Güneydoğu’da halk PKK’nın rehinesidir
Güneydoğu’da elbette BDP’yi destekleyenler var. Ancak bunların sayısı sanıldığından çok az. BDP’nin ve onu destekleyenlerin arkasında da PKK ve onun desteklediği Belediyeler var. PKK yıllardır kendisine karşı olan yerel siyasi ve sosyal yapıları (aşiretleri, ağaları, şeyhleri ve diğer unsurları) silahlı şiddet kullanarak ezdi. Şimdilerde de bölgede PKK’nın himayesinde seçim kazanmış (!) olan bölücü, etnikçi ve ayrılıkçı belediyeler buna ilave edilmiştir.
Sekiz yıllık AKP iktidarı döneminde bölgede devletin otoritesi kırılmış buna karşın örgütün otoritesi güçlenmiştir. İktidar ve işbirlikçi medyası bölgedeki bütün sorunları orada görev yapan TSK personeli ve devlete bağlı korucularla ilişkilendirmiş. Devlet ve millet bütünlüğü için hayatlarını ortaya koymuş olan bir çok subay ve görevli tutuklanmıştır. Böylece bölgedeki güvenlik görevlerinin ve devlete bağlı korucu kesimin moral ve motivasyonu kırılmıştır. Buna karşın bölücü örgütün devlete karşı direnci artmış, talepleri meşru görülmeye başlanmış ve motivasyonu da yükseltilmiştir.
ABD’nin Irak’ı işgali ile birlikte de TSK’nın Kandil’e müdahale edememesi örgütü bölgede eskisinden çok daha etkin bir konuma getirmiştir. Bölge halkının can, mal ve ırzının güvenliği terör örgütüne emanet edilmiştir.
Bölgede yaşayan ve Kürtçe konuşan halkın bölücülük ve ayrımcılıkla ilgili hiçbir talebi yoktur. ABD’nin yönlendirmesiyle iktidarın uygulamaya koyduğu “kürt açılımı” adlı proje PKK’yı bölge halkının temsilcisi (!) ve haklarını sağlayan örgüt konumuna sokmuştur. Bu şartlar bölge halkını BDP’li belediyelerin ve PKK’nın rehinesi konumuna indirgemiştir. Bu durumda da bölge halkından özgür irade ve hele hele örgüte karşı bir duruş beklemek akla aykırı bir durumdur. Terör örgütünün otoritesi ile bölge halkının özgürlüğü arasında bir terazinin iki kefesi gibi bir ilişki vardır. Birisi alçalmadan diğeri yükselmeyecektir.
Karayılan bölge halkından şikayetçi!
Terör örgütünün uyguladığı onca şiddet, AKP iktidarının yürürlüğe koyduğu politik gaflete rağmen bölge halkı hala devlet ve millet bütünlüğünün yanındadır. Bu durumdan hem Karayılan hem de Öcalan şikâyetçidir.
Karayılan, bir Kürt devleti yapılanması olan KCK davasına halkın ilgi göstermemesinden yakınarak şunları söylüyor: “Başta Amed halkı olmak üzere Kürdistan halkı bu davanın ne anlama geldiğini tam olarak kavramış değildir. Halkımız bu yapılanları kendisine karşı bir saldırı olarak görmeli ve buna karşı demokratik tepkilerini göstermelidir”.
Türkiye’ye yönelik terörün fiili lideri konumundaki zat Güneydoğu’daki insanlardan daha çok medyanın ve bazı gazetecilerin KCK davasındaki tutumlarını ise övüyor: “Türkiye’de Kürt halkına karşı dostluk tutumuna sahip demokrat kesimlerin davayı sahiplenmesi iyidir. Halkımız özgürlük mücadelesinde bugün gelmiş olduğu bilinç ve örgütleme düzeyi itibarıyla bakıldığında mevcut duruş çok geri ve pasif kalmaktadır”.
Öcalan’ın muhataplıktan düşme korkusu!
Bütün olan bitene karşın bölgedeki bazı sivil toplum örgütlerinin korku içinde de olsa “teröre son verilsin” ya da şiddetle sonuç alınamaz türünden açıklama yapmaları Öcalan’ı çileden çıkarmaya yetiyor. Öcalan, iktidarın “sivil toplum örgütleri cesur olsun, ön plana çıksın” talebine bölgeden verilen sesi çok tehlikeli görüyor. “Ticaret odası da başkaları da aynı şeyi yaptı. Bunu görmüyorlar mı, yine altlarını oyduklarını görmüyorlar mı?” diye soruyor. Öcalan, böyle bir gelişmenin AKP iktidarıyla yürüttüğü müzakerelerde muhataplığını tehlikeye atacağını düşünüyor.
PKK’nın amacı bölgede otoritesini kurumsallaştırmak, Öcalan’ın amacı ise “muhataplık” konumunu sürdürerek dışarı çıkmaktır. Olan halka ve milletin bütünlüğüne oluyor her ikisi de PKK’nın umuduna terk edilmiş konumdalar.