Güvenlik sorunuyla karşı karşıyayız

Türkiye'nin şu anda sırf vakıfların çıkarı için ulusal bir güvenlik sorunuyla karşı karşıya olduğunu biliyor muydunuz?
Hatırlarsanız daha önce vakıf üniversiteleri hakkında yazmıştım.
2010 yılından 2019 yıl sonuna kadar, Vakıflar Meclisi kararları ile bu üniversitelere yaklaşık 277 milyon TL tutarında borç verilmişti.
Ancak borç olarak verilen bu tutarların geri ödemelerinin gerçekleştirilmediği, İdare tarafından bu borçların takibine ilişkin işlemlerin yapılmadığı, dahası borçların geri ödemelerinin Vakıflar Meclisi'nin muhtelif tarihlerde aldıkları kararlarla ertelendiği tespit edilmişti.
Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan bile vakıf üniversitelerinin ticarethaneye dönüştüğünden şikayet ederek, "Vakıf üniversitelerimiz ticari merkez alanına çekilmesini engellemek için hemen bir çalışma yapmalıyız. Adı vakıf ama bilimsel çalışmaları bırakmış öğrencisinin parasına bakıyor. Vakıf üniversitesinin, patronlar kendi ceplerini nasıl dolduracak ona bakıyor. Adı vakıf ama vakıf olmaktan çıkmış ticari olarak çalışıyorlar" demişti.
Haksız değil.
Dün edindiğim bilgiler bu işin hangi noktaya geldiğini ortaya koydu.
Biliyorsunuz AKP döneminde özel üniversiteler devlet eliyle palazlandırıldı.

Daha önce Türkiye Gençlik ve Eğitim Vakfı'na (TÜRGEV) üniversite açma yetkisi veren yasa 31 Mart 2015'te sabaha karşı 05.20'de TBMM'de yasalaştı. Toplam 606 milyon lira değer biçilen iki arazinin irtifak hakkı 3 milyon TL karşılığında 30 yıllığına TÜRGEV'e verildi.
Vakıf tarafından kurulan İbn Haldun Üniversitesi 2017 - 2018 eğitim yılında Başakşehir'deki inşa edilen Güney Kampüsü'nde faaliyete başladı.
Sağlık Bakanı Fahrettin Koca'nın kurucusu olduğu Medipol Üniversitesi, YÖK'ün Haziran 2009'da verdiği izinle İstanbul'da kuruldu. 2012'de 12 bin 500 metrekare olan Medipol Üniversitesi, 2019'a gelindiğinde 778 bin 92 metrekarelik bir alana yayıldı ve 8 yılda metrekare bazında 62,2 kat büyüdü.
Diyanet Vakfı tarafından kurulan İstanbul 29 Mayıs Üniversitesi'ne yerleşke için İstanbul Ümraniye'de 80 dönüm arazi tahsis yapıldı. İlçedeki son büyük parsellerden birini alan Diyanet Vakfı'na üniversite yerleşkesini ise 43 milyon liraya İstanbul Büyükşehir Belediyesi yaptı.
Bizim de asıl yazı konumuz olan bir başka örnek: İstanbul Sabahattin Zaim Üniversitesi…
Kurucuları arasında siyaset dünyasının tanıdık isimlerinin bulunduğu İlim Yayma Vakfı, İrfan Koleji ile eğitim alanında faaliyet gösteriyordu.
İlim Yayma Vakfı, 2010 yılında İstanbul Sabahattin Zaim Üniversitesi'ni kurdu. Aynı yıl 9 Kasım'da Vakıflar Genel Müdürlüğü, Sultan II. Bayezid-i Veli Vakfı'na ait olan Halkalı Ziraat Okulu'nun 357 bin metrekarelik arazisini İstanbul Sabahattin Zaim Üniversitesi'nin eğitim ve öğretim hizmetlerinde kullanılmak üzere 10 yıllığına İlim Yayma Vakfı'na tahsis etti.
Prof. Dr. Sabahattin Zaim'in adını alan üniversite 2011-2012 yılında eğitime başladı.
Edindiğim bilgilere göre üniversiteye tahsis edilen arazi yetmemiş olacak ki yeni yerler istiyor. Hatta iş öyle boyuta gelmiş ki kamu kurumunun yaptığı işin önemi dahi bu isteği durduramamış.
Ulusal güvenlik sorunu yaratan noktaya geliyorum.
İstanbul Zirai Karantina Müdürlüğüne (ZKM) ait Halkalı Ziraat Okulunun bulunduğu yer Sabahattin Zaim Üniversitesinin talebiyle taşınmak isteniyor.
Yani tahsis edilen arazide oturan üniversite, arazi sahibini kovmak istiyor.
Boşaltma baskısı karşısında, Bakanlık İstanbul Zirai Karantina Müdürlüğüne, taşınılacak bina hazır olmadığı için Yeşilköy Havalimanı hangarlarından birine geçici olarak acilen taşınılması doğrultusunda sözlü talimat gönderiyor.
Bakın "sözlü talimat" yazılı bir şey yok.
Taşınma işlemi, Kamu İhale Yasası hükümleri gereği ihale edilerek yapılmalı. Yapılan açıklamaya göre kaba bir hesapla yaklaşık 2-3 milyon Türk Lirası tutarında maliyet oluşturacak. Tahsis edilen yerin inşaatı tamamlandıktan sonra ikinci kez taşınma masrafları ve ihale süreci gerektirecek.
Taşınma talimatı verilen geçici yere nakil ve montajlar sürecinde pek çok hassas cihaz ve demirbaş malzeme kullanılmaz hale gelecek.
Daha kötüsü de…
Tohum ithalatın yaklaşık yüzde 90'ının, görev alanındaki diğer ithalatların yüzde 60'ının kontrolünün yapıldığı İstanbul ZKM'nin birkaç ay işlevsiz kalması, ithalatın karantina kontrollerinde zafiyet yaşanmasına neden olacak.
Ve gıda kontrolünün ithalatçının insafına terk edilmesine yol açacak.
Gıdada yeni hastalık ve zararlıların ülkeye girmesi ile gıda güvenliği ve gıda güvencesi konularında apaçık bir güvenlik sorunu yaratacak.

Yani ithal ürünlerde ne yediğimizi bilemeyeceğiz.
İlerleyen süreç içerisinde bu konunun oluşturacağı kamu zararını hiç söylemiyorum.

Sonuç olarak yine bir vakfın keyfi için bütün ülkenin gıda güvenliği tehlikeye atılıyor. TMMOB bu konuda girişimlerde bulunuyor fakat henüz bir olumlu gelişme olmaması endişelendiriyor.
Böylesine kurumsal bir yapının yaptığı hayati bir mevzuda sözlü bir şekilde "hadi çıkın buradan" demek hangi devlet mantığında yer alır.
Aklım almıyor…

Yazarın Diğer Yazıları