Haksızlık teşkilatlanması!
Toplumlar sürekli bir değişim içindedir.
Değişim süreçleri, bugünden yarına gerçekleşmez. Bazen on yıllar, bazen yüz yıllar alır.
Bulunduğumuz coğrafya açısından konuya yaklaştığımızda bu süreçler biraz daha hızlı yaşanıyor. Devletlerin kurulması, toplumların birbirine yabancılaşması, iç savaş gibi konular sürekli gündemimizde. Hemen yanı başımızdaki coğrafyalar, sınırlar makasla kesilir gibi parçalandı.
Aslında bu durum geri kalan demokrasilerin, güçlü demokrasiler ve ekonomiler tarafından da kullanıldığı yeni bir sömürgeleştirme biçimi.
"Yeni sömürgeleşme biçimi" sadece dış faktörlerle açıklanamaz. Bir de sömürülmeye, tüketilmeye, köleleştirilmeye giden sürecin iç faktörleri vardır. Buzdağının görünmeyen ama en etkili tarafı da burasıdır.
Modern devletlerin birbirlerine üstünlük sağladıkları artı değer de tam olarak burada başlar; donanımlı bireyler...
Eğer bireylerinizi, vatandaşlarınızı, kişilerinizi donanımlı hale getiremez, bu amaçla çalışan kişileri engellerseniz kısa süre içinde sorunlar yaşamaya başlarsınız.
Tam bu noktada adaletli bir devlet sistemine ihtiyaç duyulur. İnsanların kanunlar önünde eşit olduğu, hukukun siyasilerin gününe göre değişmediği, liyakate önem verildiği bir ortamda kurumlarınız güçlü, demokrasiniz kapsamlı olur.
Ama Türkiye'de günden güne eritilen bir devlet anlayışı, bir adalet sistemi ve tamamen parti referansına dayalı bir liyakat sistemi oluşturuldu.
Özellikle siyasiler bu işin başat unsuru haline dönüştü.
***
Son olarak siyasi iktidarın güdümünde hareket eden Türk Kızılayı'nın başına Meclis Başkanı Binali Yıldırım'ın kardeşi kayyum olarak atandı.
"Ne var, hak etmiş atanmış, kardeşi olması yükselemeyeceği anlamına mı geliyor?" sorusu sorulabilir.
Ancak bu doğru bir yaklaşım değil. Türkiye'nin en önemli koltuklarında oturan insanların, bu gibi atamalardan en başta ailelerini uzak tutmaları gerekir. Vatandaşın aklında en ufak bir şüphe oluşmasının önüne geçilmesi gerekir.
Lakin bu hassasiyet ne yazık ki Türkiye'de çok uzun yıllardır uygulanmıyor. Devlet kurumlarının niteliği, adaletsiz atama ve göreve getirmelerle yıpratılmış durumda. İnsanlar, haklarını bile aramaktan çekiniyor.
Üniversiteler olmadık kişilerin elinde oyuncak haline geldi. Bilim geri planda. Öncelik biat... Kim daha çok biat ederse işleri daha rahat hallediliyor.
***
Kurumların adaletsizliği, şahısların karakterlerine de doğrudan yansıyor. Kişi bir bakıyor; çevresindeki haksızlık yapıyor, hak yiyor daha da yükseliyor. Neden? Çünkü onu oraya getiren iradeye "koşulsuz biat" ediyor.
Sonra "Kardeşim benim ne derdim var? Ne diye hak-hukuk diyorum. Doğruyu konuştukça başıma iş alıyorum" demeye başlayarak sisteme uyum sağlıyor. O da işine bakıyor, baktıkça haksızlık teşkilatlı ve örgütlü bir hâl alıyor.
***
Türkiye'nin dış etkenlere açık hale gelmesinin en temel nedeni de içerideki bu sorunlardır.
Her anlamda yobazlaşan, her türlü gelişime kapanıp haksızlıklara uyum sağlayan karakter genel kimliğimiz oluyor. Türkiye'nin dışarıdan imajı da tıpkı bu hale bürünmüyor mu?
Türkiye'ye seyahat edecek turistlerin hepsine "Aman dolandırılmayın, kandırılmayın, sahtekârlara dikkat edin, özellikle taksilere yalnız binmeyin" uyarısı neden yapılıyor?
Çünkü kendimizi gerçekleştiremiyoruz, kendi gelişmişliğimizi bir adım ileriye taşıyamıyoruz. Taşıyamadığımız gibi güncel siyaset bizleri daha da geriye götürüyor.
***
Haksızlık, hukuksuzluk bir sistem halini alıp, örgütlendikçe; dürüstlük ve adil yaşam talepleri de ortadan kalkıyor.
Sosyolojik anlamda birçok yol ayrımına, kutuplaşmaya giden bu sürecin her geçen gün alevlendirildiği bir gerçek.
Buradan çıkış da kısa vadede çok kolay gözükmüyor.
Çünkü haksızlık hiç bu kadar teşkilatlı bir hâl almamıştı.