H5N1 Yasemin, H1N1 Ahmet

V irüs söylentileri çıktığı gün, Erhan Canoba’nın “Aydın üzerine Notlar”ında yazdığı şu satırları hatırlayıp, duruma uyanabilseydik ne aşıyı, ne de aşının devlete kesilen faturasını yemeyecektik: “Bir virüs gibi yayılacak yine. Damarlarımıza Ahmet Altan enjekte edecekler. Kanımızdaki Ahmet Altan oranı artacak biraz daha. Ahmet Altan okumamak bir eksiklik değildir! Ahmet Altan okumak insana bir şey kazandırmaz, ama çok şey kaybettirir.”
Amma velakin balık hafızalıyız!..
Ne o üzerinize halsizlik mi çöktü? Kanınız çekilmiş gibi mi hissediyorsunuz, eklem ağrılarınız mı azdı? “Belge”dendikçe ateşiniz yükseliyor mu mesela? Demokrasi aşığı Taraf’tan “Paşa paşa...” ile başlayan “komutlar” işittikçe, cevaben basacağınız sözler dilinizin ucuna kadar geliyor ve ani bir öksürük nöbeti ile boğulup gidiyor mu? Olup biteni dışarıdan izlemeye kalkıştığınızda kusma ihtiyacı duyuyor musunuz? Bir lokmayı boğazınızdan geçirmekte zorlandığınız anların sayısı artmaya mı başladı son günlerde?
Bu ürkütücü haberi vermek istemezdim ama “virüs” size de bulaşmış.
Erken teşhis hayat kurtarır! Bir de hangi “hain virüs”ün “direncinizi” kırmaya çalıştığını öğrenebilirsek teşhisi tamamlamakla kalmaz, tedavide de yol alırız.
Son yirmi saatte yaptıklarınızı hatırlamaya çalışın. Herhangi bir gazete bayinden, Taraf’ın bir nefes kadar yakınınızda olabileceği konumda olduğunuz halde alışveriş yaptınız mı? Daha da ileri gidip gazeteyi de okudunuz mu yoksa? Kimin yazısının daha çok sarstığını düşündünüz bünyenizi? Ahmet Altan mı, Yasemin Çongar mı? NTV, CNN, 24, TVNET... gibi “Altan kardeşler” veya Çongar’ı konuk eden bir televizyon kanalı açtınız mı? Kumanda mı kullandınız? Direk televizyon düğmesinden mi? Direk temas mı yani?
Şaşırmayın çok ilgisi var. Taraf yazarlarının muhtemel kontr-telekulaklara karşı, kendi aralarında kullandıkları kod adlarıyla sızmışlar içimize. Yasemin Çongar: H5N1, Ahmet Altan: H1N1.
Yasemin’in kodunu “görevli” olduğu ABD’den getirmiş olması da ihtimal tabii ama ben bu işin mazisinin, Şubat ayazında çıktıkları Kandil’de aranması gerektiğini düşünüyorum.
Teorim şu; Kandil’e ayak basan Yasemin “kadın duyarlılığı” ile hayvanlara şefkat göstermeye kalkmış ve salya yahut dışkılarıyla temas etmiş olabilir. Veya ölmüş hayvanlarla ilgili incelemelerde bulunurken, kuş gribi virüsünün kuluçka için seçtiği “hamur teknesi” oluvermiştir.
Ahmet’te gelince; bahse girerim Kandil’de bile uğruna vatanı satacak cinsten bir çift meme bulmuş ve tabularını yıkmıştır. O gün bugündür de, ruh ve bedenlerini esir alan virüslerle anılır olmuşlardır. (Muhtemelen “yaşlı” bir çift memenin, devletimizin ilgili birimleri tarafından “açılım emekliliğinden faydalanacağı” da fısıldandıysa kulağına “açın, açın” sabırsızlığını anlamak zor değil.)
Bir diğer ihtimal; Ümraniye’den sonra “arkeolog” kesildiler ya, belki de diyorum, bu hayvan dışkılarını barındıran, mesela “bomba” gibi başka bir materyale bulaştı elleri... Ki bu seçenek doğru çıkarsa Mehmet Baransu’nun da virüsün dönüşüme uğramış başka bir versiyonuyla anılabileceği unutmamalı.
Adettir “adıyla yaşasın” derler ya, onlar da “koduyla yaşamaya” başlamış demek. Virüs misali gazete, televizyon, boğazda rakı-balık masası gibi bulabildikleri bütün mecralarda hızla yayılmış niyetleri.
Biz nasıl korunuruz ona konsantre olalım. Bir kere hijyen şart; Üzerine irin akıtılmış hiçbir gazete, kitap, dergiyi evinizden, işyerinizden içeri sokmayacaksınız... Televizyon ekranı ve bazı internet siteleri gibi kirlenmiş yüzeylerden uzak duracaksınız... Sokağa çıktığınızda; virüs kaptığı için dengesini yitiren tiplerden etkilenmemek için kulak tıkacı takacaksınız (Çeşitli renk ve desenleri mevcut olan, giyiminize uygun kulak koruyucuları da tercih edebilirsiniz)... Hastalıklı havayı solumak istemiyorsanız, virüs merkezi olan Kadıköy’ü bir süreliğine güzergah dışı bırakmanızda fayda var. Kanatlı eti ve yumurtasıyla da bulaşabildiği için, yine bir süre, öğünlerinizde Çongar’ın Washington’dan yumurtladıklarına yer vermeyin...
Bu koruyucu yöntemleri uyguladıktan sonra, bir de direncinizi güçlendirmesi için her gün bir doz Yeniçağ okuyabilirsiniz. İnanın çok “güçlü”, çok ”dik“ hissedeceksiniz kendinizi.
İlk etapta direk teması bulunan Mehmet Altan, Hasan Cemal, Cengiz Çandar gibi potansiyel taşıyıcılara da dikkat!

