Gri propaganda
Siyasi mücadele verenler rakiplerinin nice karayı beyaz diye yutturabilecek
potansiyele sahip olabileceğini unutmuşlarsa, Kurtuluş Savaşı’nda din adamlarının din adına “katli vacip” fetvası verdiği istiklal kahramanları nı hatırlasınlar...
Son zamanlarda ülke gündemini belirleyen olaylar karşısında kimileri,geçmişlerine ve ideallerine karşı kırılmalar yaşadı. Herkesin hem fikir olduğu bu kırılmada; ekonomik gelecek kaygısı, cemaat ilişkileri ve din eksenli hassasiyetler etkili olduğudur.
Ancak unutulan veya gözden kaçan bir temel konu daha var ;o da tarihi donanımımızın bugünkü olayları milliyetçilik penceresinden kıyaslayama yetersizliği.
Bilinmedi ki Türk siyasi hayatında niceleri bize karayı beyaz diye yutturdular ve gene bilinmedi ki din adına Kurtuluş Savaşında nice din adamları istiklal mücadelesi veren kahramanların katli için fetva verdiler.
***
Uzmanımız; İnsanları onurlu yapan karakterlerin de ki kırılmaz çizgidir. İnsanların fikirleri değişen şartlara göre gelişebilir. Çünkü fikir geliştikçe topluma fayda sağlar. Gelişimin temelinde ise çekirdek fikir aynıdır. Örneğin Türk Milliyetçisi olduğunu iddia eden bir insan bu gün yaşanan dünya gerçekleri karşısında milliyetçilik fikirini geliştirip problemlere bu günün şartlarını göz önünde bulundurarak çözüm reçetesi sunabilir. Ama bu reçetenin temelinde Türk Milliyetçiliği vardır. Sadece değişen şartlarda gelişme söz konusudur. Çizgide bir kırılma değil gelişme geliştirme çabası vardır. Onurlu insanlar duruşlarındaki asaleti bu anlayıştan alırlar.der.
Gri propagandanın etkisinde kalan bu kişiler eğer hala ben Türk Milliyetcisiyim diyorlarsa kırılmaların oluşundan sonraki yaşayışlarını gerçek bir öz eleştiriye tabi tutarlarsa, yeni gruplarının kendi çekirdek geçmişleri ile ne kadar,örtüşmüş veya farklı olduğunu herhalde göreceklerdir.Konuşmalarında, yazılarından da ve tartışmalar da da görüleceği gibi pek iç huzura kavuşmuş gibi durmuyorlar.Vefasızlığın altında yatan saldırı bence bu duygu.
Balta ile sapı
Hani bir hikaye vardır; balta ve sapı.
Ormancı dalmış ormana. Elinde balta o ağaç senin bu ağaç benim patır patır deviriyor. Kıssa bu ya. Yaşlı ağaç dayanamamış:
- Ey gafil sap ; baltayı anladık onun
aslı demir, aslı benden olan sana ne oluyor.?
* E. Karaavcı / Bursa
+++
Anıtkabir’deki ‘kutlama’ değildi; herkes rolünü yaptı
29 Ekim 2010 günü bir kutlama yapıldı. Söylemlerde ve yazılanlarda Cumhuriyet’in kuruluşunun 87’nci yıldönümünün coşkuyla kutlandığı belirtiliyordu. Şahsen ben hangi Cumhuriyetin kaçıncı yıldönümünün kutlandığını bilmediğim için törenlere katılmadım, o göstermelik törenleri de akşam haberlerinde televizyonlardan izledim.
Tören, Anıtkabir’de başlamıştı. Önde Abdullah Gül, hemen arkasında Tayyip Erdoğan, onun da arkasında “Devlet erkanı” diye tanımlanan bir kalabalık vardı. YÖK Başkanı Yusuf Ziya Özcan, patinaj yaptığı için Atatürk’ün huzuruna kadar varamamış, Anıtkabir bahçesinde çocuklarla sohbet ediyordu.
