Hala korkmuyorum diyorsanız bir psikoloğa görünün
Yüce Türk yargısı, ilk kez imzasız bir belgeyi, suç kanıtı saydı ve Hava Kuvvetleri Komutanı olacak başarıdaki bir askeri tutuklayıp cezaevine tıktı...
***
Militarist değilim. Hayatım boyunca da asker yanlısı olmadım!
Her zaman belirttiğim gibi “hümanist” im ve hukuk devletinden yanayım.
Böyle olunca da; yargının artık bu anlayışla özgürlükleri kısıtlayabildiği, kaderleri etkileyebildiği bir ülkede yaşamaktan gerçekten korkar hale geldim.
Düşünün; kötü niyetli biri, bilgisayarda saçma sapan bir metin kaleme aldı ve sizin adınızı da geçirdi...
Hatta adınıza, o sözde belgenin altına imza yeri bile açtı...
Ama bırakın imzalamayı, sizin bundan haberiniz bile olmadı...
Bu sözde belge esrarengiz ve alçakça bir amaçla savcıya gönderilirse; yandınız demektir...
Sorarım size; böyle bir ülkede yaşamaktan korkmayanın akıl sağlı yerinde sayılabilir mi?
***
Gelelim Org. Balanlı’nın ikinci suçuna: Neymiş biliyor musunuz?
Menzil tarikatının çiftliğini havadan izletmiş!
Yani; böyle bir dönemde asla dokunmaması gereken bir yere dokunmuş!
İyi de, daha düne kadar bütün tarikatlar, Cumhurbaşkanı’nın ve Başbakan’ın da üyesi olduğu MGK’nın eylem planına göre “tehdit” sayılmıyor muydu?
Dolayısıyla, MGK’nın tehdit kabul ettiği ve önlem alınması için bütün askeri birimleri görevlendirdiği bir konuda, bir komutanın bir tarikatı izletmesi, neden ve nasıl suç olabilir ki?
Bir devlette, kanunun ya da kararların değişmesi, eski kanun ve kararlara uyanları “suçlu” hale getirirse... O devlete hukuk devleti denilebilir mi?
***
Dedim ya... Bu ülkede “yandaş” olmayanların kaderi artık pamuk ipliğine bağlı!
Eğer yandaş değilseniz ve hâlâ “Korkmuyorum” diyorsanız, ne olur, en kısa zamanda bir psikoloğa görünün...
Mustafa Mutlu/Vatan
+++
Silivri-Kandil şimdi tamamlandı
Ağustos ayında Hava Kuvvetleri Komutanı olması beklenen Harp Akademileri Komutanı Orgeneral Bilgin Balanlı’nın tutuklanması konusu işlenirken ve Balyoz’la ilgili açıklamalar yapılırken üstüne basa basa “darbe planlayanların PKK ile işbirliği yapacağından, kendi jetini düşüreceğinden vs” söz ediliyordu.
İnanılır mı?
Şimdi muvazzaf bir orgeneralin tutuklanmasıyla, tam seçim öncesinde sadece “Silivri-Kandil” bağlantı iddiasına inanılırlık kazandırma adımı atılmış olmadı, direkt şu andaki TSK’nın komuta kademesinin PKK ile ilişkisi olabileceği şüphesi yaratıldı.
Yani tam “bir nedenle kızılan generallerin, başka nedenlerle Silivri’ye gönderildiği” nin anlaşılmasının toplumda yarattığı tepki “ama bakın PKK’yı bile işin içine katacaklarmış” gibi bir soru işaretine çevrilmiş oldu. Ordu içinde bir grubun “böyle bir iddiaya neden olacak bir hazırlık yaptığı” havasından çıktı, tüm TSK’yı suçlamaya vardı.
Susturmak!
Eğer gerçekten bir darbe hazırlığı olmuşsa ortaya çıkarılmasını herkes ister ama bu soruşturma artık iyice bir “hesaplaşmaya, güç gösterisine” döndü. Başbakan Erdoğan konuşmasında “Askeri susturduk. Artık sivil de, asker de konumunu biliyor” demiş. Doğrudur, Ergenekon iddiası ile bugüne kadar sivil de, asker de, hatta görevi “ses çıkarmak” olan medya da dersini aldı. Artık toplumun hemen tümü, tüm kurumlarıyla susmuş vaziyette, herkes ağzını açmaya korkuyor.
Amaç buysa misyon tamamlanmıştır!
