Gözlükleri at pazarından
Aynı çifte standart; Mustafa Pehlivanoğlu’nun cezaevinden kaçışı aydınlatılmadan 12 Eylül’le hesaplaşılamayacağını savunanlar, Mahir Çayan’ın, Yılmaz Güney’in, Dursun Karataş’ın firarlarındaki karanlığı görmüyorlar.
Timsah gözyaşları kadar zehirli bir şey daha var; nasır tutan kafalar!
O “Oscarlık performans”tan sonra kimi gazetelere, kimi yazarlara dikkat ediyorum, tek dertleri var; idam edilen “solcu”ların hatırasını kurtarabilmek Erdoğan’ın dilinden...
Erdoğan’ın istismarda “sathı ajitasyon” stratejisini uyguladığını gördükleri halde, “hattı müdafa” yoluyla “kurtarılmış bölge” peşinde koşuyorlar yine!
Oysa “kurtarılmış bir ülke” gerek bize!
Dün şöyle yazmış bir tanesi:
“İdam mahkumu Mustafa Pehlivanoğlu ile İsa Armağan’ı askeri cezaevinden kim kaçırdı? Bu sır henüz çözülmüş değil. Demokrasi kahramanı, darbeci avcısı AKP iktidarına düşen, bu sırrı çözmek. Çözsün ve 12 Eylül’ün bir maskesini daha düşürsün.”
“Mahir Çayan, Cihan Alptekin, Ziya Yılmaz, Ömer Ayna ve Ulaş Bardakçı’nın, 30 Kasım 1971’de Maltepe Askeri Cezaevinden kaçmalarının sırrı” çözülebilmiş gibi sanki...
Demokrasi kahramanları, “Çirkin Kral” diye kutsamak yerine, “Yumurtalık hakimi Sefa Mutlu’yu öldüren Yılmaz Güney’in, 1981’de izinli olarak çıktığı Isparta Cezaevi’nden yurtdışına uzanan yolculuğunu” sorgulayıp bu toplumun vicdanını tamir etmişler gibi...
Cezaevinde bulunduğu sürede, devletin kendini koruyamadığı propagandasına katkı için Gün Sazak, Nihat Erim suikastlarını da idare ettiği iddia edilen “şimdiki PKK’lı”, “eski solcu” Dursun Karataş’ın 17 Ekim 1989’da Metris Cezaevinden kaçabilmiş olmasının faturası kesilebilmiş gibi...
Ondan sadece bir yıl önce, aynı Metris Cezaevi’nden, yasa dışı sol örgüt davalarından hükümlü, 11’i idamlık, 28 mahkumun kaçışının, sonrasında katıldıkları eylemlerin takipçisi olunmuş gibi...
27 Şubat 1992’de Kayseri Kapalı Cezaevi’nden kaçan 11 teröristin, 8 Mart 1997’de İskenderun Özel Tip Kapalı Cezaevi’nden kaçan 20 teröristin “bağlantıları” üzerine “derin senaryolar”la gidilmiş gibi...
Türkiye’yi darbelerle sersemletme, etnik-dini-ideolojik fitnelerde kamplaştırma, çatıştırma yap-bozunun tek eksik parçası Mustafa Pehlivanoğlu’nun firarı çünkü!
Çözdüler mi onlar sağ, Türkiye selamet!
Nasıl darağacına bile “ayrıcalık” isteyebilecek kadar kinle dolu olur bir zihin?
Artık “at pazarı”ndan mı aldılar nedir, nasıl bir “gözlük”se taktıkları, kafalarındaki 30-40-50 yıllık nasırlar nasıl tıkamışsa “düşünce” kanallarını, sözde fikir namuslusu kesilerek giriştikleri “kampanya”nın, timsah gözyaşlarından bile daha kirli bir tezgaha dönebileceğinin farkında değiller.
Bu en iyimser yorum...
Ama farkındaysalar...
