Gidişat iyi değil!
Bizim nesil çok şey gördü.
Kıbrıs savaşını yaşadık, SSCB’nin dağıldığına şahit olduk, esir Türklerin kurtulup devlet kurmalarının mutluluk ve gururunu yaşadık. Darbelerle budandık, sağ-sol çatışmasının içinde bulunduk; ardından o gün birbirinin boğazını sıkan bizler, kardeş olduğumuzu fark ettik.
Velhasıl bin bir belânın üstesinden gelerek bugünlere ulaştık.
Şu anda derdimiz, bölücülük!
Dünden bugüne içinde yaşadığımız bilumum şartları idrak ettikçe daha iyi anlıyorum merhum, Akif’in İstiklâl Marşı’na niye, “Korkma!” diyerek başladığını.
Bu kelime Allah(c.c.)’ın kitabına, “Ikra” yani, “Oku” diyerek başlaması gibi, nice hikmetlerle dolu. R. İhsan Eliaçık’ın da dediği gibi Peygamberimiz “Oku!” emrine muhatap olduğunda nasıl kitap bulmak için kütüphanelere koşmak durumunda kalmamış ve okuma yazma öğrenme telâşına kapılmamışsa...
Akif’in “Korkma!” diye hitap ettiği Türk milleti ve onu sevk ve idare edenler de memleketin her karış toprağının istila edildiği, başkentinin işgal edilip merkezî hükümetin esir alındığı bir dönemde, kazma kürek ne buldularsa kapıp nerede düşman varsa o yöne bir intihar saldırısı düzenlemeyi tercih etmemişlerdir.
Ya ne yapılmıştır?
Önce içinde bulunulan hal “idrak edilmiş” ardından bu halin “kabul edilmezliği” özümsenmiş, sonra, bütün cephelerde maddi ve manevî olarak nelerin yapılması gerektiği ortaya konmuştur. Resim ortaya çıkınca eldeki bütün imkânların belirlenen hedefe israf edilmeden nasıl seferber edilebileceğinin plânları yapılmış, bütün bunlar mümkün olan en kısa sürede, azami gayret ve halis niyetlerle gerçekleştirilmiş ve ardından neticeden zerre şüphe etmeden işte o emir verilmiştir:
“- Ordular, ilk hedefiniz Akdeniz’dir, ileri!”
Sonuç malûm!
Almanya ve diğer müttefiklerimizle birlikte dört yıl boyunca yenemediğimiz düşmanları daha az asker, daha az silah ve daha az subayla Anadolu’nun bir avuç yiğidi önüne katmış, kovalaya kovalaya denize dökmeyi başarmıştır.
Günümüze ve PKK’nın geldiği noktaya dönecek olursak, doğrusunu söylemek gerekirse, biraz umutsuzum.
Umutsuzum çünkü halk, Kurtuluş Savaşı’nda olduğu kadar mevcut tehlikenin farkında değil, bu bir. İkincisi ve çok daha önemlisi ülkeyi yönetme durumunda olan siyaset, devlet, ordu ve Diyanet’inden MİT’ine kadar bürokrasinin bütün unsurları Akif’in “Korkma!” dediği günlerdeki şuur, yürek ve ufka malik bulunmuyor ve bir hayli de kirliler. Siyaset başta olmak üzere, devlet kurumları ile diğerlerinin öncelikli derdi mevcut durumlarını tahkim etmek ve genişletmek.
Vatan, devlet ve millet gündemlerinde değil.
Konuşmalarına, yazılı taleplerine, yasa ve anayasa diye Meclis çatısı altında söz ve yazıya dökülmüş metinlere bakınız, içinde millet, devlet ve vatan kelimeleri geçiyor mu?
Geçmiyor.
Geçiyorsa bile olumsuzlamak adına geçiyor.
Kutsallaştırılan tek şey “demokrasi”.
İnanınız “demokrasi”den bahsederken bile siyaset kurumu ve ötekiler, “Benim sonum ne olacak?” derdinde. Yani “demokrasi” derken de samimi değiller.
Bu samimiyetsizlik ve bu birbirini yenme ve yeme ortamından istifade eden tek oluşum ise, bölücülük!
İktidarın çözüm diye ürettiği şey ise şeker hastasına şeker ikram ederek, kendi durumunu pekiştirmek.
Bu bir bakıma PKK ile ittifak gibi bir şey.
Ama girilen bu yol ikisinin de felâketi olacak ve ayrıca halk ve diğer erkler dâhil, bütün taraflara, cümlemize çok pahalıya patlayacak.