Göstericiler, polis ve yarının AKP’lileri
İnip kalkan coplar, sıkılan biber gazları, atılan tekme-tokatlar, koltukla icra edilen saldırılar, savrulan yumurtalar, şemsiyeyle yapılan savunmalar, atılan çığlıklar, yerlerde süründürülen öğrenciler ve içi boş sloganlar. İstanbul ve Ankara’da yapılan öğrenci gösterilerinin özeti işte budur. Polis güvenliği sağlarken, öğrenciler de demokratik haklarını kullanırken güzel görüntü vermediler. Ancak gösteri yapan öğrenciler için güvenlik güçlerinin uygun gördüğü muamele de son derece sert ve kabul edilemezdir. Polisin kullandığı güç orantısızdır. Önce bunun altı çizilmesi gerekiyor. Güvenlik güçleri, “yasaların verdiği yetkiyi kullanarak, gereğini yaptık” diyerek sorumluluktan kurtulamaz. Göstericiler ise “demokratik haklarını kullanan öğrencilere orantısız güç kullanıldı” denilerek savunulamaz. Gösteriler sırasında çok kötü resimler verilmiştir. Bu resmin de iki tarafı vardır.
PKK’ya hoşgörü öğrenciye hor görü!
Güvenlik güçlerinin, göstericilere karşı bilenmiş, onları düşman gören, gözü kararmış insanlarınkine benzer bir tavır ortaya koyması, üzerinde durulmayı hak ediyor. Emniyet güçleri göstericilere “kavgada yumruğun hesabı sorulmaz” anlayışı içinde kıyasıya ve ölçüsüz bir müdahalede bulunmuşlardır.
Diğer yandan güvenlik güçlerinin PKK’lı göstericilere ve Beşiktaş-Bursaspor maçı öncesi holiganlarına karşı ortaya koyduğu müsamahalı yaklaşım da üzerinde durulmayı hak ediyor. Bazı köşe yazarları bunu “öğrenciye aslan, PKK ve holigana kuzu” tavrı olarak nitelendirmişlerdir.
Başbakanın ileri demokrasisi, hükümete, AKP’ye ve yöneticilerine karşı olmamak kaydıyla her türlü gösteriyi hoş gören bir anlayışı yansıtıyor. Bu nedenle devlete karşı gösteri yapan teröristleri sessizce izleyen iktidar, ülkeyi yönetenlere karşı gösteri yapanlara anında ve sert müdahalelerde bulunmaktadır. Yandaşlara özgürlük, karşıtlara biber gazı öngören bir anlayışa bırakın “ileri demokrasi” demek demokrat bile denilmez.
Kadrolu göstericiler!
Durumu, “münferit vak’a” ya da “spontane durumların yarattığı sonuç” olarak görmek de tehlikelidir. “Üç beş çapulcunun ya da provokatörlerin işi”, “malum tezgâhın parçaları”, “görevleri olayları kışkırtmak olan kadrolu göstericiler” ya da “kazılan kuyuya düşülmesi” olarak değerlendirmek de yanlış üstü yanlıştır. 12 Eylül öncesi öğrenci olaylarını ya da sonrasında PKK’yı hangi tutumların semirttiğini de iyi düşünmek gerekir. Yaşananları çok daha kötü olayların habercisi olarak görmek ve her anlamda gereken tedbirleri zaman geçirmeden almak gerekir.
Olayların medyada veriliş biçimlerinin de süreç içerisinde göstericileri teşvik edeceğini ve olayları kitleselleştirerek yaygınlaştıracağını da şimdiden söylemek mümkündür. Türkiye’de toplum, sekiz yıldır iktidardakilerle, bir de bastırılmışlar olmak üzere keskin bir biçimde iki kutba ayrılmış durumdadır. Türk toplumu sürekli olarak bir gerilimden diğerine savrulmaktadır. Bu nedenle en ufak bir kıvılcımın bile vahim olaylara neden olması söz konusu olabilir.
Bugün her zamankinden daha fazla duyarlı olmak zamanıdır. Bir de unutmamak gerekir ki polis ya da öğrenci her ikisi de hem bu ülkenin hem de aynı sınıfın mensuplarıdır. Marksist/Leninist ideolojinin etkisi altında gösteri yapan öğrencileri de iktidarın her kesimden daha fazla koruması lazımdır. Çünkü onlar yarının neoliberalleri ve dolaysıyla AKP’lileri olacaktır. İktidar yetkilileri öğrenci ve polis evlatları arasında taraf tutmamalıdır.