Gündemi çalınmış bir Türkiye'deyiz
Askerin, kamuoyunu yönlendirmek için bir plân yaptığı gazetelere manşet oluyor.
Genelkurmay, “Komuta katında onaylanmış böyle bir plan yok” açıklamasında bulununca, “Onaylanmamış ama hazırlanmış” cevabı veriliyor. Yani, “Yok öyle bir şey, varsa bile gereği yapılır diyemedin”, deniyor. Israra kızan Genelkurmay Başkanı Sayın Büyükanıt, “Siz o manşeti atan gazetenin gerçek patronu kim, asıl ona bakın” deyince, bu sefer gazete, “Gizli patronu açıkla da gereğini yapalım” deyiveriyor.
Aynı günlerde TÜSİAD, bakanı olduğu Türkiye’ye ABD’den telefonla, “15 günde 15 yasa” talimatı veren ve ülkemize faturası mâlum Kemal Derviş’in de katılımıyla bir toplantı düzenliyor ve yeni bir anayasa yapmak için kolları sıvıyor. TÜSİAD’ın bu anayasa teklifi Genelkurmay’ı hedef tahtasına oturtanlar tarafından neredeyse ayakta alkışlanıyor. Yani Genelkurmay’ı toplum mühendisliğine soyunmakla suçlayanlar teslimiyetçiliği belli Kemal Derviş’in toplum mühendisliğine soyunmasına maddî manevî her türlü desteği veriyor.
Yani kimin eli kimin cebinde belli değil.
Evet, askeriye içinde komuta kademesinin bilgisi dışında toplum mühendisliğine soyunuluyor. Bu yetmiyor, günü gelince soyunulan bu toplum mühendisliği belli merkezlere servis edilerek ordu hedef tahtası haline getirilerek iyice köşeye sıkıştırılıyor ve işte tam bu noktada Kemal Derviş çizgisinde olanlar için Türkiye’de toplum mühendisliğine soyunmak için verimli bir ortam, tarihi bir fırsat doğuyor?!.
Acıdır ki, bütün bunlar Türk halkı adına, demokrasi ve insan hakları adına yapılıyor boyası sürülerek servise konuyor. Tıpkı, bu milletin tarihi değerleriyle kavga edenlerin bu kavgayı Atatürk adına, çağdaşlık adına yaptıklarını iddia etmeleri gibi..
Oysa bu senaryoların tek bir satırında bile bu milletin ne geçmişi, ne hal, ne de geleceği var.
Gerçek bu olduğu için de niyet ne olursa olsun akıbet berbat gözüküyor.
Çünkü her iki tarafın taleplerinden geriye doğru gittiğimizde karşımıza hep aynı mihrak, dünkü, evvelki günkü Sevr mihrakı çıkıyor. Bugün ordumuzu demokrasi, insan hakları ve sivillik adına hedefin 12’si haline getirenlerin AB ve ABD olduğu açık değil mi? Onlar, “Biz Batı’yız, bizim değerlerimiz bunlar” diye yaptırmıyorlar mı bütün bunları?
Peki karşı tarafın gerekçesi ne!
Yani mevcut iktidarın pek çok uygulaması ne diye eleştiriliyor ve gerçekten öyle bir şey varsa ortadaki bu “toplum mühendisliğinin” nihai amacı ne? Batı değerlerinden kopmamak, yani, Türkiye’yi biraz daha İngiliz, biraz daha Fransız, biraz daha Alman, biraz daha Kopenhaglaştırmak değil mi? Karşı tarafın dilinde bir şeriat öfkesi, bir başörtüsü kinini ve Türkiye’yi İranlaştırma şablonunun dışında TÜSİAD ve Kemal Derviş çizgisindekilerden farklı olarak ne var? Telekom’undan madenlerine, bankalarından marketlerine, sularından milli egemenliğin dünkü müstevlilere devrine kadar TÜSİAD ve Kemal Derviş çizgisine aykırı ortaya ne konmuş? Yani Batı ve içimizdeki Batıcılar, “AKP’ye dokunmayın” diyor, AKP karşıtları ise soyundukları toplum mühendisliği söylemleriyle, “AKP’ye dokunacağım ama bunu senin değerlerin için yapacağım” demekte.
Öyleyse mevcut gündemin her iki tarafının arkasında da Batı var, dersem bu bir vehim midir?
Değildir ve demek ki, dün bu milletin evlatlarını sağcı solcu diye tokuşturanlar, kimi bölgelerde bu toplumu Alevi-Sünni ve Türk-Kürt diye boğuşturanlar, bugün de tutmuşlar işte böyle bir senaryo yazmış, bize de, “Taraf olun!” diyorlar, başka bir şey demiyorlar. Gün gelecek taraflardan biri kazanacak; peki sizce kazanan taraf kim olacak?
Kazanan tabii ki yine bu senaryoyu kim yazdıysa o olacak ve kaybeden yine bu kavga sonu Boğaz’da rakı-balık kutlaması yapmayı düşünenlerle birlikte gireceği ilk camide şükür secdesine kapanacağı günler için dua edenler; yani sen-ben, hepimiz, yani millet olacak..
İyi de biz ne zaman akıllanacağız!
Ne zaman kendi meselelemizi konuşur kendi çözümümüzü üretir olacağız?