Haini nasıl buluruz?

Başbakan Tayyip Erdoğan miting alanlarında adeta kükreyerek nutuk atarken, danışmanlarının konuşma metnine Erdoğan’ın özgeçmişinden bölümler yazdıklarını, kimi zaman da prompter cihazı yerine ayna koyduklarını düşünüyorum! Çünkü insanın empati kurmadan muhaliflerine yalancı, hain, casus suçlamalarını böylesine kullanabilmesi hiç de kolay değil!
Erdoğan, oğluna adını verecek kadar saygı duyduğu hocası Necmettin Erbakan’ı terk ettiğinde, Milli Görüş gömleğini çıkardığında, “Siyonizmin veznedarı” ithamına maruz kalmıştı. Başbakan unvanıyla gittiği ABD’de Yahudi örgütlerinden şimdiye kadar Müslüman bir lidere ilk kez verilen ödül ve madalyaları aldığı zaman, Musevi asıllı olduğuna dair kitaplar bile yayınlandı. Vefatından kısa bir süre önce Alman Die Welt gazetesine konuşan Erbakan, Erdoğan ve Gül için “Onları dış güçler getirdi. Şu anki dünya düzeninin; ırkçı, Siyonist emperyalizmin, insanları köleye çeviren güçleri... Erdoğan Siyonizmin kasiyeri oldu” ifadelerini kullanıyordu. İlginçtir, aldığı cesaret madalyalarını iade etmeyi düşündüğüne dair herhangi bir emare de bulunmuyor!
İnsanın sevdiği ve değer verdiği kişilerin hakaretlerini hazmetmesi nerdeyse imkansızdır. Psikolojide yansıtma (kendini başkalarında görmek) denilen bir ruhsal bozukluk durumu vardır. İç çatışma yaşayan bir kişi nefsinde beğenmediği halleri dışa yansıtarak başkalarına yakıştırır. Örneğin babasının küfrederek azarladığı çocuk, aynı sözleri sokaktaki kendinden güçsüz çocuklara tekrarlar. Bir de içe yansıtma vardır ki, birey bilinç dışı bir işlevle beğenmediği özellikleri benliğine sindirir. Artık başkalarının (mesela danışmanlarının) kaygılarını benimseyerek kendi endişe ve geriliminden kaçıp uzaklaşır. AKP’nin kurulduğu günlerde, Erdoğan’ı “Amerika’nın içimize soktuğu adam” diye suçlayan bir dostumu daha sonra yanında danışman olarak gördüğümde aslında pek de şaşırmadım. Şimdi hep birlikte suçlamaların yönünü değiştiriyorlar!
Anket ve seçim sonuçları gösteriyor ki necip milletimiz, aydın kesimler kendi aralarında anlaşıp alternatif çıkaramadığı için en kötü yönetim bile anarşiden iyidir diyerek statükoyu bir dönem daha sürdürmeyi tercih etti! Metro Poll’ün “Ocak 2014/Türkiye’nin Nabzı Araştırması” sonuçlarına göre, “17 Aralık’ta başlayan operasyon, hükümete karşı bir darbe girişimidir” diyenlerin oranı yüzde 24. Ankette, “bazı bakan ve yakınlarının yolsuzluğa karıştıkları iddialarının doğru olduğunu düşünüyor musunuz?” sorusuna, “Hayır, düşünmüyorum” cevabı verenlerin oranı ise yaklaşık yüzde 17. Hükümetin, “uluslararası odaklar bize darbe yaptı” söyleminin seçmen üzerinde ne kadar etkili olduğunu bilmiyoruz. Ancak Cumhurbaşkanı Abdullah Gül’ün ifadesiyle “3. Dünya Ülkelerinde görülebilecek” komplo yaklaşımlarına sokaktaki vatandaştan çok okumuş yazmış kesimlerin itibar ettiği söylenebilir!
İhanet iddiasının doğru olduğunu varsayalım. Nitekim Dışişleri’ndeki gizli Suriye’ye savaş hazırlığı toplantısının dinlenerek sızdırılması bir ihaneti ortaya koyuyor. Fakat hükümet üyelerinin beyanları öyle tutarsız ki, Başbakan’ın ABD, İsrail ve paralel örgüt çizgisinde aradığı haini Dışişleri Bakanı İran-Suriye paralelinde arıyor. İktidar karşıtları MİT’i gösterirken hükümeti destekleyen yandaş medya, Jandarma ve Hava Kuvvetleri’ni suçlayacak kadar ileri gitti. Yani tam anlamıyla bir devlet krizi yaşanıyor. Şimdi can alıcı soruyu soralım.
Türkiye gerçekten ihanet şebekesi tarafından yönetilse neler yaşanırdı?
Kurumlar birbirine düşürülür, erkler arasında devlet krizi çıkarılırdı!Vatandaşın adalete, hukuka ve seçim sistemine güven duygusu kırılır, yargıya saygı duymamaya çağrılırdı!
Ülkenin markası durumundaki Türk okullarının dünyada oluşturduğu Türkiye’ye sevgi atmosferine gölge düşürülür, yurtdışındaki Türk bayraklarının indirilmesi için kampanya başlatılırdı!
Halkın dini ve milli değerlere, geleneklere, din adamlarına itimadı kırılırdı. İnsanların vicdanları ve cüzdanları arasında sıkışacağı bir sistem kurulur, ekonomik kriz riskine karşı ahlaki değerlerden taviz verilebilir anlayışı hakim kılınırdı!
Bölücülük, ötekileştirme vb.. konularda bu maddeler artırılabilir! En önemlisi Osmanlı’yı yıkan sebeplerin başında, devleti yöneten kadronun saraylara, köşklere kapanıp rahata alışması ve rüşvetin yaygınlaşmasının geldiği unutulmamalıdır. Keşke biz de bu sorunlar yaşanmıyor diyebilseydim!

Yazarın Diğer Yazıları