Hakkını helal et Kemal
Başımızda kavak yellerinin estiği günlerde elime aldığım kalemle güzellikler ve mutluluktan yana işin kolayına kaçmadan yazacağımı zannederdim. Aynı anda sağımı, solumu, önümü, arkamı saran yaralar yüzünden gark olduğumuz acıların ömrümüzün sonuna kadar bizi gölge gibi takip edeceğini de bilemezdim. Hüznün, elem yüklü bakışlarımıza yakıştığını gözlemleyenler, derinliklerdeki yaraları keşfedememelerine rağmen “Bizim yitik kuşağımızın farkını” ta başından fark ederlerdi.
Öncesi ve sonrasıyla Eylülün karasının çalındığı anılarımız pirüpak olmasına rağmen kendimiz için değil de önümüz, arkamız, sağımız, solumuzun yaraları için endişelenirdik. İşkence gören, açığa düşen, mahpusta yatan, sürgüne giden ve toprağa giren en yakınlarımızın yaşadığı travmaların izlerini taşıma sorumluluğu binmişti omuzlarımıza. Onlar adam gibi yaşamanın bedelini öderken biz onların bedenlerini omuzladığımızda gönüllerinin hoşnut, ruhlarının şad olabilme ihtimalini hesaplamak zorundaydık. Nokta kadar menfaat için virgül gibi eğilenlere inat, dik durmak adam olmanın olmazsa olmazıydı. Kemal Çapraz bunu her daim eksiksiz yerine getirebilen nesli tükenmekte olanların sembolüydü. En büyük eksikliğimizin farkına varıp dergi ve gazetecilik alanında gecesini gündüzüne kattı. Yakalarında taşıdıkları rozetlerin yüreklerinden büyük olduğu kişiler, haritada yerlerini bilmezken o eliyle koymuş gibi Kırım’ı buldu. Tanrı Dağları’nda iz sürüp Ergenekon’a vardı. Çin Seddi’ni aşıp Brumçi’ye gitti. Aral’a, Issık Gölü’ne ulaşıp Orhun’da, Selenge ırmağında buz kırdı. Hazar’ın yükselişinin filmini çekti. Sovyetler’in erişilmez Karadeniz donanmasının ilk fotoğraflarını milyon dolara satmak yerine Türk Dünyası ile paylaştı. Hoca Ahmet Yesevi’yi, Aslan Baba’yı, Emir Timur’u, Basmacılar’ı, Olcaz Süleyman, Cengiz Dağcı, Cengiz Aytmatov ve Türk Dünyası’nın kutuplarını dünya kamuoyuna tanıtmak için ter döktü. Şamanizmin bir din değil de kültür olduğunu, akademisyenlere parmak ısırtırcasına anlatırken, onun çektiği fotoğraflardan oluşan dia gösterilerini sadece İstanbul’da ki değil, Anadolu’nun en ücra köşesindeki ilköğretim talebeleri bile seyredip ufuklarında yeni perspektifler açtı. Tek başına bir ordu gibiydi Kemal. Üç beş sayılık dergilerden oluşan dergi mezarlığına inat, adını Ufuk Ötesi koyduğu derginin yıllarca periyodunu bir gün bile aksatmadan Türk milliyetçilerinin ufuklarının ötesinde nice cevherlerin varlığını kanıtladı.
Servet Kabaklı ile beraber kurdukları Türk Dünyası Servisi, kapsama alanımızdaki ülkelerle beraber memleketimizin Dışişleri’ni bile ürkütmüştü. Kafkaslar’ı, Nahçıvan’ı, Irak’taki Türkmeneli’ni bilir, çoluk çocuğun nafakasını harcayıp tek kuruş ödenek almadan Türk’ün ayağına diken batan alanlara koşardı. Devrin Dışişleri’ndeki etkili ve yetkililer ve hatta bazı bakanlar gidecekleri ülke için Kemal Çapraz’dan bilgi almadan seyahate hazırlanamazlardı. Ama o kendi için bir şey isteyemediği gibi kendisinden sonrakilerin geleceğine dair talebi de olmadı. İşsizliğini kimseye belli etmeden işsiz arkadaşlarını işe yerleştirme telaşına düşer, yeni bir dergi, yeni bir kitap basımı için cebindekinden öte borç para bulurdu. Kemal’in ayağını yerden kesecek bir araba gibi fantezileri yoktu. Vapur, tren, metro, belediye otobüsü ve minibüslerde canım ülkenin insan manzaralarını saatlerce süren yolculukta necip milletimizin ruh halini tespit etmek gibi bir sorumluluğu vardı. Nitekim O’nun stajyerliğini yapanlar özel otomobillerde fink atarken O üyesi, yöneticisi olduğu dernek ve vakıfların toplantılarından yorgun argın evine ulaşmak üzere yola düşmüştü. Minibüsten inip karşıya geçmek isterken trafik canavarının gadrine uğradı. Henüz 45’ine bile girmemişti. Ardında başta Kırım olmak üzere Türk Dünyası’nda derin izler bırakan dergilerin yanında depolara saklanan Bozkurt efsanelerinin arşivlerini bıraktı.
“Yapılacak mutlaka bir şey vardır” inancıyla başta ağabeylere rağmen yandaş medyaya inat İstanbul Gazeteciler Cemiyeti başkanlığına aday olduğunda seni yalnız bırakanlar, bugün aziz naaşından tutmaya çalışacaklardır. Tıpkı yüreğimizin götürdüğü yere sığmayan Mehmet Gül’ün cenazesinde olduğu gibi. Fotoğraf karelerinde yer almaya çalışan vefasızlar helallik dileyecektir sandukanın önünde. Biz tıpkı Mehmet Akif Çöktü’yü toprağın kara bağrına tevdi ederkenki sessizliğimize bürünüp içimizden höykürürcesine “Asıl sen hakkını helal et” diye bağıra bağıra ağlayacağız. Sana değil belki, senden sonraki kaderimize isyan ederek ağlayacağız.
Kemal hakkını helal et bize! Ercan Poyraz, Mehmet Akif Çöktü ve Mehmet Gül’ün ardından ne yapabildik ki?