Ruhat Mengi/Vatan
+++
Benim demokrasim seni döver
Türkiye’ye 60 yıldır demokrasi diye dayatılan “çoğunluk diktası” azalmadı, azmanlaştı. İnsan hakları ve özgürlükler, dün Yassıada, Selimiye kışlasında bitiyordu, bugün Silivri’de bitiriliyor. Dün de iktidar tıkıyordu muhalifleri içeri, bugün de iktidar tıkıyor. Dün asker tepeliyordu iktidarları, bugün iktidar tepeliyor orduyu. Dün, ordu ve iktidar bir olup kısıtlıyordu düşünce ve ifade özgürlüğünü. Bugün “çoğunluk diktası”, yargısı, polisi, maliyesi ve maşallah ordunun istihbaratına rahmet okutan, çünkü çakma kanıt da üretebilen elektronik uzmanı jurnalcileriyle -sıkıysa konuş, sıkıysa yaz, Silivri’de on yıl tutuklu yargılanmak var- Edirne’den Ardahan’a memleketin ses tellerini kesti!
İnternet sansürlü, telefonlar böcekli, kitaplar çıkmadan sansürlü, medya grupları ya yandaş ya da iflas, sokaktan yatak odasına “mobese” kayıtlarında gönülsüz oyuncuyuz.
***
Neden, nasıl böyle olabildi?
Çünkü Türkiye’de politikacılar başta, kamu yönderleri dahil çok az kişi, demokrasinin masuniyet karinesini ithamdan, savunma hakkını cezadan üstün kılan Roma hukukuna dayalı olduğunu anladı ve kabullendi. Bu halk, yandaşı ve muhalifiyle, öç hukuku demek olan kısas şeriatıyla demokrasinin değil, ancak zulmün taraf değiştirerek geleceğini asla öğrenemedi!
Ergenekon’du, Balyoz’du, KCK’ydi, kimi darbeci, kimi ayrımcı diye asker, sivil, hatta seçimle işbaşına getirilmiş belediye başkanları, kesinlikle güvenirliği kalmayan suçlamalar, çoğu çakma kanıtlar, yalancı tanıklıklarla içeri tıkıldıkça, hatta porno kasetlerle siyasal partiler tasfiye edilirken, “Ooooh, bir zamanlar tepeleyen, şimdi tepeleniyor!” diye seviniyorlar. Bazılarına demek isterdim ki: “Bu demokrasi yarın da seni döver salak!”
Türkiye’de, Osmanlı’dan Cumhuriyet’e “baki” ne var, ne kaldı ki “senin demokrasin” dayansın zamana?
Mine Kırıkkanat/Cumhuriyet
+++
Hukukla izahı yok
Wikileaks belgelerinde de yer aldı... TSK’ya meydan okumak iktidarın oyunu arttırıyormuş.
Örneğin 27 Nisan muhtırasına karşı sert çıkış AKP’ye epey oy getirmiş.Bu defa da gidişat ve beklenti o yönde...
(...)
Dün CNN Türk’te Ayşenur Aslan’ın konuğu yandaş medyanın önde gelen isimlerinden gazeteci Faruk Mercan’dı... Mercan, Bugün gazetesini ekrana getirerek:
- İşte dedi, darbeye teşebbüs suçunu kanıtlayan ‘Gizli’ damgalı askeri belge... Altında da Bilgin Balanlı’ın adı var. Buyurun, bakın.
Ayşenur arkadaşımız:
- İyi ama belgenin altında Bilgin Balanlı’nın sadece adı yazıyor, imzası yok, deyince Mercan’ın yanıtı evlere şenlik oldu:
- Tamam ama belgedeki yazışma üslubu tam askeri üslup!
Ne demiştik.. Evet, yaşananları hukuk mantığıyla izah etmeye ve anlamaya imkân yok...
Melih Aşık/Milliyet
+++
Or’ganizasyon
- Geldi mi muhtıra?
- Gelmedi maalesef.
- Hâlâ mı yav?
- Gık çıkmıyor.
- Bana mısın bile demediler.
- Uyandılar artık galiba...
- Bi orgeneral daha mı alsak?
- Mareşal alalım bu sefer!
- Olsa alcaz zaten.
- Vardı da almadık mı...
- Netekim’e ne derseniz?
- İş yapar mı ki...
- Sallamaz kimse.
- Beş oy bile getirmez.
- Olsun, aza kanaat etmeyen
çoğunu hiç bulamaz, üç oy üç oydur.
- Söyle gözlüğe, manşet yapsın.
- Şişkoyu da ara, tivide söylesin.
- Kroki mroki bulsak, suikast filan...
- Yalama oldu o iş.
- Or’ijinal bi şey lazım.
- Or’dinaryüs tutuklayalım.
- Yok, or’kestra basalım istersen... Ne alakası var kardeşim!
