Gizli tanık rezaleti
Bir davanın seyrini değiştirmekle kalmayıp, memleketin gidişatını belirleme gibi son derece önemli fonksiyona sahip olan, “Gizli Tanıklık Müessesesi” yeni olduğu kadar istikbali de parlak bir sektör haline geldi. Geçtiğimiz hafta, “Yalancı Şahitler kahvesi” başlıklı yazımdan sonra okuyucularımızdan yüzlerce e-posta aldım. “Her türlü gizli tanıklık itina ile yapılır”, “Gizli tanık arıyorum, ücreti dolgundur” gibi birbirinden ilginç iletilere, gülsem mi ağlasam mı diye düşünürken, Erzincan’daki üç gizli tanığın başkente geldiği haberi, bomba gibi düştü. Siyasilerden medya kuruluşlarına kadar çalmadık kapı bırakmayan ünlü gizli tanıkların, Ankara otogarı AŞTİ’deki hallerine acıdım doğrusu. Biri aracılarla hararetle sohbet ederken, biri yorgunluktan metal bankta uyuyakalmış. Kimin, niçin, nasıl, hangi amaçla fotoğraflarını gizlice çekip, basına servis ettiği şimdilik meçhul bu olay, Türk hukukunun içine düştüğü durumun acı göstergesinden başka bir şey değil.
Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nde hâkimlik görevi yapmış olan Rıza Türmen, aylardır gizli tanık ifadelerinin tek başına hiçbir anlamı olmadığını, duruşmalar sırasında gizli tanığa sorular yöneltilip, bakışlarındaki anlamın incelenmesi gerektiğine dair, açıklamalar yapıp AİHM içtihat kararlarından örnekler verse de, bazı savcılar gizli tanık ifadeleri ile öylesine iddianameler hazırlıyor ki akıllara zarar.
Anlattıkları arasında maddi bir tek delil olmayan gizli tanıklara taktım kafayı. Üşenmeden araştırmaya başladım. Hemen hepsinin zaten gerçek kimlikleri deşifre olmuştu. Tanık Koruma Kanunu vesaire gibi konular kimsenin umurunda olmadığı için gizli tanıklardan bazıları şöhret olmanın dayanılmaz hafifliği ile gündemde kalabilmek, pazarlık paylarını arttırabilmek için önüne gelenle konuşmakta beis duymuyorlardı. Kimileri ile mektuplaşırken, kimileri ile de avukatları aracığıyla irtibat kurdum. Hepsinin ayrı bir hikâyesi var. Romanlar yazılabilecek, televizyon dizileri çekilebilecek ayrı hikâyelerin tek ortak tarafı, “Sana yeni bir kimlik vereceğiz, estetik ameliyat ile yüzünü değiştirip, istediğin yabancı ülkeye gitmeni sağlayıp, iş bulacağız, geçimin için para vereceğiz, sakın korkma, bize güven, kimliğin asla deşifre olmayacak” gibi Amerikan filmlerini aratmayacak senaryolarla kandırılmış çoğu. Kandırılmış diyorum, çünkü vaat edilen hiçbir şey yapılmamış bugüne kadar, üstelik kimlikleri deşifre olduğundan toplum içine çıkamaz duruma gelmişler. Paradan puldan vazgeçip ailelerini ve kendi onurlarını kurtarabilmek için çıkış yolu arıyor çoğu. Kimi vicdan azabı çekiğini söyleyerek, ifadelerini geri alıp, baskı ile ifade vermeye zorlandığını belirterek, hak arayışına girmiş. Allah kimsenin başına getirmesin. Ama yalancı çoban durumuna itilen bu insanların bir bölümü intiharı düşünüyor. Kendilerini bu yola itenlerden intikam almayı planlıyor.
İşsizliğin hat safhaya çıktığı canım memleketimde gizli tanıklığa geçim yolu olarak sarılanlar neyse de, aralarında kamu görevlilerinin de bulunması iyice canımı sıktı. Erzincan’daki 12 gizli tanıktan birinin kim olduğu neredeyse kesin bir dille ifade ediliyor. Hemen ardından Erzurum’da görevden alınan Osman Şanal’ın telaşla, “Gizli tanıklar bir an önce dinlensin, ifadelerini geri alabilirler” diye yaptığı açıklama çivinin ta kökünden çıktığını göstermiyor mu? Şanal’a, “Madem öyle bunların ifadesini alıp niye iddianameye koydun? İfadelerini değiştirme ihtimali olan, güvenilirliği olmayan kişilerin anlatımlarıyla niye iddianame yazdın?” diye soran da yok.
Neresinden bakarsanız bakın gizli tanıklık meselesi dökülüyor, kaldırın şunu, geçersizliğini ilan edin de kurtulsun millet.