Giden geri dönmüyor

Özel ofise giren Büyükanıt’a da bir haller olmuştu. “Özkök ile Doğan’ı, Dolmabahçe’deki baş başa iki saat
götürdü” iddiasını da duyunca insanın alıp sazı eline, çığırası geliyor; Şu Dolmabahçe elleri ne de yamandır...
Odatv.com ortaya öyle bir iddia attı ki, ben diyeyim sebil, siz deyin el değmemiş tarım arazisi. İşle işleyebildiğin kadar.
Hatırlarsanız Hürriyet’in eks Genel Yayın Yönetmeni Ertuğrul Özkök’ün, tam da, iktidarın Hilton’dan, İddia’dan, Doğan Grubu’na sağlı sollu çakmaya başladığı günlerde, Tayyip Erdoğan ile iki saat süren baş başa bir görüşmesi olmuştu. Dolmabahçe; nam-ı diğer “mutabakat” ofisinde.
Özkök’ün “Böyle göründüğüne bakmayın, kalbi pek bir temiz” içerikli röportajının, AKP hakkındaki Kapatma Davası’nda kararın açıklanmasına iki gün kala yayımlanması da, zamanlama açısından ilginç bir seçimdi.
Odatv diyor ki: “Parti kapatılırsa Başbakan’a siyaset yasağı da gelecekti. Hürriyet ya da Özkök AKP’nin kapatılmasına karşı çıktıklarını gösterdiler. Özkök, Hürriyet; bu röportajı yapmasaydı ve AKP kapatılıp Başbakan Erdoğan yasaklı olsaydı neler olurdu?
Şurası bir gerçek ki, E. Özkök ve A. Doğan bugün koltuklarında olurdu... Bu nedenle... Özkök ve Doğan o gün parti kapatılmaması için gösterdikleri demokratik tavırlarının bedellerini bugün ödemişlerdir. Ama şurası bir gerçek ki, demokrasi bu bedele değer...”
Erdoğan Dolmabahçe’de kiminle kafa kafaya verse, o kişinin daha iflah olmadığı sır değil(bunu nasıl başardığı ise mezara kadar saklanacak bir sır!). Havasından mı, suyundan mı bilinmez, Dolmabahçe’ye “Efelerin efesi Debreli Hasan” gibi giren, patlıcan dalkavuğu gibi çıkıyor...
“Son tahlil”de odatv ile görüş ayrılığımız olduğu aşikar.
Çünkü hafızasını bir parça zorlayan herkes, Erdoğan’ın o röportajda, “AKP’nin kendi zenginini yarattığı iddialarına karşı, somut sorun, kim mesela“ diyerek adeta meydan okuduğunu, Özkök’ün ise bir gazeteci gibi ”sormak“ yerine, gemiciklere, mısırlara, yumurtalara, yüzlerce daire sahibi olmalara, orman arazilerine konmalara otosansür uygulayıp, ”siz nasıl diyorsanız öyledir padişahım“ tavrına büründüğünü hatırlayacaktır.
O buluşma gerçekten de ”bedel ödemek uğruna demokrasiye sahip çıkmak“ mıydı?
Yoksa iki gün sonra holdinginin de gireceği ihale şartnamesindeki değişikliğin altyapı çalışması olarak sergilenen ”biat gösterisi“mi?
İyi de hangi demokrasi ”Başbakan’ın ricası üzerine bazı soruların cevaplarının yayımlamadığı“ bir gazetecilik türünü kaldırır?
Bir ülkenin başbakanını ”sinirlenmeden cevapladı, sakindi, uysaldı“ sözleriyle tasvir demokrasi uğruna bedel ödemeye hazır bir gazeteciye mi, yoksa muhalefet edeceğim derken ticari bedel ödemek istemeyen bir işadamına mı yakışır?
Doğru ”Dolmabahçe mutabakatı“nın, bu gidişlerde rolü olmuştur; ”Ben gemimi kurtarayım da, üç beş akademisyenin, bir kaç emekli askerin, miadını doldurmuş gazetecinin de dökük sandalları su alıversin ne olur ki“ diyebilmiş olmanın, ”bana dokunmayan yılan bin yaşasın“ anlayışının bedelidir ödenen....

