HADİ PRİMAT’A DOKUNMASINI ANLADIK DA DİĞERLERİ NİYE AYAKLANDI?

NE BU ALINGANLIK
TÜBİTAK Başkanvekili’nin Bilim ve Teknik dergisinin Darwin’li kapağını değiştirmesi birçok gazetenin manşetinde veya sürmanşetindeydi. Belirtmeli ki, yazıda ne yazdığını bilmiyoruz henüz. Medya bir olmuş, neredeyse “Hepimiz Bakteriyiz”, “Hepimiz Primatız”, “Hepimiz Maymunuz”, “Hepimiz Parazitiz” dövizleri açacak. UNICEF 2009’u Darwin yılı ilan etmiş, Newsweek, Washington Post, Newyork Times Darwin ekleri verirken Türkiye nasıl ‘küresel’e uymazmış.
Annem olsa bu durum karşısındaki tepkisi şöyle olurdu: Başkaları kendisini uçurumdan aşağı atsa sen de mi atacaksın?
Çocukluğum bu cümleyi tekrar, tekrar duyarak geçti. Böylelikledir ki insanların, ailelerin, toplumların, milletlerin (bakın bu da bir tür evrim!) tercihlerini ’kendi şartlarına göre’ yapmaları gerektiğini öğrendim.
İngilizler, Amerikalılar, Fransızlar, Danimarkalılar, Japonlar ’maymundan’ geldiklerine inanıyorlar diye, biz de inanmak zorunda mıyız? Darwin yılı şerefine berberin-kuaförün yolunu unutup kıllı-tüylü temsili maymunlar olarak mı dolaşalım sokaklarda? Orangutan maskları mı takalım? Primat’ı ’yılın adamı’ mı seçelim? Ne yapalım yani?
Darwin’den önce benzer görüşleri savunanlar nasıl ’sapkın’ olarak nitelendirildiyse, biz de yazdıklarımızdan ötürü ’yobaz’ diye nitelendirilebiliriz. Oysa bu ’o biçim’ bir itiraz değil. Madem ’yaradılanı severiz, yaradandan ötürü’, o zaman itirazımız, nasıl insanın kökeninin ’yaratılmış’ olan hangi canlıya dayandığına olabilir ki!
Evrim Teorisi tartışmasında, meselenin bilimin (aklın) üstünlüğüne karşı çıkmak olduğunu kim iddia edebilir? Mesele, zaten o aklı kullanmayı emretmiş olan inancın yozlaştırılmasına göz yumarak, ‘hayat’ın başlangıç ve bitişini doğasının dışına çıkararak materyalizme sürükleniyor olduğumuz değil mi?
Dileyen, bakteri grupları, maymunlar, goriller, orangutanlar, primatlardan dönüşmüş olduğuna inanabilir. Uygun koşullarda üretilebilir bir mamüle dönüşmek çok ’çağdaş’ gelebilir kimine... Bu her mevsimde çilek, domates, kiraz yiyebilmek gibi. Hormonlu, tatsız, hastalıklı... Şahsen ’geldiğim yerden’ memnunum. Yaşasın organik yaşam!
Not: Çığlıklarınız kulağımı tırmalıyor. Muz versem susar mısınız?


