Gözlerini geri isteyen gazi!
Doğrusu Güneydoğu’da kahpe bir mayına yalnız gözünü değil hayatını da rehin vermiş olan Hüseyin Özlük’ün kitabının adını duyduğumda ilk aklıma gelen Akif’in o ölümsüz mısraları oldu. O, bir zamanlar Çanakkale’de alnından vurularak toza toprağa bulanmış şehidin arkasından “Ey şehit oğlu şehit! İsteme benden makber” diyerek seslenmişti. Genç yaşında gazi olan Özlük, -binlerce Mehmetçik gibi- Beytüşşebap dağlarının eteklerinde din-devlet ve millet düşmanlarıyla çatışırken bir mayının patlamasıyla gözlerini kaybeder. Gazi Özlük, bu olaydan sonra kendi tabiriyle “Kapkara bir dünyada, hep karanlığın içerisinde kalarak ve bir daha güneşi, insanları, etrafta olan bitenleri görmeyerek” yaşamak zorunda kalmıştır. Milletinin bağımsızlığı uğruna mücadele ederken, ömür boyu başkalarına bağımlı kalmanın nasıl bir duygu olduğunu Özlük’ün kitabını okumayanlar anlayamaz.
İtiraf etmeliyim ki, Özlük’ün “Gözlerimi İstiyorum Komutanım” kitabını suçluluk duygusu içinde, içim titreyerek, okudum. Doğrusu onun karanlıklar içinde, nasıl olup da hâlâ sınırsız bir vatan, insanlık ve yaşam sevgisi içinde bu satırları kaleme alabildiğine şaşırdım.
İbret alınması gereken gerçek!
Gazi Hüseyin Özlük’ün anılarını ve düşüncelerini anlattığı kitabında ilginç olduğu kadar düşündürücü birçok olaya da yer verir. Gazi Hüseyin artık görmeyen gözleriyle köyüne dönmüştür. O sıralarda yaşadığı duygulu ve ilginç bir olayı kitabında şöyle anlatır: “Bir sabah annem beni telaşla uyandırdı. Şırnaklı bir grup köylü beni ziyarete gelmiş. Ankara terminalinde bekliyorlarmış. Şırnaklı Hazım, telefonda köye nasıl geleceklerini soruyordu... Bölgede yaralanan ve şehit olan pek çok kişi olmuştu. Onlar, hiç kimseyi ziyarete gitmemişlerdi de bana neden gelmişlerdi, merak ediyordum... Anlattıklarına göre köylü bana çok üzülmüş ve heyet olarak da yanıma beş kişiyi göndermişler... Binbir zahmetle onca yolu aşıp gelmeleri, inanılmaz bir sevgi gösterisiydi... Şırnak’tan gelenler iki gün misafirim oldu. Köyü dolaştırdım, yedirip içirdim. İki gün sonunda gideceklerini söylediler. (Şırnak’tan gelenlerin lideri konumunda olan) Hazım beni bir kenara çekip koynundan çıkardığı keseyi bana uzattı. Köylüler aralarında altın toplamış bana göndermişlerdi... Altınlar iki avucumu dolduracak kadar çoktu. Kesenin ağzını kapatıp tekrar Hazım’a uzattım... Çok tartıştık... Bu armağanı kabul edemezdim. Sonunda onları razı ettim. Arabaya bindirip uğurladım.”
“Kürt sorunu” diye ortalığı teröre boğanların, bölücülük, bölgecilik ve bozgunculuk yapanların suratına bu gerçek tokat gibi inecek kadar önemlidir. Türk ile Kürt’ü birbirine düşman etmek isteyenlerin yaşanan bu gerçeklerden ibret almaları gerekir. Bu gerçekler bölücü ve bozguncuları çileden çıkarmaktadır.
İrfan, iman ve idrak sahibi bu köylülerin tavrı aslında hiç de nedensiz değildir. Zira Nazmi Bilgin’in yazdıklarından anlıyoruz ki, Hüseyin Özlük yamaçlarında gözlerini, bağımsızlığını, özgürlüğünü ve hayatının en anlamlı yanlarını bıraktığı köye, geliri ile okul yaptırmak için bir de kaset çıkarmış...
Onun gerçekte komutanından istediği şey kaybettiği gözleri değildir. Gazi Hüseyin, kanlı teröre karşı verilen mücadelenin başarılı olmasını ve artık yeni vatan evlatlarının bu kör teröre kurban edilmemesini istiyor. Onun için de “Bana gözlerimi geri veremezsiniz. Bari başkalarına bu acıları yaşatmayın” diyor. O, “Dünyaya bir kez daha gelsem, yine asker olur, yine gözlerimi bu vatan için feda ederim” diyor.
Köylüsü Hazım, gazisi Hüseyin gibi olan bu millete Türk milleti denir.