Atatürk’ü rahatsız ettiler
İngiliz gazetesi The Guardian’a 27 Kasım 1995 tarihinde verdiği demeçte, “Türkiye’de laiklik başarısız olmuş ve Cumhuriyetin sonu gelmiştir” diyen Abdullah Gül’ün hemen arkasında da, “bu ülkenin geleceğinde Kemalizm’e ve Kemalizm benzeri rejimlere, sistemlere yer yoktur. Kemalizm’in bundan sonra kendi kendini üretmesimümkün değildir. Bizim için esas olan İslam’ın kendisidir” diyen Tayyip Erdoğan yürüyordu.
İşte bu kalabalık Anıtkabir’e çıktı, sevgili Atatürk’ü bir kez daha rahatsız etti. Siz atılan nutuklara, söylenen sözlere, Anıtkabir Özel Defteri’ne yazılanlara bakmayın. Bunların hiç birinde samimiyet yok. Bu ikilinin arkasında yürüyen, önlerinde eğilen, esas duruşa geçip selam duran, ellerini eteklerini öpen hiç kimsenin yüreğinde zerre kadar bir milli duygu ve Atatürk sevgisi olduğuna inanmıyorum.
1995’te “Türkiye’de laiklik başarısız olmuş ve Cumhuriyetin sonu gelmiştir” diyen Abdullah Gül ne yazmıştı
özel deftere:
“Aziz Atatürk, Cumhuriyetimizin kuruluşunun 87. yıldönümünde yarınlarına güvenle bakan büyük bir milletin evlatları olarak huzurundayız. Bugün demokratik, laik, güçlü, gelişmiş dünyada aktif rol oynayan bir ülke konumuna ulaşmanın gururunu yaşıyoruz.”
Gül’ün oraya yazdığı iki kelimeye aynen katılıyorum. Anıtkabir’e çıkan o kalabalık rol yapmaktadır rol. Kendilerine ABD ve AB tarafından verilen rolü oynamakta ve ulusumuzu aldatmaktadırlar.
Çanına ot tıkadıktar sonra...
Çanakkale’deki törenlere katılan emekli Astsubay Osman Ağa, oynanan bu rollere karşı çıkarken “Cumhuriyetin çanına ot tıkadıktan sonra kutlasanız ne olur, kutlamasanız ne olur. Türkiye’nin nereye gittiğini görmüyor musunuz?” diyerek gerçeğin ta kendisini ifade etmiştir.
Abdullah Gül’ün ifadesine bakarsanız Türkiye, yarınlarına güvenle bakıyormuş.
Atatürk’ün sağlığında uçak sanayisini kurmuş olar Türkiye, bugün tarımda kullandığı gübreyi Romanya’dan ithal eder duruma düşmüş, borçları 600 milyar dolar sınırına dayanmıştır.
Anıtkabir’e çıkarak Atatürk’ün kemiklerini sızlatan zevat, kendi refah düzeylerini, Türkiye tablosuymuş gibi bize yutturmaktadırlar. 29 Ekim 2010 günlü Sözcü gazetesi, Türkiye’nin milli varlıklarının hangi yabancı ülke ve kişilerin eline geçtiğini gayet açık bir şekilde gösteriyordu. Bu gerçekleri görüp de ulusça ayağa kalkmaz ve kendi kaderimizi elimize almazsak çok yakın gelecekte üzerinde özgürce yaşayabileceğimiz bir vatan toprağı da kalmayacak, halkımız köleleştirilecek, ülkemiz Filistinleştirilecektir.
* Sefer Çetinkaya
+++
Türk demek dün de “bölücülük”tü
Osmanlı devleti gerileme dönemi itibariyle askeri ve bilim-teknik alanında batının gerisinde kalmıştı. Siyasal alanda uygulanan islamcılık ve osmanlıcılık politikaları ise Osmanlı’yı bölünmeye mahkum eden etmen oldu. Osmanlıda Türk demek bile yasaktı. Bölünme korkusu vardı çünkü. Aslında bu korkuyu yenmenin yolu kültürel birlikti , ama bunu Osmanlı padişahları yapmadı. Sonunda parçalanma kaçınılmazdı.
(...)
Mustafa Kemal Kuva-i milliye birlikerinin nefesini ensesinde hissederek 19 mayıs 1919 da Samsun’a çıktı. Üstüste yapılan savaşlar, açlık, hastalık vazifeden bir an şüphe ettirmedi. İstaklal savaşı kazanıldı düşman defhedildi.