Bu ülkenin insanları tam da “sol”un ve “sağ”ın yerine “bayrak” gibi, “bölünmez vatan toprağı” gibi, “üniter devlet” gibi, “tam bağımsızlık” gibi ortak paydaları koymayı başarmışken, toplumsal belleğe takılmak istenen gayrimili gemi, milli bir ittifakla redde hazırlanırken; onları bile bile “yan yana duramaz”, aynı cümle içinde anılmaya tahammül edemez hale getirmeye çalışıyorlarsa, darbeci aramaya gerek var mı daha?
Cumhuriyet Mitingleri’ne de sırf bu yüzden korku bombası atmadılar mı?
“Kızıl Elma” dedikleri “tek yürek olma” mesajını bu kafa karartmadı mı?
+++
Erdoğan’ı doktora gösterdi
Ünlü Psikiyatrist Cemal Dindar, Odatv için Erdoğan’ın ve AKP’lilerin neden bu kadar çok ağladıklarını değerlendirdi: Freud “Başlangıçtan beri iki tür psikoloji vardır: şefin psikolojisi ve sürünün psikolojisi” diyor. Bu etkileşimde ve toplulukların, toplumların sürüleştirilmesinde Şef’in kendi büyüklenmeciliğini topluluğa yansıtması, 12 Eylül’den beri yeni sağın amentüsü olmuş. Toplum bir kez bu bağa tutulduğunda, hipnotize edildiğinde, buna ’akıl tutulması’da diyebiliriz, ilk çöken yapılardan biri toplumsal bellektir.
Gelelim şu bir haftanın verdiği ruhsallık derslerine:
Bir: Ta başında ’seçilmiş lider’ fantezisi ile yola çıkmış, oradan muhteşem-korkunç bir eleştirilmezliğe ulaşmış birinin eylem ve duygularını samimiyet-sahicilik sınamasına tutmak, yukarıda sözünü ettiğimiz Şef psikolojisinden bihaber olmak anlamına gelir. Şef ruhsallığı, demek, Freud’un deyişiyle, “başkalarını sadece kendi ihtiyaçlarına hizmet ettikleri ölçüde sevmek’le mümkündür. Tayyip Bey’in özellikle ’açılımlar’ sürecinde toplumsal gurup ve kişilerle ilgili; ”herkes için ’hep-iyi’yi isteyen, fakat etrafı bir türlü bunu anlamayanlarla çevrili’ bir ’iyi ebeveyn’ retoriği tutturması da bu açıdan dikkate değerdi.
İki: Liderin öfke dışavurumu veya ağlamasının grubun yönlendirilmesinin kolaylaştığı, bulaşıcı bir telkine açıklığın ortaya çıktığı biliniyor. AKP’nin ilk yılları. Neoliberaller de bir yandan AKP ve liderinde bir demokrasi ve özgürlük temsilcisi görüyorlar, bir yandan da Tayyip Bey’in öfke dışavurumlarına bir anlam veremiyorlardı.
Üç: Türkiye, son birkaç yılda çok daha belirgin çizgilerine kavuşmuş bir AKP fantezisi ile yönetiliyor. 12 Eylül zindanına-içeriye alıp yoketti, AKP retoriği bunu kendi söyleminin içerisine alarak yapıyor. Kenan Evren’in baskı aygıtlarıyla yaptığını, Özal’dan Tayyip Erdoğan’a uzanan yeni sağ çizgi, ideolojik aygıtlarıyla yürütüyor.
Kişisel öyküsünden biliyoruz. Tayyip Bey çok kısa sürmüş hapisliğini bir dinsel söyleme, Yusufiye, dönüştürmüş, bu söylencenin verdiği büyüklenmeciliğin bir gereği olarak da o kısa hapisliği merhum Adnan Menderes’in idamıyla kıyaslayabilmiştir. En küçük cezaları ölçüsüz bir şekilde hissetmek ve anlatmak... O gözyaşları bir de bu nedenle 12 Eylül ile ve idam edilenlerle hiç ilgili değil. Zira muktedirlerin kendisinden geçerek ötekinin acısına temas ettikleri nerede görülmüş? Onlar hele de “üç koyun gütmeyi beceremeyenler”se...