++++++


Hukuk devleti
Kapalıyız!
Deniz Feneri soruşturması ile ilgili yayınları yasakladılar.
Niçin?
Oysa AKP karşıtlarının eşleri ile telefon konuşmaları bile, daha telefonlar kapanmadan yandaş medyada yayınlanıyor.
Deniz Feneri sanıkları, Alman Mahkemesi tarafından yargılanıp (Türkiye’deki abileri dışında) hapse mahkum edildiler...
Bunun Türkiye’deki soruşturmasını halka duyurmak yasak...
Oysa AKP karşıtları hakkında henüz, mahkeme yok, duruşma yok, iddianame dahi yok.
Ama suçlu ilan edildiler...
Deniz Feneri suçluları, devletin koltuklarına oturmuş Türkiye’yi yönetiyorlar...
AKP karşıtlarının ise hepsi hapiste...
Birincilerin; yüz kızartıcı, inanmış, saf insanları dolandırmak gibi utanç verici suç işledikleri Alman Mahkemesi’nin kararı ile sabit...
İkincilerin suçu ne, kimse bilmiyor...
Ama birincilerin ne halt karıştırdıklarının halk tarafından bilinip öğrenmesine yasak getirdiler...
İkincilerin kapı eşiği sohbetleri manşetlerde...
Çarşaf çarşaf...
Bu hukuk devleti değil...
Burada hukuk yok...
Bir hukuk devletinde, hukuku yaraladıklarında, ilk görev hukuk adamlarına düşer.
İşte; Türkiye zor günler yaşıyor...
Tarih not almakta...
Bizler hakim ve savcılarımızın geleceğinin, iktidarın iki dudağı arasında olduğunu elbette biliriz... Kasaba avukatı donanımındaki adalet bakanları orada, Hakimler Savcılar Yüksek Kurulu’nun başında oturmaktadır, daha ne diyeceksiniz?
Ama yine de...
Yine de başımız derde girdiğinde... Bir mahkeme kapısı aralandığında... O kapının arkasındaki yüce kürsüde oturmuş, yüreğinde haktan ve hukuktan başka bir ölçü olmayan cesur yargıçlar-savcılar gelir gözümüzün önüne...
Onların varlığını düşünürüz...
Onlara güveniriz...
Bizim başka sığınağımız yok....
* Bekir Coşkun / Hürriyet


++++++


Yarışa hızlı başladılar
“Hangisi daha Amerikalı?” yarışmamızın ikinci gününde, yazarlar kategorisindeki rekabet kızışmaya başladı bile. Cengiz Çandar, Taha Akyol ve Taha Kıvanç’ın ’Bizi seçen güzel Amerikalı’ içerikli yazıları, dün yayımlananların yanında solda sıfır kaldı. Obama’nın elinden taç (Sam Amca şapkası) giyebilmek için yarışanlar arasında, bakalım Türkiye’ye “Amerika’yı sevmeye hazırlanın” diyen Nazlı Ilıcak, hele hele, Obama’nın gelişini “büyük ikramiye” olarak nitelendiren ve boğaz köprüsünde “yes we can” diyebilme hayalleri kuran Murat Birsel’in eline su döken çıkabilecek mi bakalım?

Ağzından bal damladı
Hillary Clinton, PKK için “ortak düşman” dedi. Suriye ile İsrail’in arasını bulmak için çaba sarf eden Tayyip Erdoğan’ı övdü. Türkiye’nin, “bölgenin lideri” olduğunu söyledi. Kısacası, ağzından bal damladı.
ABD ile aramızı Bush bozdu. Ve birden bire Türkiye, Amerika’yı sevmeyen ülkeler arasında ön sıralara yerleşti. Bakın göreceksiniz, işler nasıl tersine dönecek. İlk sempati kıvılcımını Dışişleri Bakanı Hillary Clinton yaktı. Arkadan bir de Barack Obama gelsin! Anketlerde ABD sevgisi zirve yaparsa hiç şaşırmayın.
* Nazlı Ilıcak / Sabah


Büyük ikramiye
ABD Başkanı Barack Obama’nın Türkiye’ye gelecek olmasının Dışişleri Bakanı Clinton tarafından açıklanmasını ben şöyle duydum:
’Büyük ikramiyeyi kazanan ülke Türkiye!’
Elimizdeki bilete büyük ikramiye vurmuştur, bizden başka bunu yırtıp atabilecek ve ikramiyeyi tepecek olan da yoktur. ’İkramiye Türk halkına çıkmıştır!’ Barack Obama’nın seçilmesiyle birlikte dünyaya bir ’reset’ atıldı (yani sistem açıldı kapandı) ve bir anlamda kullanıcı kaynaklı sorunlardan arındırılmış olarak çalışması arzu edildi. Hayalim Boğaz Köprüsü üzerinde bütün dünya çocuklarının ellerinde kendi ülkelerinin bayraklarını sallayarak ’Medeniyetler Uyumu’nu müjdelemesi ve köprüde koskocaman bir ’Together we can’/’Birlikte başarabiliriz’ yazması!
* Murat Birsel / Star