- Bunlar or’todoks desek?
- Bak, o olur.
- İsterseniz ben or’gazm işine gireyim, nasıl olsa porno morno dümdüz gidiyorum.
- E ne diycez yani, or... mu?
- Tatmin oluruz en azından.
- Bakın tatmin deyince aklıma geldi, yataklı mataklı yeni kaset ayarlasak?
- Aman diim, ters tepiyor.
- İndirelim derken kaldırdık.
- Bizim kasedimiz çıktı diyelim!
- Nası yani?
- Abi son anketler geldi, durum kel, her kasedi çıkanın oyu artıyor, koysun çocuklar usturuplu bi yere böcek möcek, TRT’yi çağırıp canlı yayında suçüstü bulduralım, bizi dinletiyomuş diyelim...
- Fena fikir değil be.
- Ben çıkıp ağlarım, güzel olur.
- İyi de kim dinletiyomuş diycez?
- Ahmet Necdet Sezer diyelim.
- Oha gari.
- Kılıçdaroğlu deriz.
- Bahçeli de uyar.
- En güzeli Öcalan diyelim, PKK bize komplo kurmuş diyelim.
- Dokunma bu aralar.
- İsrail diyelim bari.
- Ona hiç dokunma.
- Ona dokunma buna dokunma, nasıl mağdur olcaz bu şartlarda?
- Bi türlü mağdur olamıyoruz, mağdur olamadığımız için mağduruz diyelim.
- Yerler mi?
- Deneyelim abi, yediği kadar...
- Muhtıra duasına mı çıksak?
Yılmaz Özdil/Hürriyet
+++
Bedene giren cin gibi...
Kimliklere sızıp onun ruhunu ele geçiren... Onun enerjisi ile ona günahlar ve suçlar işleten... O yakalanıp insanlığın gözünde mahkûm olurken, usulca bedeni terk eden korku filmlerindeki gözükmez ve ölümsüz cin gibi...
***
İktidar partisinin bedenine girerek, ruhunu ele geçirerek devletin tepesine oturdu...
İktidar olmanın tüm olanaklarını ve gücünü kullanarak, devlet katmanlarına tamı tamına yerleşti cin.
Ortada gözükmeden, oradaydı...
Hoca Efendi’nin ünlü talimatıyla “kılcal damarlara kadar” yayıldı...
Önüne çıkan engelleri, yine bedenine girdiği iktidar partisinin kimliğini, etkisini, yetkisini kullanarak ortadan kaldırdı...
Bu arada AKP işlediği günahlarla tükendi...
Suçlarının altında itibarsızlaştı...
Cin güçlendi...
***
O ortada gözükmüyor...
Girdiği bedeni ele geçiriyor...
O bedene işlettiği suçlarla kuvvetleniyor...
Beden, işlediği günahların altında tükenip ölürken, o başka bedenlerde devam ediyor...
Bekir Coşkun/Cumhuriyet
+++
İstifalar medyadaki ruh halinin yansıması
Patronu değiştiğinde Milliyet ve Vatan’da çalışan gazetecilere bir seçenek sunuldu: Dileyen tazminatını alıp ayrılabilirdi. Özellikle Milliyet 10 yıldır, 20 yıldır ya da daha uzun süredir çalışan pek çok gazeteciyle dolu.
Medyada iş bulmanın giderek zorlaştığı, seçeneklerin kısıtlandığı bir sektörde ‘İstifa etme’ seçeneğini pek kimsenin kullanmayacağı düşünülür değil mi? İnsanlar maaş almadan bile çalışmaya razı, yeter ki iş bulsunlar.
Oysa Milliyet ve Vatan’dan peş peşe bir sürü insan ayrılıyor...
Tazminatını alıp istifa edenlerin birçoğu erken emekliliğe hazırlanıyor.
... Milliyet ve Vatan’daki istifalar medyanın günümüzdeki ruh halinin yansımasıdır: Artık bu sektörde işini yapamayacağını düşünen başarılı gazetecilerin pes etmesi... Medyadan büyük bir göç yaşanıyor.
Oray Eğin/Akşam
+++
Üniter yapıyı savunmak suç
Kimilerine göre üniter yapıyı savunmak suç. Örneğin, Derya Sazak TRT Haber’deki tartışmamızda telefonu kapatmamızdan hemen sonra ’Burhan Bey, ulusalcıdır. AKP karşıtıdır’demişti. Eğer, üniter yapıya sahip çıkmak ’Ulusalcılık’ ise gerçekten öyleyiz. Devlet, Bayrak, Millet gibi değerleri savunmak kastediliyorsa, ulusalcıyız.
Burhan Ayeri/Akşam