29 Ekim 1923 te Cumhuriyet ilan edildi. Cumhuriyet kuruluş felsefesi Ulus-Devlet anlayışıydı. Bu anlayışla Türk milleti bağımsızlığını kazanmasının yanında tek bir vücut oldu. Artık bölünme korkusu yoktu. Çünkü Gazi Mustafa Kemal “Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı herkes Türk’tür” demişti. Bu kardeşlik tohumlarıyla birlikte Türk yurdu artık hasta adam olarak anılmayacaktı.
İtalya’da ve Almanya’da faşizm, Rusya’da komünizm hakimken Atatürk adeta dünyaya demokrasi, adalet ve hoşgörü dersi veriyordu.
Bütün bunlar Türklerin yeniden diriliş destanı oldu. Ne mutluyuz ki Türküz
diyoruz. Atatürk’ümüzün en büyük eseri Cumhuriyetin çatısı altındayız.
* Cihan Sandıkçı
+++
“Mustafa Kemal, Ali Fuat, Bekir Sami gibi zalimler sizleri mahvetmek ve çoluk çocuğunuzu yetim bırakmak, servet ve saadetinizi toptan çalmak için şeytanın dahi aklına gelmeyen hileye başvuruyorlar. Bunların vücutlarını külliyen dünyadan kaldırmak beşeriyet için, Müslümanlık için farz olmuştur...” diyen Mustafa Sabri ile bugün “Kemalizmin katli farz” diyen günümüz egemenleri arasında fark görebiliyor musunuz
* Seda Çantalı
+++
3M nin rüşveti ve “derin sessizlik!”
Bu sofracık efendiler yutulmaya hazır
Huzurunuzda titreyen şu milletin hayatıdır.
Şu milletin ki can çekişir, şu milletin ki acılıdır
Fakat çekinmeyin yiyin, yutun hapır hapır
Yiyin efendiler yiyin; bu iştah sofrası sizin;
Doyunca, tıksırınca, patlayıncaya kadar yiyin!
***
Ünlü şair Tevfik Fikret 1912 yılında yazmış olduğu Han-ı Yağma (Yağma Sofrası) adlı şiirinin yukarıda ki dizelerinde; ülkenin başındakilere böyle sesleniyor. Daha doğrusu böyle haykırıyor... O zamandan bu zamana yol güzergahında değişen hiçbir şey yok... Çark yine bildiği gibi dönüyor, devran yine ayni devran!...
İçişleri Eski Bakanı Sadettin Tantan bakın demiş:
“ Kirlenmiş siyasetçiler, kirlenmiş bürokratlar ve kirlenmiş işadamları,; Bu üç grup bir olmuş ülkeyi soymuştur. İç borç 80 milyar dolar, dış borç 120 milyara çıkmıştır. Son üç yılda 60 milyar dolar çalınmıştır. Bir üç yıl daha geriye gidersek, bu rakam 80 milyar dolardır. Son 10 yılda bu para 100 milyar dolardır. Kanımızı bunlar emdi. Çocuklarımızın rızkını bunlar çaldı. Bunların bazılarını Örümcek, Bufalo, Ahtopot gibi operasyonlardan tanıyorsunuz. Bir kısmını yargı önüne çıkardık. Daha çok iş yapacaktık ama elimizi kolumuzu tutular. Bizi engellediler. Onları koruyan bir yerde onların işbirlikçisi olan siyasi otorite harekete geçerek bakanlıktan uzaklaşmamı sağladı.” (Oyun Bitti- Yaşar Gören- Ozan yayıncılık Nisan 2005)
***
Yağma sofrasının nasıl kurulduğunu; tüyü bitmemiş yetimin, garibanın, namuslu insanların helal kazançlarının, vatandaşın yatırmış oldukları vergilerin, doyunca, tıksırınca, çatlayıncaya kadar nasıl yenildiğini, yolsuzluklarla cesurca mücadele eden bir dürüst siyaset adamı işte böyle anlatmıştı.
Ne yazık ki... Avrupa Birliği’ne giriyoruz diye sevinç çığlıklarının, zafer naralarının atılmakta olduğu günümüz Türkiye’sinde; İçimiz “damar” da kalmış(!) ve kalmaya devam eden, yolsuzlukların isyanı ile dopdolu!
