Hâkikat ile problemimizi çözmemiz lâzım
Mesleğe yeni başlayan bir hakimin maaşı 3.450 lira civarında. Birinci derece bir hakimin maaşı 7 bin TL. Bu noktaya yaklaşık on beş yıllık bir çalışma ile geliyorlar.
Hakim ve savcıların yaptıkları işin niteliğine bakınca ücretlerin az olduğu aşikâr. Aynı durum diğer iş kolları için de geçerli. Yeni hükümetimiz bu durumun hemen farkına vararak işe el attı. Maaş yönünden sıkıntı çeken hakim ve savcılara bu yazıyı okuduğunuz sırada bakanlar kurulumuz zam kararı almış olacak.
Hükümetimiz sıkıntı içindeki yargı mensuplarının sıkıntılarını çözmek adına o kadar gayretli ki siz gazetenizi bayiden satın alırken bakanlar kurulumuz dünya eğitim tarihine “altın” harflerle geçen bir kararla Hukuk Fakültesi mezunu olmayan hakimlerin (ne demekse?) sınavsız olarak Hukuk fakültelerine girebileceğine dair bir karar alacak.
Benzer bir durumla örnekleyecek olursak. Maliyede çalışan bir memur Maliye mektebi okuyup “mektepli” maliyeci olmak isterse üniversite sınavına girip Maliye bölümünü kazanması gerekiyor. Eğer Adalet Bakanlığı’nda çalışıyorsanız sınava girmenize gerek yok.
Ne kadar adil değil mi?
Ayrıca, adaleti partisinin adına kazımış hükümetimiz hakim ve savcılara ilişkin sicil affı konusunu da bugün (Pazartesi) bakanlar kuruluna getirerek yargı mensuplarının bir sorununu daha çözecek.
Peki ne oldu, hükümetin başına taş mı düştü de birden bire hakim ve savcıların eğitimden ücrete, ücretten özlük hakkına mağduriyetleri aklına geldi?
12 Ekim’de HSYK seçimleri var. Geçtiğimiz günlerde sohbet ettiğim bir yargı mensubu “İş iyice ayağa düştü, HSYK seçimlerinin belediye seçimlerinden farkı kalmadı” demişti.
Doğru söze ne denir? 2010 referandumundan sonra tüm uyarılara rağmen HSYK’yı “Paralel” yapıya emanet eden hükümetin seçimde zorlandığı, açılan “paketlerden” belli. Dört koldan seçime sarılan hükümet teşvik paketleri ile işini garantiye almaya çalışıyor gibi.
Seçime bir ay kala hükümet kanadından gelen bu tip teklifler, bazı platformların seçim ağzı bakanları ziyaret edip “maaş düzeltmesi” talep etmesi “iyi niyetli” çalışmalar olsa dahi “dedikodulara” yol açıyor. Hakimlik mesleğinin itibarını zedeliyor.
Bence daha “Avrupai” bir tarz denemeliler. Çünkü bu tarz tanıdık: Bizim memleketin belediye seçimlerinden kopyalanmış.
***
Hep söylenegelmiştir: Ücret rejimimiz yok! Yeni hükümetlerin en önemli vaadi “eşit işe eşit ücret” olmuştur. Ama nedense bu “rejime” el atan olmamıştır.
Ücret ve özlük hakları memurun üzerinde ‘Demokles’in Kılıcı’ gibi sallandırıldı. Kimi bürokratik kademeler, ayrıcalıklar içinde yaşarken kimileri görmezden gelindi.
Türkiye Cumhuriyeti tarihinin en uzun soluklu iktidarında bu durumun düzelmesi bir yana ayrıcalıklar iyice arttı.
Bakanı güçlü olan, bürokrasisi etkin olan bürokratik yapılar “imtiyazlı” hale geldi. Yargı mensuplarının özlük hakları ile ilgili düzenleme çalışmaları da bu çerçevede düşünülebilir.
Ücretleri yerlerde sürünen bir diğer iş koluna mensup öğretim üyesi bir dostumun şu sözleri bu düzenlemelerin dışarıdan görünüşünü gözler önüne seriyor: İnsanın ‘şu YÖK için de HSYK’ya benzer bir seçim icat etseler’, diyesi geliyor!
***
Temel problemimiz “hukuk devleti” ne inancımızın olmayışı. Özgür iradeye güvenmeyişimiz. Eğer böyle bir güvenimiz olsa ne “paralel” ne de “parabol” devlet için mücadele etmek veya birinin safında yer almak zorunda hissetmezdik kendimizi.
Eğer hukuka inanmış “kurumsal” bir devlet inancına sahip olsaydık, her seçim öncesi “iman” tazeleme seanslarına veya güven “artırıcı” teşviklere ihtiyacımız olmazdı.
HSYK seçimleri öncesi görüntüde yargı mensuplarının özlük haklarını iyileştirici, lâkin esasta yargı mensuplarının itibarını zedelemekten başka bir anlamı olmayan bu düzenleme çalışmalarından da anlaşılıyor ki temel problemimiz “ücret rejimi” değil siyasetin yargıya, yargının da hukuk devletine olan bakışıdır.
Özet olarak; hâkikat ile problemimizi çözmemiz lâzım. Bu da “zihniyet” ile alâkalıdır, maaş artışıyla düzelmez...