Güven bunalımı krizi derinleştiriyor
İş çevreleri, bankaların özel sektöre güvenmediğinden ve kredi vermediğinden yakınıyor. Bu durum sektörler arasında bir güven bunalımı olduğunu gösteriyor.
Dünyanın tersine, Türkiye’de bankaların rahat olması, buna karşılık kriz yükünü reel sektörün ve çalışan kesimin çekmesi, AKP hükümetinin uyguladığı yanlış politikalardan ortaya çıktı. AKP hükümeti dışarıdan fon gelsin, sıcak para gelsin diye faizleri yüksek tuttu. Kuru düşük tuttu. Suni bir refah oluştu. Bu refahtan, yüksek faiz ve yüksek aracılık kârları sağlayarak, bankalar büyüdü...
Düşük kur nedeniyle özel sektörün ihracat kârı azaldı. Yüksek faiz nedeniyle maliyetleri arttı. Daha önemlisi dış borca battı. Şimdi kur artışı özel sektörü daha da zora soktu.
Özel sektörün dış borçlarının bir kısmı bankalar aracılığıyla alındı. Bankalar akıllı olsa özel sektörü batağa zorlamazlar. Aksi halde kefil oldukları özel sektör dış borçları nedeniyle kendileri de aynı çukura düşeceklerdir.
Bankalar o kadar şımardı ki, bir banka hiç gereği yokken 1750 kişiyi işten çıkardı. Toplum bu gibi yalnızca kendini kurtarmaya odaklanmış, bu krizin ve işsizliğin derinleşmesine neden olan bankaları veto etmelidir.
Elbette dünyadaki krizden daha ağır bir krize yol açan hükümet, şimdi sektörler arasındaki bu kavgaya da göz yumarak, finans sektörü ile sektör arasındaki dengenin daha çok bozulmasına yol açıyor.
Merkez Bankası, Ocak 2009 “Reel Sektör Güven Endeksi” ne göre, reel sektörde de, piyasaya karşı, hükümete karşı bir güven bunalımı yaşanıyor.
2008 Ocak ayında 194.2 olan reel sektör güven endeksi, 2009 Ocak ayında 59.4 oldu. Bu endekste 100’ün üstü güveni, yüzün altı ise güvensizliği göstermektedir.
Bu endekse göre reel sektör piyasaya karşı güven duymuyor... Örneğin 2008 başında 101.5 olan toplam sipariş hacmindeki beklenti, bu sene ocak ayında 37.3 oldu. Sipariş beklentisi olmayınca, özel sektör küçülmek zorunda kalıyor. Küçüldükçe de işçi çıkarıyor ve yeni yatırım yapmıyor.
Mamafih bu endekste toplam istihdam beklentisi de yarı yarıya azalmış görünüyor.
Sabit sermaye miktarı da aynı şekilde 107.1’den 43.2’ye gerilemiş bulunuyor.
Daha önemlisi, reel sektör genel gidişatı çok kötü görüyor. Bir ekonomide iç ve dış talebin düşmesi yanında beklentilerin kötüleşmesi de durgunluğun artmasına neden olmaktadır.
Dış talep noksanlığı da, ihracatın gerilemesine ve işsizliğe neden oluyor... Ayrıca böyle giderse Türkiye’nin yeni bir döviz sorunu yaşamasına da neden olacaktır.
2009 Ocak ayında, ihracatçılar meclisi ihracatın geçen yıl aynı aya göre yüzde 28 oranında azaldığını açıkladı. Türkiye ihracatında ilk sırada yer alan otomotiv ihracatında ise yüzde 53 azalma olduğu ifade edildi.
Türkiye’nin 2009 yılında 100 milyar doların üstünde dövize ihtiyacı var... Şimdiye kadar bu ihtiyaç, dışarıdan çeşitli fon girişleriyle karşılandı.
Örneğin Türkiye’nin de içinde bulunduğu yükselen pazarlara sermaye akımı şöyledir:
2007’de 929 milyar dolar,
2008’de 466 milyar dolar,
2009’da 165 milyar dolardır. (tahmin)
2009 yılında, Türkiye’nin de içinde bulunduğu (Rusya - Polonya - Çek - Ukrayna - Macaristan - Bulgaristan - Romanya) 8 ülkeye, yalnızca 30 milyar dolarlık sermaye gelmesi bekleniyor.
Bu şartlarda, Türkiye 2009 için döviz bulmak zorunda kalacaktır... Bu bize aynı zamanda hükümetin neden IMF’nin kuyruğunda dolaştığını da ortaya koyuyor.