Göz göre göre delil karartıyor

Geçenlerde bir yazısında “Balyoz Davası, dijital bulgular olmaksızın da, seminer notları ve konuşmaları, EMASYA Planlarının devreye sokulmasıyla açık bir darbe hazırlığının, askeri bir tür tatbikatın, darbe tatbikatına çevrilmesiyle ilgili bir davadır. Başta Çetin Doğan olmak üzere bunun hazırlayıcıları hesap vermeliydiler ve vermişlerdir...” buyuran Ali Bayramoğlu, gelen eleştirileri anlayamamış! “Tespit” ine tepki gösteren Balyoz mağdurlarını “dar bir dosya okuması” yapmakla suçluyor. Dahası neredeyse 4 yıldır adliye koridorları-mahkeme salonları ve cezaevi kapıları arasında mekik dokuyan ailelere, her gün-her gece iliklerine kadar yaşadıkları “dava” ve her satırını hatmettikleri “gerekçeli karar” la ilgili bilmedikleri(!) gerçekleri anlatmaya soyunmuş!
Şaka gibi ama 10. Ağır Ceza Mahkemesi’nin gerekçeli kararına yansıyan “iki tür delil” olduğuna atıfta bulunarak, cezaların sırf sahte olduğu iddia edilen dijital deliller baz alınarak verilmediğini, plan semineri, notları, konuşmalarının da dikkate alındığını öne sürüyor. Velakin “gerçek öyle değil”, Bayramoğlu “doğruyu” yazmıyor.
Şöyle ki;
1. Bayramoğlu’nun “cezaya dayanak” mış gibi gösterdiği seminere katılan 162 subaydan sadece 52’si Balyoz Davası’nda yargılandı!
2. Yargıtay çoğu seminerde takdim yapan veya konuşan 19 kişinin tahliyesine karar verdi.
3. Cezası onanan 237 kişiden sadece 33’ü seminere katılmış subaylardı ve bunların 30’u çoktan emekliye ayrılmıştı.
4. Cezası onanan muvazzafların 94’ü Deniz Kuvvetleri, 18’i Hava Kuvvetleri, 18’i Jandarma mensubu; Bayramoğlu’nun “hesap verdiler” dediği Kara Kuvvetleri’nden cezası onanan “muvazzaf” sayısı 1’di.
Katılanların büyük bölümü bu soruşturmada şüpheli bile sayılmadığına, davada sanık dahi yapılmadığına göre, Bayramoğlu’nun yaratmaya çalıştığı bilgi kirliliğinin aksine demek ki “seminer”i “suç delili” saymıyor mahkeme.
Seminerde sunum yapanların Yargıtay’ca beraatle tahliye edildiği düşünülürse; demek ki “oradaki konuşmaları” da Bayramoğlu’nun söylediğinin aksine “suçun kanıtı” saymıyor mahkeme!
Değil Türkiye’de, “Muz Cumhuriyetleri”nde bile “1 muvazzaf kara subayı” ile hükümet devirebilecek bir ordu varsa, söz, vallahi son vereceğim Balyoz’un trajikomik yanlarını yazmaya.

selcan-1.jpg selcan.jpg

Nereden nereye...

Sabah’ın Zekeriya Öz’ü hedef alan “Dubai sefası” manşeti yıllar öncesine götürdü beni.
Bugün “hükümete karşı yargı darbesinin beyni” dedikleri Öz’ü, Albay Dursun Çiçek’i “ihtarlı davet”le ifadeye çağırdığı gün “AK Parti’yi bitirme planları yapanlara karşı demokrasi savaşçısı” ilan etmişlerdi.
Kaderin cilvesi...

Arabozucu(!)