+++

29 Ekim’i yok sayan Taraf’a çağrı yaptı:
Siz 4 Temmuz bayramını(!) kutlayın
29 Ekim Cumhuriyet Bayramı’nı hatırlatmayan tek bir gazete vardı. Taraf.
Onlar için sıradan bir gündü.
Bir gün sonra, kendi okurlarından bile tepki almış olacaklar ki, gazetenin patronu Ahmet Altan konuyla ilgili şu satırları kalemi aldı: “Bir cumhuriyetin 86. yılının gazetelerde yarım sayfa kutlanmasına diktatörlüklerde rastlanır sadece.”
Cumhuriyet Bayramı’nı kutlamak zorunda değiller ama “yalancı” olmak, “okurları kandırmak” ve “Türkiye düşmanlıklarını yalanla rasyonalize etmek” zorunda da değiller.
Ahmet Altan herkesi kara cahil ve dünyada bir kendi var zannediyor.
Hiçbirşey bilmediğini yada bile bile yalan söylediğini herkesin göreceğini fark etmiyor.
Sizce Ahmet Altan, Amerika’nın Cumhuriyet Bayrımı sayılacak 4 Temmuz’un ABD’de ne büyük coşkuyla kutlandığını, 4 Temmuz’da Amerika’da ne etkinlikler yapıldığını bilmiyor olabilir mi?
Bilmiyorsa Yasemin Çongar’a sorsun. Amerikalılar “anlat” derse Yasemin Çongar ona anlatır.
Fatih Altaylı / HaberTurk

+++

Sabah gazetesi dün “Askeri Savcılık, Albay Dursun Çiçek imzalı belgenin orijinalini üç kez istedi. Ergenekon Savcılığı vermedi” ifadesini kullandı.
Biz soruşturmayı Özel Yetkili İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı’nın yürüttüğünü sanıyorduk. Haberden anlaşılan o ki bu makamın yerine “Ergenekon Savcılığı” ikame edilmiş.
Cumhuriyet Savcılığı, “cumhuriyeti korumak için başbakandan, bakandan, müsteşardan, validen, büyükelçiden bile hesap sormak gerekebileceği” öngörüsü ile oluşturulmuş bir tür emniyet sübabı. Ve bir savcının birinci görevi “iddialarını dayatmak” değil, “adalet” in tesisine, yani mahkemeden “adil bir karar” çıkmasına hizmet etmek. Takdir edersiniz ki, bunu sağlamak sadece “suç isnat etmek” ile olmaz. Bir “Cumhuriyet Savcısı” sanığın lehine olabilecek delilleri de toplayıp değerlendirerek, suçsuzluğundan emin olursa, suçladığı sanığın beraatini isteyebilecek kadar, “hukukun üstünlüğü” nü kabul etmiş olmalı.
Durduk yere “Ergenekonculardan hesap sormak” la yükümlü bir “Ergenekon Savcılığı” icad ettiklerine göre; Sabah veya haberde imzası bulunan Veli Sarıboğa, Ümraniye Davası’na bakan Cumhuriyet Savcılığı’nın bu özellikleri taşımadığını ya da taşımaması lazım geldiğini mi düşünüyor?