Bu millet, kendisi aç ve sefalet içindeyken; çocukları işsizlik ve umutsuzluk girdabı içinde savrulurken, evlatlarının güzel günlerini görebilme hasretiyle yanıp tutuşurken... Trilyonlara para demeyen, her dönemdeki siyasi otoritenin, çoluk çocuklarıyla, dünyada adeta “Cennet” i yaşıyor durumda olmasına, nasıl içi kan ağlayarak bakmasın!
***
3M firması ABD’den sesleniyor... “Türkiye’de bazı kamu kuruluşlarına malımı satarken okkalı rüşvetler dağıttım!” Firma, rüşveti kimlere vermiş? kamu kuruluşlarının başında bulunan değerli ve saygın zevata. Hem de iddia ettiğine göre toplam 1,2 milyon dolar gibi korkunç bir para...
Basın günlerdir yazıyor. Ülkede kimsenin kılı kıpırdamıyor ve sen ne diyorsun ve kimi suçluyorsun diye çıkıp firmaya sorabilecek bir babayiğit(!) ortaya
çıkamıyor!
Bu nasıl iştir? Bu nasıl “takvadır” (Allah’tan korkmaktır)? Bu nasıl dindarlık ve Müslümanlıktır?
* Burhan Özbey
+++
Koruyucuları çırılçıplak, yıkıcıları zırhlı..
Sanki gök kuşağının altında geçmiş gibiyiz; çocukken oynadığımız..
Suçlular suçsuz oldu, cumhuriyetin koruyucularından hesap soruyor tescilli cumhuriyet yıkıcıları, özür dilemesi gerekenler özür bekliyor..
Dalgasını geçiyor adamlar.. Değişim dedikleri bu olmalı..
.......
Yanlış yerde nöbet tutuyoruz, pusuyu yanlış yere attık..
Hedefte coğrafyamız varsa tarihimizin dibinde nöbet tutmalıydık..
Anayasamızın değiştirilmesi teklif dahi edilemez maddelerinin başında nöbet beklerken onlar kurşun geçirmez zırhlara büründüler..
......
Giydikleri bu zırh demokrasiye dahil değil, faşizme dahil..
........
Laik cumhuriyet çırılçıplak, yıkıcılar zırhlı..
Ve kuşatma tamamlandı, topyekun imha başlamak üzere..
Bu kuşatmayı devletin hiç bir
kurumu yaramaz, buna ordu ve yargı dahil.
Atatürk’ün cumhuriyeti emanet ettiği gençlerden başka..
* Hilmi Kayıhan
+++
Durakta duracağı yeri bilmeyen metrobüs şoförlerini tespit eden bir sistemi yok mu Büyükşehir Belediyesi’nin? Her yerdeki kameralar onları tespit ve ikazda da kullanılsın. Metrobüs şoförü durağın girişinde duruyor arka kapıdan inmek isteyenler durağa inemiyor. Çözüm olarak bir sonraki durakta şoförün daha uygun yerde durmasını bekleyip o duraktan geri yeniden metrobüse binenler bile var... İlacı bile zehir ettiler....
* Ali Güleryüz
+++
Oğul Özal “Rahmetli babamın kan örneklerini alan hemşirenin ölümü de şüphelidir diye imada bulununca kendisine sormak istedim:
O zaman sayın Başbakan
Erdoğan’a ilk müdahaleleri yapan doktor Sümer Güllap de gripten öldü, şimdi Özal’ın limonata ile zehirlendiğine inan kalemler veya AKP’li vekiller acaba bu konuyu da gündeme getirmeyi düşünürler mi?
* Engin Balım
+++
MİNİ YORUM
Kim bu Fatih Şahin
MHP İstanbul Milletvekili Atila Kaya’nın Tayyip Erdoğan’ın cevaplaması istemiyle verdiği soru önergesindeki “AKP Gençlik kolları başkanlığı milyonlarca üniversite öğrencisinin adreslerini nasıl temin etmiştir?” sorusu önemli; “sivil örümceğin” ağının menzilini öğrenmemizi sağlayacak. Fatih Şahin adlı bir AKP’li gencin(!) nasıl olup da yüzbinlerce insanın en özel bilgilerine erişebildiğinin ve bunları pervasızca kullanabildiğinin cevabını almak demek aslında hayatlarımızı ‘çalanların elinden’ geri almanın ilk adımını da atmak demek...