kitap arasında günde en az 8-10 saat çalışıyor.
Son kitabının adı, “İslam Aleminde Masonluk” (Kırmızı Kedi Yayınevi)
Biz Altan Ailesi’yle ilgili yazınca meseleyi kişiselleştiriyorlar.
En iyisi sözü Orhan Koloğlu’na bırakalım:
“Çetin Altan mason olduğunu açıklayan ilk yazar olmuştur. ‘Mason olduğum doğru mu, diye bir soruysa masonum; doğrudur, evet.’ (...) Bu açıklama Altan’ın masonluğun geçmişi üzerindeki bilgilerinin yüzeysel olduğunu, buna karşılık ileri bir kurum saydığını kanıtlıyor. Burada İlhami Soysal ile yazıları ayrılmaktadır. Nitekim zaman içerisinde emekçi davasından tamamen kopacak, Özal’ın ve liberal kesimin çizgisine girecek, iki oğlunu tam kapitalist düzen savunucusu olarak yetiştirecektir. Sol tarafından hainlikle damgalanan Çetin Altan’ın bu değişiminde -localarda aktif olmadığının bilinmesine rağmen- masonluğun ne derece etkili olduğu araştırılması gereken bir husustur.” (s: 267-268)
Ah Orhan Koloğlu ah!
Sizin gibi araştırmacıları artık mumla arıyoruz.
Bu sorunuzu sizin dışınızda araştıracak kim var ki?
Olanı cezaevine atıyorlar zaten...
Odatv.com




Büyük geçmiş olsun!

Memurun maaşını artırma görüşmeleri sırasında başbakanı, bakanları, yandaş medya kalemleri hep bir ağızdan “sonra Yunanistan’a benzeriz...” tehditleri savurmuşlardı. Memur maaşlarına yapılan yüzde 4 zam oranı sonrası, yıllık geliri 10 bin liranın üzerine çıkan memurun gelir vergisi oranı yüzde 15ten yüzde 20’ye çıktı. 4 puan zam verip, 5 puan vergi artışı yapıldı; Yunanistan’a benzemekten kurtulduk. Büyük geçmiş olsun.
Necati Doğru / Sözcü




AKP İzmir Milletvekili Ali Aşlık, Meclis Kürsüsü’nden Sivas katliamı hakkında konuşmuş ve “Orada yargılananların büyük bir kısmı, yananlar kadar masumdur” demiş...
Sorum kendisine:
Nereden biliyorsun; yanlarında mıydın?
Mustafa Mutlu / Vatan




Keyfini o sürüyor: Geldin mi sözüme

“Özel yetkili mahkemeler”i kaldıran ve yerine “bölgesel ağır ceza mahkemeleri”ni getiren yasa, haftalardır dile getirilen kaygıları giderdi.
AK Parti, ya önceden tasarı ile ilgili kasten ters bilgiler sızdırdı ve nabız tuttu. Ya da gelen tepkileri dikkate alarak darbeler, devlet içindeki çeteler ve demokratikleşme konusundaki asli duruşunu muhafaza etmiş oldu
Hüseyin Gülerce / Zaman




Yeni yargı paketi tutuklamalar için “kesin kanıt kriteri” getirmiş. İktidar böylece
“Şu an içerde bulunanların bir kısmı kesin olmayan kanıtlarla oraya konuldular” kabulünde bulunuyor.
Haldun Ertem / Milliyet (Açık Pencere)




ABD’nin dümen suyunda kanlı oyun

ABD Dışişleri Bakanı Hillary Clinton Suriye ile ilgili olarak diyor ki:
Suriye’de başarılı olacağımızdan şüphe duyuyorum ve bunu söylemekten nefret ediyorum!
(...)
ABD’nin Suriye’yi kendi kafasına göre şekillendirmeye yönelik plan ve projeleri para etmemektedir! ABD’nin Suriye ile ilgili hesapları bir bir çökmektedir! Üzücü olan ise ABD’nin ve Batı’nın oynadığı oyunun aramızda taraftar bulabilmesidir!
ABD’nin Büyük Ortadoğu Projesi kapsamında pek çok ülkede rejim değişikliğine gidilmiş ve yönetimler alaşağı edilmiştir.
“Diktatörleri deviriyor, demokrasi getiriyoruz” aldatmacası arkasına sığınılarak yapılan hareketler kan ve gözyaşından başka bir şey getirmemiştir!
Evet, kimi diktatörler devrilmiştir ama yerini hemen yenileri almıştır!
Yıllardır dış politikada ABD’ye güvenmenin ve onların dümen suyunda politika izlemenin sakıncalarını yazdık durduk!
Şimdi artık geldiğimiz noktada adamlar açıkça başarıdan emin olmadıklarını, şüphe duyduklarını ilan ediyorlar! Yani körü körüne peşlerinden gitmenin bir âlemi yok!
Zeki Ceyhan / Milli Gazete




Mezhepçiliğin sonu

Ne yazık ki Türkiye Ortadoğu’ya son bir yıldır mezhepçi bir açıdan bakmaya başladı. Çünkü; Arap Baharı adı altında; Arap devletlerindeki nisbeten laik yapıların yıkılıp yerine din devletlerinin kurulması gündeme getirilmişti. Suriye’de Sünni bir din devleti planlanmıştı. Böyle bir yapının Amerika ile kolay uzlaşacağı düşünülüyordu. (Dikkat edilirse; Ortadoğu’daki Şii devletlerin ABD ile çatışma içinde olduğu görülecektir.)
İşte bu süreçte Başbakan Erdoğan; eski, genel ve doğru politikayı bıraktı; Suriye rejimini yıkmak için bu ülke içinde terör eylemleri yürütenlere önce moral; sonra da silah ve para verdirdi.
Suriye’nin iç işlerine açık açık karışan bu politikanın, Beşşar Esad’ın yanlış politikalarına dayandırılması ilk anda avantaj sağlamış olsa da, geldiğimiz noktada Türkiye; kaybedenler arasına girdi.
Rıza Zelyut / Güneş




GÜNÜN MESAJI

Hayırlı kandiller. Herkes icin Beraat diliyorum!
Mesut Yar

Yazarın Diğer Yazıları