Önce ’kimsesizlerin kimi’ vardı... Sonra ’durmak yok, yola devam’ geldi... Peki şimdi? Söz bitti. Türkiye’nin karşı karşıya olduğu en büyük risk, siyasetin jestlere, beden diline teslim olmasıdır. l Cemal Dindar / Odatv.com
+++
İktidar ülkücü
tabana saldırıyor
Birkaç gün önce MHP Aydın İl Merkez binasına, Tayyip’e hitap eden çok hoş bir pankart asıldı: “Sen açıldıkça
analarımız ağlıyor.” Hüseyin Avni Coş isimli Aydın Valisi bu pankartı indirmek için derhal emir verdi ve pankart polis
tarafından indirildi. Bunun üzerine Devlet Bahçeli Meclis’te ağır bir konuşma yapıp Vali Bey’e yüklendi...
“Hükümet uşağı olmuş valiler var” dedi.
MHP tehlikenin farkında. Bu nedenle referandum için sıkı çalışıyor. İktidar da MHP’den korkuyor ve medyası aracılığı ile onun ülkücü tabanına saldırıyor. Kars MHP il binasına da büyük bir poster asıldı. “Ülken için bir HAYIR yeter.” Bu yazının altında kocaman bir Tayyip resmi ve onun altında yine kocaman bir yazı: “Açılımlara ve referanduma HAYIR.” Sahi söz bu Tayyip’in ağzından bir kez olsun “Ben Türküm, biz Türkler...” falan gibi bir cümle çıktığına tanık oldunuz mu? Neyse bu kez de Kars Valisi devreye girip o pankartı indirtmiş! Haa bir de önceki gün Turgutlu’da şehit cenazesi kaldırılırken bu kez MHP İlçe binasına asılan pankart var. Onun üzerinde ise Obama-Tayyip-Barzani üçlüsünün resimleri yer alıyor. Kaymakam ve polis onu da geçici olarak indirtmişler! MHP, bu referandum tezgahı konusunda CHP gibi iyi gidiyor, sert ve ilkeli gidiyor. Sonuç olumlu olacak.
Emin Çölaşan / Sözcü
+++
Soru: Referandumda “hayır” çıkarsa ne olur?
Yanıt: Halkımız
Recep Bey’in gözünün yaşına bakmamış olur...
Haldun Ertem
+++
Militan medyaya örnek
Militan medya bazı haberleri eğiyor, büküyor, abartıyor, çoğu zaman uyduruyor, genellikle de yaftalıyor.. Amaç gazetecilik, yayıncılık değil.. Topluma bilgi vermek de değil.. Propaganda yapmak, hedef alınan kişiyi, kurumu bazen ince ince, bazen kaba kaba doğramak..
Yıpratmak.. Pespaye etmek..
İnternet sitesinde bir haber..
Harp Akademileri Komutanlığı’nda görev yapan komutan yardımcıları ile Kara, Hava, Deniz Akademi Komutanları’nın lojman telefonlarının faturasını devlet ödemiş..
Kaç para ödenmiş.. 760.471.000 TL..
Uf be! Eski parayla 760 trilyon ha!..
Devleti soymuşlar!..
Bu bilgi verildikten sonra haber aynen şu minvalde sürüyor; geçen gün saldırıya uğrayan telefonların neden yenilenmediği sorununa TSK’nın bütçesinin yetersizliği cevabı verilerek geçiştirilmesi bütçenin nerede kullanıldığı sorusunu akla getiriyor..
Ne düşünürsün!.. Telefonla konuşarak trilyonları yiyen generaller yüzünden bizim çocuklarımız sınır karakollarında patır patır gidiyor.. Yayından çıkan sonuç bu..
Büyük yolsuzluğun belgesini de koymuşlar.. Bakıyorsun.. 1999 yılına ait dört aylık faturalar.. O zaman eski parayla 760.471.000 TL.. Bugünkü parayla 760 lira.. Kimine 18 lira gelmiş, kimine 28 lira..
TOKİ, Bitlis’te, Siirt’te, Mardin’de ev yapıyor? Metrekaresini kaça mal ediyor? Yaklaşık 500 liraya..