* * *

Balina kasa mı?
Hürriyet’in yayın yönetmeni “yumoş tankeri”ni beğenmemiş, “yeni bir Mercedes”e benzetmiş gazetesini. İyi bari “Hürriyet Ferrari ben de Massa’yım” demedi. Çünkü bu saatten sonra Hürriyet Mercedes de olsa, “balina kasa”dan bir model yükseğe çıkamaz. Mercedes kullanmak isteyen Berberoğlu’na, “Yallah şoför yallah” demeden önce Postmedya’nın uyarısını aktaralım. Malum yılbaşı ertesi, İstanbul da, Ankara’ya benzemez; “akşamdan kalma” trafik canavarları kol gezmektedir sokaklarda: “Dikkat et arkadan çarpmasınlar!”

* * *

2010 yılı gözaltına alındı!
Damdaki mizahçı arkadaşımız Cihan Demirci’nin bildirdiğine göre gözaltında sorgusu süren 2010 yılının Türkiye’ye girmesi tehlikeye girdi:
“2009 yılına bir suikast hazırlığı içinde olduğu öne sürülen 2010 adlı yeni yıl, tam da Türkiye’ye girmek üzereyken gözaltına alındı. 28 saattir gözaltında sorgusu süren 2010 yılının, kriz yılı olan 2009’u neden öldürmek istediği, suikast için kozmetik odada ne gibi planlar gizlediği nöbetçi savcılar tarafından araştırılıyor.
2010 yılının, sonunda yer alan ’on’ sayısı nedeniyle ’Ergenek-on’la da yakın ilişkisi olduğunu ileri süren savcıların, 2010’u 3. Ergenek-on davasına dahil edecekleri sanılıyor. İlk sorgusunda ’2009’u tanımam etmem, o eski bir yıl bense yeni bir yılım, daha kirlenmemiş yepyeni bir yılım beni neden gözaltına alıyorsunuz, insanlar benim girmemi bekliyor, ben gözaltında olursam
1 Ocak günü vatandaşa giren yıl hangisi olacak? Tüm dünya 2010’a girerken Türk insanı giremeyecek mi? Bu halka yeni bir yılı da çok mu görüyorsunuz kardeşim’ diyerek hakkındaki tüm suikast iddialarını reddeden 2010’un,
31 Aralık 2009 gecesi saat 12’ye kadar bırakılmaması halinde Türkiye’nin 2010’a girememe tehlikesi bulunuyor.”
Öte yandan ülkenin takvimsiz kalmaması için Hicri takvime geçiş hazırlıklarının tamamlandığı öğrenildi.
-Deniz Som / Cumhuriyet

* * *

Yılın özü: Faşizme biraz daha yaklaştık
TRT Şeş: Yılın kanalı.
Kriz teğet geçiyor: Yılın yalanı.
Bilumum kamu ihaleleri: Yılın talanı.
Açılım: Yılın sanalı.
Türkan Saylan: Yılın kaybı.
Habur’daki görüntüler: Yılın zilleti.
60 yıldır hırsızlarına aşık millet: Yılın milleti.
Emine Ayna: Yılın sinir gereni.
Tekel işçileri: Yılın eylemcisi.
Cüppeli Ahmet Hoca: Yılın eğlencesi.
AKP’nin “Genç Siğilleri” , pardon “Genç Sivilleri” : Yılın demokratı.
Pisuvarcı Ordu Valisi: Yılın bürokratı.
RTE: Yılın otokratı.
Sincan Hâkimi Osman Kaçmaz: Yılın hukukçusu.
“Pasif laiklik” önerisinin sahibi Prof.: Yılın gugukçusu.
TBMM: (Bu yıl da) Yılın KİT’i.
Bayram Meral’i ısıran köpek: Yılın iti.
Simit: Yılın azığı.
Erdoğan için “Civanım delikanlı” diyen Bülent Arınç: Yılın yağcısı.
Şehitlerimiz: Yılın acısı.
Habur’daki malum olay: Yılın karşılaması.
Habur’daki çadır mahkemesi: Yılın yargılaması.
Yalaka yazarlar: Yılın makbulü.
Suçlarını bilmeden Silivri’de yatanlar: Yılın mağduru.
Hak, hukuk, demokrasi, insan hakları, işçi, köylü, memur, emekli, esnaf: Yılın mağlubu.
Doğan Yayın Holding’e kesilen: Yılın cezası.
TRT’nin programları: Yılın ezası.
Faşizme biraz daha yaklaştık:
Yılın özü.
-Melih Aşık / Milliyet

