Güzel bayramların güzel adamlarına...
Şu sokağın köşesini dönünce, karşıdan görünürdü o eski zamanların güzel adamları. Bayram namazına yetişmenin tatlı telaşı yanında uzun bir aradan sonra yapılacak kahvaltının hayali idi belki de bu acelenin sebebi...
Eğlenmeyi de ciddiyeti de bilen ve alabildiğine yaşayan ehl-i muhabbet adamlardı. Son temsilcilerine eski mahallenizde, köyünüzde veya kasabanızda rastlayabileceğiniz türden adamlar...
Kentte yoktur ama şehir kültürünün kokusunu hissedebileceğiniz yerlerde nadirattan da olsa rastlayabilirsiniz. Kilim, bakır, hat vs. türünden ya eski zaman eşyaları satan ya da sahaf köşelerinde rastlayabileceğiniz türden adamlardır.
Çocukluğum böyle adamların arasında geçti. Muhabbeti kadar mehabeti güçlü adamlar arasında. Komşuların sırayla iftar vermesinin gelenekten sayıldığı, iftardan sonra teravih namazında yoklama vermenin mecbur olduğu zamanlardı.
Biz çocuklar daha ziyade meselenin teravih sonrası muhabbet kısmıyla ilgiliydik. Eğer iftar mekânında teravih kılmayacaksak nerede kıldığımızı ispat etmek zorundaydık. Delil olarak sunmak için en azından birkaç rekat namaza eşlik etmek zorundaydık.
Babalarımızın gençlik hikâyelerini, ihtiyarların fukaralık yıllarına dair bize "efsane" gibi gelen hatıralarını gözümüz açık dinlerdik. "Haydi canım!" kabilinden alabildiğine fukaralığın yaşandığı dönemleri o kadar güzel anlatırlardı ki "tüh neden daha erken gelmedik dünyaya!" derdik.
O hatıralar aslında zor olanın çirkin olmak zorunda olmadığını va'z eden kadim kültürümüzün kodlarını ruhumuza işliyordu. Neticede her şeyin zıddıyla kaim olduğuna inanan bir zihniyet dünyasına aittik.
Sert adamlar arasında yaşamak zorunda olmak zor bir şeydi ama güzeldi...
Karasakallı Amcaların, Konç Hafusların, Marangoz Hacı İbrahimlerin, İbrahimego Amcaların, Mehmet Ustaların, Topal Hocaların tatlı-sert dünyasının çocuklarıydık. Ellerini öpmeye bile çekinerek gittiklerimizden, espri yapmaları bir kenara kaydedilecek önemli olaylar türünden olanlarından tutun da gülmeden yaşayamayacak olanlarına kadar her karakterden insanın bir arada uyum içinde yaşadığı bir topluluktuk...
Bizim memleketin insanı böyleydi işte. Mizah ile ciddiyet kucak kucağadır. Neyin ne zaman geleceğini kestiremezdiniz. Mizaha aldanıp gevşemeye gelmezdi, Osmanlı tokadı ile tekrar nizama sokuluverilirdiniz...
Hayatta olsalardı bu yazıyı gece yazmak zorunda kalacaktım, çünkü hepsini tek tek ziyaret etme ameliyesi ile yükümlü olacağım için günün yarısı onlarla geçecekti. Ameliye dediğime bakmayın bizimki gönüllü ama hiçbirini atlamadan yapılması gereken bir vazifeydi. Ziyaretler planlanırken en önemli husus hiyerarşiye dikkat edilmesiydi. Ziyaret yaşlıdan gence doğru olmalı, kimse atlanmamalıydı; aksi takdirde zılgıtı yememiz kaçınılmazdı.
Ziyaret muhabbetle devam ederdi. Biz başlatır, onlar sonlandırırdı; oturduk mu onlar kovmadan kalkamazdık. Öyle tatlı adamlardı vesselam...
Son yıllarda ziyaretler daha çabuk bitmeye başlamıştı zaten. Şimdilerde ise artık hepsini birlikte ziyaret ediyorum. Bir ömrü beraber, dostluğun nasıl olması gerektiğini kafamıza sokmak ister gibi, alabildiğine komşulukla geçirmişlerdi. Artık ruhları da komşu oldular. Aynı kabristanın köşelerini tutmuş o Ramazan gecelerinin hatıralarını yâd ediyor gibiler. Hepsine selam vererek giriyorum kabristana, bana doğru baktıklarını görür gibiyim; "neredesiniz haytalar!" bakışlarıyla...
Hepsini Marangoz Hacı İbrahim'in evinin terasında taburelerin üzerine oturmuş teravih sonrası çaylarını yudumlarken yayla yollarında yaptıkları horonlardan eski bayramlara, çöplüklerden ekmek toplamak zorunda kaldıkları fukaralık yıllarından medrese maceralarına kadar yaşadıklarını gâh gülerek gâh hüzünlenerek anlatırken hatırlıyorum...
İhtimal huzurlu bir uykunun içerisinde o güzel günlerin rüyasını görmekteler...
Bize ise tek başına geçirdiğimiz Ramazan geceleri ile iki saatte biten Bayram seremonileri düştü.
Güzel hatıralar bırakmayı beceren güzel adamlardı vesselam.
Onların mekânı Cennet sizin Bayramınız kutlu olsun efendim...