760 liraya kaç metrekare inşaat yapılır? Bir buçuk.. Bu yayını kim yapıyor derseniz? Her pazartesi ’medyada etik’ konulu yazılar yazan kişi..
Mehmet Tezkan / Milliyet
+++
İdamlar çok komik gelmiş!
CHP’den devşirilen AKP’li Ertuğrul Günay, Vatan’dan Deniz Güçer’e verdiği röportajda “Kenan Evren deyince içimden gülmek geliyor. ‘Bir sağdan bir soldan astık’ diyor, naif bir tarafı olduğu izlenimi veriyor bana” demiş.
Sanırsın Recep İvedikvari bir ironi abidesinden bahsediyor, bütün rezilliklerine, suratımıza tükürmesine katıla katıla gülebileceğimiz bir “kötü kahraman” arzından başka ne denir buna!
Güzel yurdumda, “İktidar 12 Eylül’le hesaplaşacak” umuduyla referandumda “evet” oyu vermeye hazırlanan “naif” bir kitle varsa, kendilerine tavsiyem seçim sandıklarının yanına; hani bilmem ne babaya şeker götürür gibi, birer paket patlamış mısır bırakmayı ihmal etmemeleridir.
Binlerce gencin ölümüyle biten bir dramı gülerek izleyebildiklerine göre, kendi çektikleri trajediyi, o koca göbeklerini zıplata zıplata seyredebilmek için en ön sıradan yerlerini ayırtmışlardır herhalde....
+++
Bize kendi 12 Eylül’ünü anlat
Hatıralar da lazım.
Sadece idam edilenlerin mektupları değil...
O günler kendilerinin hangi pozisyonda hangi tavrı gösterdiğinin de anlatılması lazım.
12 Eylül öncesi de (bizim gibi, çoğumuz gibi) genç olup bir şekil eylemli siyaset yapan, Milli Türk Talebe Birliği’nden MSP gençlik kolu başkanlıklarına çok aktif olan bir başbakan...
Bize 12 Eylül’den bahsederken kendi 12 Eylül’ünü de
anlatmalı.
Yoksa hikaye yarım, hikaye güdük, hikaye düdük kalır!
Bize, devrin MSP kadrolarının, gençliğinin, tabanın “Bir sağdan bir soldan idamlar”a ne dediğini de açıklamalı.
Bunu sormaya, istemeye çifte kavrulmuş hakkımız var.
Birincisi, kamusal kimliğinden ötürü; ikincisi, bu mevzularda ağladığı için!
Umur Talu / Habertürk
+++
Darbe mağdurlarının
işten atılışını izledi
Otuz yılda darbecileri bir kez bile eleştirmeyen Başbakan, darbe mağdurlarının hamiliğine soyundu. Kendisi acaba bu süreçte darbe mağdurlarına nasıl davrandı? Bu sorunun yanıtını Sözen döneminde İBB’de Kamulaştırma Müdürü olan sendikacı İbrahim Söylemez veriyor: “12 Eylül mağduru 100’ü aşkın işçi 1990 yılında Kağıthane Belediyesi’nde işe yerleştirildi. 1992’de Refah Partisi’nden seçilen başkan, tamamının işine son verdi. Erdoğan o günlerde, bu partinin İstanbul İl Başkanı’ydı ama oralı bile olmadı.”
Mustafa Mutlu / Vatan
+++
MİNİ YORUM
Kendini ‘Tanrı-Kral’ sanıyor olmasın
Agos gazetesinin “soykırım” iftirasıyla ilgili görüşü sorulan Adalet Bakanlığı, “İfade özgürlüğü devletin aleyhindeki haber ve düşünceler için de uygulanmalıdır. Sertlik eleştirinin doğasında vardır” demiş. Eleştiri “devlet”e yönelince serbest de, devletlü “Erdoğan”a yönelince neden yasak? Yoksa başbakan kendini, Bizans’ın dünyevi yasaların üstündeki Tanrı-İmparatorları’yla mı özdeşleştiriyor!