* * *

Danıştay, TRT’deki ‘ilkesizliği’ tescilledi
Geleneksel anlayışımıza göre “minareyi çalan kılıfını uydurur”. Bir de “Anadolu çocuğu!” olacak. TRT’nin iki defa veto yedikten sonra, adeta ‘Çankaya Zaferi’nin cülus bahşişi gibi TRT’nin başına geçirilen İbrahim Şahin, Anadolu’daki bu en temel “tedbir anayasası”nı nasıl ihlal etti anlamadım. Madem ille de “kadrolaşacağım” diyorsun, o zaman “kadrolarına kapalı olan kapılara uygun anahtarları üret” değil mi? Yok önce kapıyı kırıp baskın verir gibi dalacaklar içeri, ondan sonra, giriş-çıkış zor olmasın diye yaylı, çift tarafa açılabilen bir kapı uyduracaklar. Yargıda zuhur eden, sanıktan delile giden zihniyetin kamu yayıncılığı versiyonunu da “kadroya göre yönetmelik icad edenler” oluşturuyor demek ki. Yılın son gününde bir vaka daha. TRT’nin 24 Eylül 2008 tarihli Resmi Gazete’de yayımlanarak yürürlüğe giren personel yönetmeliğine göre, sözleşmeli program haber personelinin “fakülte veya yüksekokul mezunu olması” zorunlu olduğu halde, Şahin’in TRT’si tutuyor Kanal 7’den, Türkiye’de denkliği kabul edilmeyen El Ezher Üniversitesi mezunu Sefer Turan’ı transfer ediyor. Turan aynı zamanda Tevhid dergisi ekibinden.

Geri sayım başladı
Turan’ın işbaşı yapmasından bir gün sonra da (14 Nisan), Resmi Gazete, TRT’nin personel yönetmeliğindeki değişikliği duyuruyor. Buna göre yeni yönetmeliğe “Yayın kuruluşlarının yayın, yapım, program veya haber hizmetlerinde en az 2 yıl çalışmış olanlarda bu şart (üniversite) aranmaz” ifadesi ekleniyor. Ne Sefer Turan’mış be kardeşim! Keşke tanıma fırsatımız olsaydı; bulunmadık Bursa kumaşı mı taşıyor sırtında nedir? TRT’de tutundurulması için, yollarına yasalar düzüldüğüne göre!.. Cumhuriyet’te yayımlanan haberinde “Danıştay 5. Dairesi TRT’ye ‘hukuk dersi’ verdi” diyen Fırat Kozok, kararın, TRT’nin yaptığı yönetmelik değişikliğinin ‘kariyer ve liyakat ilkeleri ile hizmet gereklerine ve hukuka uygun olmadığına’ dayandığını vurguluyor. Yani Danıştay kararı ile TRT’nin “ilkesiz” ve hukuksuz” davrandığı tescillenmiş oluyor. Hukuk hep sanıktan delile ulaşılan operasyonlarda “üstün” olacak değil ya! Kadrodan kılıfa ulaşmaya çalışırken suçüstü yakalanan TRT yönetimi de, “hukukun üstünlüğü”ne saygı gösterir ve dün geceki “geri sayım”ın sadece yeni bir yıla değil, yeni ve ilkeli, vatandaşın son kuruşuna kadar vergilerinin hakkını verebilen bir TRT için de olduğunu kanıtlar umarım. Nasıl mı?
Elbette her ilkeli yöneticinin yaptığı gibi;
istifa ederek!