++++++

Soros’un mesajını aldı
Obama geliyor... Heyecan yüksek... Gazeteler şenlikli: “Obama Türkiye’ye yeni bir dönemi başlatmak için geliyor”, “Obama’nın Türkiye’ye yapacağı ziya ret tarihe geçecek”
Sempatik Bayan Clinton ne dedi:
“Başkan Obama Türkiye ile dostluğu çok önemsiyor.”
Gelin de heyecan ve telaş yapmayın bakalım...
Ne var ki, heyecanlanınca hemen unuttuğumuz bir genel kural var: “Büyük liderler küçük ülkelere bir şey vermeye değil, almaya giderler.”
Obama’nın isteyeceklerini de AP ajansı dünyaya yaydı zaten: “ABD’nin Irak’tan çekilmesine, Afganistan savaşının gidişatının değiştirilmesine ve İran’ın nükleer heveslerinin bloke edilmesine” yardım isteyecek...
ABD’nin Irak’tan asker çekmesine yardım konusu ilk bakışta basit bir transit hizmeti gibi görülebilir. Ancak bu istek o kadar masum olmayabilir. ABD ara istasyon bahanesiyle Kazakistan’da kapattığı üssün yerini tutacak yeni bir üs açmak isteyebilir. Afganistan’da uzun sürecek belalı bir savaş var. Afganistan’daki müttefik güçlerinin eski komutanı, emekli General David Barno, oradaki savaşın daha 25 yıl sürebileceğini anlattı geçenlerde Senato’da... Obama Afganistan’daki 33 bin kişilik güce 17 bin kişilik takviye kararını imzaladı. Ancak ABD’nin daha fazla muharip güce ihtiyacı var. Ne demişti Soros: Türkiye’nin en önemli ihraç maddesi askeridir... Obama mesajı almış görünüyor...
* Melih Aşık / Milliyet

++++++

Mantık ortada
Mitingleri düzenleyenler yargılanıyor ve cezaevinde tutuluyor. Ama katılan milyonlarca insan serbest. Düşündürücü olduğu kadar manidar bir durum!

Dost tarikatı Lideri İhsan Güven’in öldürülmesi olayıyla ilgili davaya gönderilmiş bir rapor.
Savcı Zekeriya Öz şöyle diyor:
“Çelik’in fotoğraf çektirdiği ve fikri birlikteliği olduğu Güven ve Hablemitoğlu’nun cinayete kurban gitmesi, aynı ideolojide olmasına rağmen Çelik’e bir şey olmaması düşündürücü olduğu kadar manidar bir durumdur.”
Mahkeme, bu rapor üzerine Ergenekon Davası’nda tutuklu bulunan bazı kişiler ile Çelik’in ifadelerinin alınmasına karar vermiş. Türk adalet sistemi açısından “düşündürücü olduğu kadar manidar bir durum” bu!
Delilleri toplayıp, suçluları kıskıvrak yakalamak yerine, suçlu olduğu tahmin edilen kişileri “öttürerek” adaleti sağlayabileceğini düşünen bir savcı!
Suçla ilgili somut delilleri toplamaktan, sanıklar arasındaki bağlantıları ve suç ile ilgili derecelerini elle tutulur kanıtlarla ortaya koymaktan, delilden yola çıkarak suçluya ulaşmaktan daha kolay bu “geleneksel yöntem”!
* Mehmet Y. Yılmaz / Hürriyet

++++++


MİNİ YORUM
Sormak veya sorgulamak

Fehmi Amca, Hillary Clinton’a yöneltilen soruların “sorgular” gibi olmasına çok bozulmuş. Sözünü ettiğimiz, bütün dünyanın ‘bir gün yargılanmasını’ beklediği ülke değil mi? Suçlarının çoğunu ‘sınırları dışında’ işlediği de düşünülünce, Dışişleri Bakanı’nın ‘bütün selefleri adına ifadesini almak’, ABD’nin sömürgeleştirme politikalarından ağzı yanan her devletinin, her bir vatandaşının hakkı sayılamaz mı?
Kaldı ki, bir haftadır “Amerikan Rüyası 2” setine döndü ülkemiz, ne sorgusu Allah aşkına...

Yazarın Diğer Yazıları