Gül ve Erdoğan çifti ne yapmış?
Nereden bileyim, dünkü Hürriyet’te vardı da öğrendim. Gül ve Erdoğan çifti bir masanın başında toplanmışlar, masada bir buton var, işte ona birlikte basmışlar. “İstanbul, 2010 Avrupa Kültür Başkenti” imiş.
Haliç’te havai fişek gösterisi, Taksim’de Tarkan, Beylikdüzü’nde Nil Karaibrahimgil, Bağcılar’da Zara, Sultanahmet’de Mercan Dede konser vermiş.
Şişinmeyi, şaşaayı, havai fişekleri falan görünce ne hikmetse aklıma Dubai Şeyhi Al Makdum’un 160 katlı, 828 metrelik “Burj Dubai”si düştü. Dubai batıyor, içinde oturacak kiracı bulamayan, estetikten ve ruhtan anlayan mimarların yerden yere vurduğu “Burj Dubai” ise yükseliyor. Gazze’de din kardeşleri açlıktan, ilaçsızlıktan ve susuzluktan ölürken Şeyh Efendi yalnızca açılış için yüz milyon dolarlar harcadığı çelik ve beton yığınına tutuyor bir de “Binaların Halifesi” unvanını veriyor.
Şeyh’in “Halife” dediğinde anladığı “saltanat, irikıyımlık” ve “güç” çünkü.
Oysa Halife denildiğinde bir Müslüman’ın aklına ilk düşen isim, ziyarete gelen arkadaşı ile özel görüşme yapmak için devletin mumunu söndürüp şahsi mumunu yakan, sofrasına konan bir avuç helva için, “Bu nedir hanım” diye sorup “Tasarrufla yaptım bey” cevabı veren eşine, “Öyleyse devletten biz fazla maaş alıyoruz” deyip, maaşından kesintiye giden Hz. Ömer’dir..
Velhasıl Dubai Şeyhi Makdum’un “Burj Dubai”sine atfettiği şeyi Türkiye’yi yönetenlerin İstanbul’a “Kültür Başkenti” dedikten sonra pop konserleri ve havai fişek gösterileri ile düğmeye birlikte basmaları bu satırların yazarı açısından aynı şey, ikisi de tüketime yönelik, ikisinin de içi boş, ikisinin de yarına kalır hiçbir özelliği yok.
“Kültür” nerede, “havai fişek” nerede?
İstanbul’un Nil Karaibrahimgil ve Tarkan’la bir ruh birliği var mı?
“Burj Dubai” Selimiye’nin yanında ne ise, açılış gösterisinde şişinerek sergilenenlerle, bağrında Hz. Muhammed(s.a.v)’in sancaktarı Hz. Eyüp El Ensari ile binlerce sahabe ve Osmanlı büyüğünün misafir olduğu Türk evladı Fatih’in İstanbul’u da işte odur.
İnsan üzülüyor, üzülüyor çünkü bu “gelişme” ve “yükselme” değil, bu olsa olsa, “değişim” ve “özenme”.
Dün bu toprağın insanı Mevla’na gibi, Hacı Bektaşi Veli ve Ak Şemseddin gibi evliyalara koşardı. Evliyaların yerini pop starlar, zikrin yerini “oynama şıkıdım”lar almış.
O kültürde “gösteriş” ayıptı, bu kültürde “gösterme”nin sınırı yok..
O kültür “tasarruf”tu.
Bu kültür “tüketim!”
Yılmaz Özdil’in dediği gibi, 20 bin TEKEL işçisi eksi 2 derecede Ankara’da çoluk çocuğuyla açlık grevi yaparken İstanbul’da binlerce kişi Tarkan’la ne diye göbek attı?
İstanbul 2010’un Kültür Başkenti olduğu için mi?
Siz buna inanıyor musunuz?
Keşke konserde tepinenlere, hatta o havai fişek gösterisini üstlenen firma yetkililerine mikrofon uzatılsaydı da, “İstanbul Kültür Başkenti oldu da ne oldu?” diye sorulsaydı, biz de öğrenseydik, İstanbul ve Türkiye bu işten ne kazandı, ne kazanacak!
Bugüne kadar kimisi 2 defa olmak üzere 39 “Kültür Başkenti” ilan edilmiş, bunu da Özdil’in yazısından öğrendim, amma cahilmişiz.
Keşke..
Evet keşke..
Gül ve Erdoğan çifti butona birlikte basacakları yerde, “Arkadaş, biz açılış gösterilerini iptal ediyor, yapacağımız masrafları depremde yerle bir olan Haiti halkının yaralarının sarılması için ayırmış bulunuyoruz” dese, diyebilselerdi.
İşte bu İstanbul ruhu olurdu.
Türk ruhu olurdu.
İslâm ruhu olurdu.
Bugüne kadar ve bundan sonra ilan edilecek “Kültür Başkentleri” arasında İstanbul bir yıldız gibi ilânihaye parlardı.
Kullar da, Allah da bundan razı olurdu.