Fehmi Koru, Ankara-Pensilvanya hattındaki ulaklık hikayesini dünkü Star’da uzun uzun anlatmış:
Erdoğan’ın “cemaat”i “terör örgütü” olarak konumlandırmaya meylettiğini görünce, önce “aileden” saydığı Cumhurbaşkanı’na, sonra Başbakan’a, en son da okyanuslar aşarak “Hizmet” in başı Fethullah Gülen’e gitmiş... Gülen’den mesajlarını “yazılı” hale getirmesini istemiş... Kapalı kutudaki mektubu Gül’e getirmiş... Ser vermiş sır vermemiş... Meslek ilkelerini bir kenara itip, köşesini, iktidar savaşı veren iki gücün örtülü mesajlarının gidip geldiği bir tür “şifreli kanal”a çevirmiş...
Eee, ortada Star’ın “O mektubun hikayesi” diye manşetten gururla ilan edeceği ne var peki?
Nihayetinde bu mektup Dolmabahçe’de infilak etmedi mi?
Doksanlar dizisindeki “küçük esnaf”ın her yazıya lazım repliğindeki gibi; “işin sonuna bak” şimdi:
“Arabuluculuk” mu oldu “arabozuculuk” mu Koru’nunki!

Ne tahammülmüş; sabır taşını geçti

Genelkurmay Başkanı’nın müebbede çarptırıldığı gün dahi susan Genelkurmay Başkanlığı bir açıldı, pir açıldı.
Kuvvet Komutanları ve “önümüzdeki yılların Genelkurmay Başkanları”nın da aralarında bulunduğu yüzlerce subayın rütbelerini sökmeye mahkum(!) edildiğinde dahi gıkı çıkmamıştı; şimdi neredeyse kamp kuracak adliye önlerine...
“Hakkında hukuki işlem” başlattıkları son kişi; “esefle kınanacak yakışıksız sözler sarf eden bir milletvekili”!
Açıklamada isim anılmamış ama “piyango” nun sahibinin, Necdet Özel için “TSK’nın imamı” diyen CHP’li Hüseyin Aygün olduğunu tahmin etmek zor değil. Keza son döneminde başlatılan “hukuki girişimler”in birçoğunun “Türk ordusu” ndan ziyade “Özel’in manevi kişiliğini” hedef alanlara dönük olduğu da ortada.
Açıklamada “Yüce Türk Milleti” ile “dokunulmazlık zırhı veya basın özgürlüğünün arkasına gizlenenlerin haksız, mesnetsiz, acımasız ithamların tahammül sınırlarını aştığını” paylaşıyor TSK. Ben hatırlamıyorum, “Google Amca”ya sordum o da hatırlayamadı; gerçekten öğrenmek istiyorum;
Ümraniye operasyonları rotasını generallere çevirdiğinde, -dokunulmazlık zırhının arkasına gizlenerek- “Türkiye bağırsaklarını temizliyor” diyenler hakkında “suç duyurusu”nda bulunmuş muydunuz?
Dokunulmazlık zırhının arkasından. “...Allah’a çok şükür ediyorum ki Türkiye bunların zamanında bir savaşa falan girmemiş. Yoksa bunların savaşacak halleri yok...” denilmesi “haklı, mesnetli, şefkatli”miydi? Değilse hangi “hukuki” tepki gösterildi?
Ne tahammülmüş ama; basın özgürlüğünün ardına sığınıp “Türk askerinin şerefini, ülkemizin güvenliğini, Türkiye’nin birliğini, halkın hukukunu, devletin bekasını koruyabilmek için bu “kurumsal yapı”ya son vermemiz ve yeni bir ordu kurmamız lâzım” yazıldığında bile aşılamamıştı galiba!
Ya “kağıttan kaplan” olarak tanımlandığında?
Milyonlarca insanın gözü önünde “Otur oturduğun yerde. Sen benim emrimde bir memursun...” diye azarlandığınızda nasıl etkilenmişti kurumunuzun “manevi kişiliği”?
Hiçbir perde arkası anlamı/iması yok bu yazının. Bilmemek değil öğrenmemek ya ayıp olan, bilgilendirirsiniz umuduyla soruyorum;
17 Aralık 2013’ten önce kaç kişi ve kurum hakkında, hangi gerekçelerle “suç duyurusu”nda bulundu TSK!

Yazarın Diğer Yazıları