* * *

Hadi artık; çık saklandığın yerden
Çağdaş ve mutlu ülkemsin!
Ama bu siren sesleri... Bu ihbarlar, gözaltılar, takipler, kozmik odalar... Hücreler, o hücrelere haksız yere tıkılan ve kaderlerine terk edilen insanlar... Bu gece iş akitleri feshedilecek olan TEKEL işçilerinin, Ankara’nın buz gibi suya dalan o cılız bedenleri... Molotoflar, biber gazları, inip kalktıkça havada insan kanından kırmızı daireler çizen polis copları... Yalanlar, komplolar, saptırmalar, abartmalar... Cehalet, sefalet, rezalet... Panzerler, panzerlere taş fırlatmaları için ön saflara sürülen çocuklar...
Belediye otobüsünde cayır cayır yakılan bir genç kızın, uzayın boşluğunda eriyip giden son çığlığı... Ve elbette; onu elleriyle söndürmeye çalışan babanın çaresizliği...
İhanetler, hain planlar, uzaktan kumandalar... Takkeler, küflü sandıklardan çıkarılan fesler, örümcek beyinler...
İşte; tüm bunlar... Bunların hiçbiri sen olamazsın! Birileri sana bunları yakıştırmak istese de bilirim, bu şiddet, kin ve nefret durmaz üstünde! Hadi; saklanma artık çık neredeysen...
Bir “Merhaba” de en azından, huzur bulsun kararan yüreğim! Çık, saklandığın yerden!
-Mustafa Mutlu / Vatan

* * *

Bu nasıl demokrasi?
Silahlı Kuvvetler’e küfürler ve hakaretler yağdırmayı, hukuku sözde kullanarak zaten her an istenilen bilgilerin alınabileceği arşivlere hâkim ve savcılar sokmayı “demokraside atılan büyük adım” olarak nitelemek akılla ve mantıkla bağdaşmaz.
12 Eylül darbecilerinin yarattığı bilgisiz, sığ, duyarsız, sorgulamayan, sadece köşe dönmeyi hayal eden neslin bu propagandaların çok etkisi altında kaldığı görülüyor. Kendilerinden önce yapılmış bir askeri darbeyi hiç yaşamayan ama merak da etmeyen bu nesil, olağanüstü beyin yıkama operasyonları nedeniyle “aptala” dönmüş durumda.
Bu 12 Eylül nesli, olan bitenden habersiz “vay canına” şaşkınlığı içinde sağa sola savruluyor.
Bu, Türkiye’nin geleceği için son derece umutsuz bir durumdur.
-Can Ataklı / Vatan

* * *

Bay Bülent biliyordu
En büyük Türk büyüğü, çok büyük devlet ve hükümet adamı Bay Bülent “Bülent Arınç da kalmayacak” derken acaba ne demek istiyordu?
1) ‘Abiler benden bu kadar, ben korktum’ diyecek, kürsüye çıkıp ağlayarak veda konuşması yapacak ve taşra avukatlığına geri dönecek. 2) Suikast kurbanı olacak.
3) Bu suikast masalını önceden biliyordu. İki subayın evinin yakınlarında tur atacağını, ev adresini ceplerinde taşıyacağını, enselenince(!) o kağıdı yutmaya kalkışacaklarını da biliyordu.
-Emin Çölaşan / Sözcü

MİNİ YORUM
Yeni yıla dair

Bütün okuyucularımız adına yeni yıl dileği Figen Özen’den: 2010’da daha bağımsızlıkçı, daha anti-emperyalist, daha cumhuriyetçi, daha Kemalist olalım. Ülkemizi teslim etmek için yarışa giren tüm işbirlikçilerin karşısına dikilip, “Ya İstiklal, Ya Ölüm” diye haykıralım. Aramızdaki tüm farklılıkları öteleyip, tüm yurtseverler bir araya gelip, yurt savunmasında yeni bir cephe oluşturalım.

Yazarın Diğer Yazıları