Gerçekten bir acayip…
Öcalan posterleri, örgütsel döküman filan biraz garip olmuş tabii;
Makamda dev bir Atatürk portresi olmalıydı…
Hemen yanında özenle ütülenmiş saten bir Türk bayrağı…
Duvarlarda, tarihten bugüne Türk devletlerinin arma ve bayrakları ile Bilge Kağan, Mete Han, Attila, Alp Arslan, Dede Korkut, Hacı Bektaş Veli tasvirleri…
Bir adet "Ergenekon'dan çıkış" tablosu…
Giriş kapısının hemen karşısında, karşılama mevkiinde bir Diyap Ağa büstü…
Bilgisayarın içinde unutulmuş bir Mustafa Yıldızdoğan CD'si; İlham Gencer, "yeleli bozkurt" Barış Manço da olur…
Fonda "Gerilla Türküsü" çalıyor; Grup Orhun'dan!
Duvarlarda "bayrak kıyafetli" Müşerref Akay posterleri…
"Şehitlerimiz" köşesi; Korgeneral Hulusi Sayın, Tuğgeneral Bahtiyar Aydın, Tümgeneral Aydoğan Aydın, Kurmay Yarbay İlker Çelikcan, Binbaşı Arslan Kulaksız, Binbaşı Yavuz Başayar, Binbaşı Zafer Akkuş…
Başköşede şehit öğretmenler Neşe Alten, Aybike Yalçın, Necmettin Yılmaz…
Ve Âl-i İmran Suresi'nden bir ayet:
"Allah yolunda öldürülenleri sakın ölüler sanma! Bilakis onlar diridirler…"
Bakara'dan da olur;
"Allah yolunda öldürülenler için 'ölüler' demeyin. Hayır, onlar diridirler, fakat siz bilemezsiniz."
***
Sanırsın ki, aslında polis HDP Esenyurt İlçe Başkanlığı'nı bastığında böyle bir manzarayla karşı karşıya kalmalıydı da, tersi yaşandı.
HDP binasında Öcalan posteri bulunması, köpeğin insanı ısırması gibi bir şeyken; yani haber değeri bile yokken, öyle bir "Şok, şok, şok", "Flaş, flaş, flaş" havası var medya ve siyasetin iktidar mahallesinde.
Sanki, ilk defa böyle bir şeye şahit olunuyor gibi…
Sanki, Esenyurt İlçe Başkanlığı'nda yaşanan münferit bir skandal da HDP'nin diğer il ve ilçe başkanlıklarında, etkinliklerinde, belediyelerinde PKK'nın P'sine, Öcalan'ın Ö'süne rastlanmazmış gibi…
En trajikomiği;
Sanki, daha önce, HDP kongrelerine asılan dev Öcalan posterlerini, devletin polisi "izlemek" durumunda bırakılmamış gibi…
Sanki, bugün "suç unsuru" kabul edilen -ki, hukukun siyasi konjonktüre göre şekil değiştirmediği bir düzende öyle- o paçavralar, açılım nevruzlarında, adeta "kolluk korumasında(!)" dalgalandırılmamış gibi!
Sanki, HDP'nin "posterini bulundurmakla suçlandığı" İmralı'daki cani, AK Parti'ler tarafından hiç "Demokrasinin önünü açıyor" diye övgü yağmuruna tutulmamış, toplum, hatta şehit aileleri evlatlarının katili olan bu terör örgütü başıyla "helalleşme"ye zorlanmamış gibi…
***
İYİ Parti Genel Başkanı Meral Akşener "Bu Cumhur İttifakı gerçekten bir acayip" derken haksız mı şimdi;
"HDP binasında, Apo posteri bulunca şaşırıyorlar ama seçim zamanı mektubunu okutmaya gelince, dert etmiyorlar…"
Sabah yazarı Şebnem Bursalı, polisin, HDP Esenyurt İlçe Başkanlığı'nda "Öcalan posteri", "PKK propagandası niteliğinde yayınlar", "örgütsel döküman" bulduğunu gösteren fotoğraf için "Esenyurt HDP binasından çıkan o fotoğrafı kimse unutmasın ve aklını başına alsın" yazmış.
Madem ki Bursalı'nın "terör örgütleri"yle bir şekilde, herhangi bir ilişki, ilinti, temas gösteren veya buna yorulabilecek fotoğraflar konusunda böyle yerinde bir hassasiyeti var, gazetecilerin, işadamlarının, siyasilerin, ta ABD'ye kadar gidip, şimdi "terör örgütü" olarak nitelendirilen "FETÖ"nün başına yaptığı ziyaretleri belgeleyen fotoğrafları ne yapmamız gerektiği konusunda da bir fikri vardır muhakkak.
"FETÖ" o günlerde -en azından resmi olarak- henüz "terör örgütü" olarak tanımlanmadığından, ve "hizmet", "cemaat", "camia" vs. varsayıldığından, bu insanlara elbette "terörist" muamelesi yapacak halimiz yok ama en azından bir gaflet devrinin hazin hatıraları olarak "unutulmamaya" değer değil mi onlar da?
***
Mazallah belli mi olur, yarın öbür gün biri tutar yine "PKK'ya açılıyoruz", seçime "HDP'yle demokrasi ittifakı" yaparak giriyoruz filan demeye kalkar…
Sayın Bursalı'ya bu manada kesinlikle katılıyorum; tıpkı binlerce şehidin ay-yıldıza sarılı tabutları, ana-baba-eş-evlatlarının arkalarından döktükleri gözyaşları, kurulan pusular, taranan okullar, kaçırılan el kadar çocukların fotoğrafları gibi bu fotoğrafı da hiçbirimiz unutmayalım.
Peki, bu fotoğrafı ne yapalım?
Sırf birileri sahip olduğu makam ve mevkilerden onu bunu "FETÖ"cülükle suçlarken keyifleri kaçmasın, rahatları bozulmasın diye unutalım mı?
Yoksa bir ibret ve çifte standart vesikası olarak her fırsatta hatırlatalım mı?