Gerçekten de "Arapsaçı" gibi!
Aslında, savaş "savaş" değil, işgal "işgal" değil, ateşkes "ateşkes" değil, Orta Doğu'da "Arapsaçı" sergileniyor.
Zaten; savaşların kazananı, barışların da kaybedeni belli olmuyor.
Ne var ki, dünyada bu kadar "yalnız" kaldığımız ve "prestij" kaybettiğimiz de hatırlanmıyor.
Üstelik, "küstah" bir mektupla tehdit edilmenin yanı sıra, silahların susmasının ne götürüp, ne getireceği net olarak hem bilinmiyor hem de tahmin edilemiyor.
120 saatlik "ateşkes" dilimi yarın doluyor.
Asıl şimdiden sonra ki gelişmeler önem kazanıyor.
Her ne kadar, 1014 km sınırımızın sadece 444 km lik bölümünde 32 km genişliğinde ki sahada kalmamız için anlaşma yapılmışsa da, tasarlanan "güvenli bölge"nin iddiasının çok güç olacağı anlaşılıyor.
Bu arada, ABD askerleri ve YPG'nin boşalttığı yerlere Rusya ve Suriye ordusunun girmesiyle değişen saha dengelerine nasıl yanıt verileceği gibi kilit soruları halen cevapsız bırakıyor.
Kaldı ki, Suriye'den gelmezse bile, çeşitli maskeler takan terör örgütü PKK'nın tacizlerinin olabileceği şimdiden tahmin ediliyor.
Yani, "güvenli bölge"de Suriye'li mültecilere, yeni bir yaşama ortamı kurabilmek zor ve pahalı çabalar gerektiriyor.
Terör unsurlarını tamamen kontrol altına almadan kalıcı barışı sağlamak mümkün görünmüyor.
Harekatın gidişi Türkiye ile Suriye işbirliğini zorunlu kılıyor.
Kısacası, PKK-PYD-YPG Esad'ın emrine girerken, Esad düşmanlığı ülkemizi uçurumun ucuna sürüklüyor.
Resmen doğrulanmamakla beraber, Türkiye ile Suriye arasında dolaylı görüşmelerden sonra karşılıklı mesajlar "teatti" edildiği haberleri yayılıyor.
Suriye ile savaşa girmenin büyük zararlarını gören, her şeyden önce 4 milyona yakın mülteciyi barındıran Türkiye'nin, özellikle bu sarsıntılı dönemde Suriye ile görüşmeden ve düşmanlıktan uzaklaşmadan başka bir çıkış yolunun olmadığına dair Türk milletinin "hemfikir" olduğu gün geçtikçe ortaya çıkıyor.
Öte yandan, ABD ve SDG'nin çekildiği Menbic ve Kobani'ye Rusya ve Suriye ordularının girmesi, çok dar bir bölge içinde Türk, Rus, Suriyeli ve ABD'li askerlerin bir arada bulunmalarına yol açıyor.
BBC'nin, ateşkes kararı ile ilgili ayrıntılı yorumunda aşağıdaki 2 paragraf dikkatleri çekiyor:
"Analistlere göre, sahada gelişen yeni durum ve Suriye ordusunun Türkiye sınırına yakın bir noktaya ulaşması, Ankara'nın Moskova ile yeni bir anlaşma sağlaması gerekliliğini ortaya çıkarabilir.
Uzmanlar, Erdoğan'ın Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin ile 22 Ekim'de, yani 120 saatlik sürenin dolduğu bir günde görüşecek olması bu görüşmenin önemini şimdiden arttırmış durumda olduğuna dikkat çekerek, gelinen noktada, Türkiye'nin bundan sonraki süreçte Rusya ve ABD arasında çok daha dengeli bir politika izlemek durumunda kalacağını ifade ediyor."
Ayrıca, ABD'nin Suriye'nin kuzeyinden asker çekme hamlesiyle bölgedeki güç dengesini kalıcı olarak değiştirdiğine dair çeşitli beyanlar dikkatleri çekerken, Rusya ve İran'ın elini güçlendirdiği görüşü aktarılıyor.
Nereden bakılırsa bakılsın, Suriye'nin yeni bir atmosfere gireceği sanılıyor.
Oysa, Suriye'nin yeniden "ayağa kalkması" belki de en fazla Türkiye'ye yarıyor.
Türkiye'nin "Suriye çıkmazı"ndaki rolü en az 7 yıldan beri büyük kayıplar veriyor.
Basit bir tespit, Türkiye'nin uğradığı veya uğrayacağı zarar-ziyanı hesap etmeye yetmiyor.
En azından, "altın yumurtlayan tavuk" gözüyle bakılan turizm sektörümüzün kayıplarını düşünmek ve endişeye düşmemek elden gelmiyor.
Cumhuriyetimizin 100. yılında yani 2023'te, 70 milyon turist ve 80 milyar dolar turizm geliri parolasıyla kutlamayı arzulayan Türkiye'nin bu hedefine doğru koşar adımlarla ilerlemesi gerekiyor.
Milyonlarca turistin, milyarlarca dolar getirdiği sektör, ziyaretçi sayısı göz önüne alındığında en hızlı büyüyen turizm destinasyonu oluşturuyor.
Böylesine olumlu bir sektörün de, özellikle "Suriye çıkmazı" ile tehlikeye sokulması, tedirginlik doğuruyor.
Suriye ile olan ilişkilerin gün geçirilmeden, iyileştirilmesi bir çok sahada kendini göstereceği bekleniyor.