Bu insanların hepsi
Ergenekoncu değil ya!

CUMHURİYET Bayramı gecesi sokaklardaki havayı teneffüs etmenizi isterdim.
Demek ki Türkiye’de halkın önemli bir bölümünde, cumhuriyet değerlerinin tehlike altında olduğuna ilişkin bir inanç oluşmuş.
Başbakan, seçimden sonra verdiği “Herkesin başbakanı olacağım” sözünü tutmayı başaramamış, böyle bir inancı kitlelere verememiş.
Ben Başbakan’ın yerinde olsam geriye döner, yaptığım hataların neler olduğunu anlamaya çalışırdım.
Sokaklara dökülenlerin hepsini “Ergenekoncudur” diyerek içeriye tıkmaya olanak yok çünkü!
Mehmet Y. Yılmaz / Hürriyet

+++

Baş ulema olsun!..
Onu, “Apo’ya paşa unvanı verilsin, maaş bağlansın” dediğinde, ciddiye almadık... “Aklınca şaka yapıyor olmalı” deyip geçtik...
Son yazısında tahrik çıtasını epeyce yukarılara çıkarmış: “Kendi halkına ve ülkesine karşı entrikalar çeviren bir fesat ocağı ile karşı karşıyayız. Yeniçeri ordusunda bile kimsenin aklına gelmeyecek türden desiseler bunlar. (...) Cuntacıların ordudan ayıklanması yetmez. (...) Ülkemizin güvenliğini, Türkiye’nin birliğini, halkın hukukunu, devletin bekasını koruyabilmek için bu ’kurumsal yapı’ya son vermemiz ve yeni bir ordu kurmamız lâzım.”
Bu haddini bilmezin adı, Mümtazer Türköne... 12 Eylül öncesinin hızlı aşırı sağcılarından! 1990’lı yıllarda ise “kim iktidardaysa ona hizmet etmeye” soyundu ve bir dönem Tansu Çiller’in danışmanlığını yaptı.
İşin ilginci; bu “uçuk profesör” , Gazi Üniversitesi’nde hocalık yapıyor! Genç beyinleri kim bilir neyle dolduruyor. Elbette; AKP’nin önde gelenlerine “danışmanlık” yapmaktan da geri durmuyor. Bu partiye o kadar yakın ki, eşi AKP Milletvekili!
Türköne bir süredir “senaryo yazarlığı” na merak sardı. Önce “Hatırla Sevgili” adlı televizyon dizisinin “senarist” kadrosunda yer aldı, şu günlerde de 12 Eylül 1980’den 2002’ye, yani AKP’nin iktidara geldiği günlere kadar geçen dönemin anlatıldığı “Bu Kalp Seni Unutur mu” nun senaryo ekibinde çalışıyor. Solculuktan dönmüş liboşlarla, kafa kafaya verip, para basıyor! Arkadaş “senaryo” yazma işini o kadar benimsemiş ki; “uydurup uydurup ipe diziyor!”
Birkaç “saçma” öneri de benden...
“Cumhurbaşkanlığı babadan oğula geçsin...”
“Kazasker, nişancı, defterdar ve vezir gibi unvanlar yeniden verilsin; Divan-ı Hümayun kurulsun.”
“Mümtazer baş ulema olsun!”
Böyle bir adamı yakınlarında bulunduranlar ve ona “Hoca” diyenler, acaba hiç sıkılmıyorlar mı?
Mustafa Mutlu / Vatan

