Gül doğru söylüyor, yanlış yapıyor!
Cumhurbaşkanı Abdullah Gül, ABD’nin dünya politikasına istediği gibi şekil vermekten vazgeçerek, yeni dünya düzeninde diğer ülkelerle gücü paylaşması gerektiğini söylerken doğru söylüyor ama fiiliyatta ise Gül-Erdoğan ikilisi ABD’nin mutlak egemenliği için saman altından su yürütmeye de devam ediyorlar.
Burada bir parantez açmakta fayda var. ABD artık “istediği gibi şekil vermekte” başarılı olamıyor. Böyle bir gücü olsa o gücü kullanmaktan niye vazgeçsin ve ABD’de bu güç olsa Gül bu sözleri niye söylesin! Çünkü 2006’ya kadar ABD’de bu güç vardı ve Türkiye’yi yönetenlerden ABD aleyhine tek söz çıkmıyordu. Amerika Irak’ta Türk askerinin başına çuval geçiriyor, bizimkiler bu durumda bile, “Büyük devletler özür dilemez” diyebiliyorlardı.
Evet, Gül, ABD dünyayı yönetmekte diğer ülkelerle güç paylaşımına gitmelidir diyor, fakat Türkiye, Gül’ün söylediğinin tam tersini yapıyor. Meselâ bizzat Abdullah Gül, misafiri İran Cumhurbaşkanı Ahmedinecad’ı, ABD ne diyorsa yap, yoksa sonunuz Saddam’ın Irak’ı gibi olur diye tehdit ediyor. Yazımızın girişinde ABD’nin 2006’dan beri dünya politikalarına istediği şekli verme gücünü kaybettiğini söyledik. Ne oldu 2006’da. Ne olacak, 2006’da arkasına ABD ve Batı’nın tam desteğini alan İsrail, Lübnan’a elindeki bütün imkânlarla saldırdı ve Lübnan topraklarını misket bombaları dahil elindeki en ağır silahları kullanarak bir kum yığını haline çevirdi. İsrail’in zaferinden emin olan ABD Dışişleri Bakanı Rice ilk uçakla Tel Aviv’e uçtu ve aynen şunları söyledi:
“- Artık haritaların değişme zamanı geldi!”
Rice’ın bahsettiği haritalar Türkiye Cumhuriyeti Başbakanı Erdoğan’ın eşbaşkanlığını yaptığı Büyük Ortadoğu Politikası’nın haritalarıydı. Bu haritalarda aralarında Türkiye’nin de bulunduğu 22 ülkenin sınırlarının değiştirileceği yine Rice tarafından kaleme alınan bir makaleyle muhataplarına deklare edilmişti ve bu haritaya göre Diyarbakır, Erdoğan’ın ifadeleriyle, “bölgenin yıldızı” oluyordu... Ama hesapta olmayan bir şey oldu, Lübnan Hizbullah’ı İsrail’in hevesini kursağında bıraktı. Bu savaşta İsrail’i yendi, İsrail o kadar rezil oldu ki, Genelkurmay Başkanı bile, “Evet, yenildik” diyerek tası tarağı toplayıp gitti. Bütün dünya biliyor ki Lübnan Hizbullah’ının orada barınmasını sağlayan Suriye ve tabii Hizbullah ile Suriye’nin maddî-mânevi en büyük destekçisi İran...
İşte İran Cumhurbaşkanı Türkiye’deyken, ABD dünya politikalarına istediği şekli vermekten vazgeçip güç paylaşımına gitmeli diyen Cumhurbaşkanı Gül’ün Türkiye’nin Suriye Devlet Başkanı Beşar Esad’la kurduğu diyaloğun temelinde Esad’a ABD ve İsrail’in telkinleriyle, “Hizbullah’ı desteklemekten vazgeç!” baskısı bulunduğundan habersiz olamaz. Evet, Türkiye maalesef ABD’nin dünya politikalarına tek başına yön verme çanına ot tıkayan Lübnan Hizbullahı ile Suriye’nin arasını açmak, böylece İran’ı İsrail’den uzaklaştırmak istiyor ve bunun İran dahil diğer ülkeler tarafından fark edilmediğini zannediyor. Türkiye’nin Suriye, Lübnan Hizbullahı ve İran’ın aleyhine yürüttüğü bu politika, ülkeyi yönetenlerin hâlâ Büyük Ortadoğu Projesi Eşbaşkanlığı’nda ısrarlı olduklarını göstermektedir.
Bu politikalarda İsrail-ABD ikilisine öyle bir teslimiyet vardır ki, Ahmedinecad’ın Türkiye’yi ziyaretini, “Yahudi soykırımını tanımayan bir ülke Cumhurbaşkanı’nın ziyareti” diyerek İsrail’in içine sindiremeyişi, Türkiye’yi karalaması, hatta Ahmedinecad’a İstanbul’da suikast düzenlemeyi planlaması karşısında Türk yetkililerden İsrail’e hak ettiği cevap verilmemiştir.
İstanbul caddelerinin trafiğe kapatılması dolayısıyla üzüldüğünü söyleyen Gül, bunun sebebini sorduğunda İstanbul Valiliği ve Emniyet Müdürlüğünce Gül’e, “İhmal edilemeyecek bir tehdit, bir istihbarat alındığı” cevabı verilir. Bu tehdidin kaynağını üç yaşındaki çocuğa sorsanız, çocuk size, İsrail diyecektir.
O İsrail ki olmamış bir Ermeni soykırımına “Olmuştur” diyen Fransa gibi bütün ülke yetkililerini kabul etmekten şeref duyan bir İsrail’dir...
Yani Türkiye’yi yönetenler ne laf ederlerse etsinler hâlâ ABD-İsrail yörüngesindedirler.