Göbeğini kaşımayanlar!
Fazıl Say “Benim gözümde Osman Bey göbeğini kaşıyan adam durumundadır. Osman Yağmurdereli tarafından yönetilmek istemem” . Bir süre önce de kendisinin “Dünyada tanınan birkaç Türk’ten biri” olduğunu söyleyerek, “ülkeyi terk ederim” demişti. Bu söylemler bir bilinç altını, bir zihniyeti temsil ettiği için üzerinde durulması gerekir. Bu ülkede yönetimi kendi tekelinde görenlerle merkezdekiler; çevredekilerin yönetimini yıllardan beri bir türlü içine sindirememektedir. Ancak demokrasiye inanıyorsanız, sonucuna katlanmak durumundasınız.
Demokrasiler, demir karyolasına yatırdığı konuklarının boyları kısa gelince uzatarak, uzun gelince de keserek karyolasına uygun duruma getiren efsanevi Prokrost hikâyelerine izin vermez. Demokrasi, herkese düşüncesini, yapmak ya da yapmamak, istediğini serbestçe halka anlatmak imkânı tanıyan bir sistemdir. Demokrasilerde kim daha iyi umut verir ya da projesini halka anlatabilirse, halk onu tercih etmektedir. Demokrasiler deha ve delilerin iktidarına kapalıdır. Herkese istediği kişiler tarafından yönetilmek imkânı veren bir sistem henüz bulunamamıştır. Demokrasiler çoğunluğun iradesini önceleyen bir sistemdir. Bu yönü itibarıyla da en az kusurlu sistem olarak nitelendirilmektedir. Demokrasilerin çoğunluğu öncelediği doğrudur. Acaba çoğunluk yanlış yapmaz mı? Elbette yapar. Çoğunluğun doğru yapmasını sağlamak için çalışmak gerekirken “terk” tercihini kullanmaya da demokrasiler izin verir. Ancak bu tür davranışlar bir yandan umutsuzluğu, yenilgiyi ve edilgenliği kabul etmek anlamına gelirken, diğer yandan da totaliter bir kafa yapısını yansıtır.
“Göbeğini kaşıyan adam” metaforu içinde ciddi mesajlar vardır. Asıl eleştirilmesi gereken, alenen göbeğini kaşıyan adam değil, göbeğinden bir yerlere bağlı olan adamdır. Göbeğini alenen kaşıyan adamı en fazla adabı muaşerete uygun davranmamakla suçlarsınız. Göbeğini bir yerlere bağlayan adamı ise sayılamayacak kadar olumsuz kavramla suçlamanız mümkündür. Göbek kaşımak tartışmaları, Türkiye’deki seçkinci geleneğin zihni planda gücünden hiçbir şey kaybetmediğini gösterir. Türkiye bugün halktan aldığı destekle halkı, halka rağmen yönetmeye çalışan yabancılarla işbirliği yapanlarla halka tepeden bakıcı seçkinci sınıfın kıskacı altındadır. Bu durum, ülkenin hem sivilleşmesinin hem de demokratikleşmesinin önündeki en büyük engeldir. Bir takım insanlar, sanatları ya da sahip oldukları kerameti kendinden menkul nitelikleri dolayısıyla halk adına düşünmek, siyaset üretmek, karar vermek ve iktidarı kullanmak istemektedir. Eğer halk onların umut ettikleri kişileri iktidara getirmezse, onlar da küserek ülkeyi terk etmeye kalkmaktadır. Kendilerini göbeğini kaşımayan olarak nitelendiren yaşantıları, onlara halkı anlama imkânı vermez. Onun için de halkla birlikte gelecek aramazlar. Onlar toplumu tepeden tırnağa inşa etme ve insanlara hükmetme hakkını kendilerinde görürler. Bu kimseler, kışı ve soğuğu İsviçre’den bilirler. O da tatil yapmak için isteyerek gittiklerinde ne gördülerse o kadar! Şubat ayında eğlenip dinlenmek için gittikleri güney adalarında olmasa, güneş altında ter dökmenin ne demek olduğunu unutacak durumdadırlar. Öyle insanlardır ki bunlar, dünyaya “efendiliğe” gelmiş olduklarına inanırlar. Her diledikleri yere gidebildikleri için, mevsimlere hükmedebilmekte; çeşitli yerlerde, çeşitli evleri olduğu için, çeşitli yerlerde uyuyup uyanabilmektedirler.
Harold Lasswel, bu tür zihniyet sahiplerinin halk konusunda sahip olduğu önyargıları bir cümleyle özetler: “Halkın ne denli cahil ve ne kadar aptal olduğunun farkında olmalıyız. İnsanların, kendi çıkarlarının en iyi bekçileri olduğunu savunan demokratik dogmatizme yenik düşmemeliyiz. Öyle değildirler, onları, onların iyiliği için kontrol altında tutmalıyız”. Halk iradesi buna izin vermeyince de küsmek ve terk-i diyar etmek bu zihniyete uygun düşmektedir.