+++

TSK’nın tasfiyesi
için çalışıyorlar

Daha önce sadece Albay Çiçek’in istifası isteniyordu.. Bu defa hedef yükseltildi... Genelkurmay Başkanı İlker Başbuğ’un istifası istenmeye başladı... Yetmedi, bütün komuta kademesi isitfaya davet edildi... O da yetmedi... Varılan son noktada artık Silahlı Kuvvetler’in tümden tasfiyesi talep ediliyor.
Ne ıslak imza üreten makinenin ortaya çıkması, ne Adli Tıp kararındaki karanlık noktalar yandaşları durduramıyor.
Bu süreçte tek olumlu ve önemli gelişme Başbakan Erdoğan ile Genelkurmay Başkanı İlker Başbuğ’un görüşmesinden çıkan karar: “Gerçeğin ortaya çıkması için yargı süreci beklenmeli...”
Kimin suçlu kimin suçsuz olduğunu anlamak için hukuki sürecin sonucu beklenmeli...
Not: TSK’ya kurulan tezgâhın “ıslak imza makinesi” gibi haberlerle bozulması anlaşılan tertipçileri kızdırmış. Dün tescilli bir muhbiri üzerimize saldırtmaya çalıştılar.Yiyip yutanlara afiyet olsun...
Melih Aşık / Milliyet

+++

Islak imza: Atatürk
“Bazı kimseler çağdaş olmayı, kâfir olmak sayıyorlar. Asıl küfür, onların bu zannıdır. İrtica, bilinçli ve organize hıyanet olayıdır... Her sarıklıyı hoca sanmayın.”
“Memleketi temelinden asıl yıkan, içerdeki cephenin suskunluğudur.”
“Düşüş, aczle başlamıştı. Milletin de zihni bozulmuştu. İnsan olmak için, mutlaka Avrupa’dan nasihat almak, bütün işleri Avrupa’nın emellerine uygun yürütmek, bütün dersleri Avrupa’dan almak gibi birtakım zihniyetler ortaya çıkmıştı. Oysa, hangi istiklal vardır ki, ecnebilerin nasihatleriyle, ecnebilerin planlarıyla yükselebilsin?
Tarih böyle bir olayı kaydetmemiştir.”
“Dahili ve harici bedhahlar...”
“Adalet, bir devletin esası olduğuna göre, mahkemeler lafzen değil, hakikaten bitaraf olmalıdır. Hükümetin otoritesi maskesi altında halka zorbaca vaziyet almak, yakışıksız muamelelere cüret etmek gibi haller, mutlaka önlenmelidir.”
“Arkadaşlar, efendiler ve ey millet, iyi biliniz ki, Türkiye Cumhuriyeti şeyhler, dervişler, müritler, memleketi olamaz.”
Adli Tıp’a gerek yok.
Islak imza...
Mustafa Kemal.
Yılmaz Özdil / Hürriyet

+++

Orduyu kaldıralım
olsun bitsin o zaman

Türk Silahlı Kuvvetleri’ni, Osmanlı İmparatorluğu’nun gerileme dönemindeki sık sık kazan kaldıran yeniçeri ocağına benzeten yandaş yazar, Silahlı Kuvvetler’in lağvedilmesini ve yeni bir ordunun kurulması gerektiğini belirtiyor.
Bu öneri “zafere ulaşmaya az zaman kaldığına inanıyorlar” görüşümü pekiştiriyor sanıyorum. Türk Silahlı Kuvvetleri’nin bir “fesat ocağı” olarak nitelemek herhalde sıradan ve kişisel bir eleştiri değildir. Niyet iyice açığa çıktığına göre cesaret de artıyor.
Can Ataklı / Vatan

+++

MİNİ YORUM
Kadın duyarlılığı olsa tepki verirdi

HaberTurk’te yayınlanan ”Sınırsız“ programına katılan ART Program Koordinatörü Lale Şıvgın, ”cinsiyeti ve etnik kimliğine hakaret edildiği“ gerekçesiyle Serdar Turgut’a dava açan Rojin’e ”Turgut, en azından sizden özür diledi. PKK’lıları davul-zurna ile karşılayarak şehit olan evlatlarına ve emanetlerine hakaret edilen şehit aileri ne yapsın peki?“ diye sorduğunda, Rojin’in sergilediği kayıtsızlık, bu davanın ”kadınca bir duyarlılık“ ile açıldığı konusunda şüpheye düşmeme neden oldu.

Yazarın Diğer Yazıları