Gerçek bir hukuk devletinde o ölüm hükümeti istifa ettirir

“Bu arada bir tanesi de kalp krizi geçirerek, şu anda kimliğini bilmiyorum; üzerinde de fazla durmak istemiyorum, kalp krizi neticesinde öldüğü söyleniyor.”

***

Yukarıdaki sözlerden ne anlıyorsunuz?
Bir kişinin öldüğünü...
Ölüm nedeninin kalp krizi olduğunu...
Ölen o kişinin kimliğinin, bu sözleri söyleyen kişi tarafından bilinmediğini...
Ve bu ölümün, üzerinde durulacak kadar önemli olmadığını!

***


Yukarıdaki sözleri söyleyen kişi bu ülkenin Başbakanı!
Peki, kimden söz ediyor?
Önceki gün Hopa’da partisini protesto ederken hayatını kaybeden emekli öğretmen Metin Lokumcu’dan...
Lokumcu, neden ölmüş?
Adli Tıp’ın ilk raporuna göre, biber gazının tetiklediği kalp krizinden...
Kim sıkmış biber
gazını?
AKP’nin Hopa’da yapacağı mitingi protesto edenleri püskürtmek isteyen polis...
Bu ülkede polis kime bağlı?
İçişleri Bakanlığı’na, yani hükümete!
İyi de bu durumda Başbakan’ın, ölen o vatandaşı aşağılayacağına, kendisine bağlı teşkilattan hesap sorması gerekmez mi?
Gerekirdi... Eğer ölen vatandaş AKP’li olsa Başbakan bunu fazlasıyla yapardı... Ama unutmayın ölen bir “komünist...”
O yüzden ölse ne olur, ölmese ne olur!
Gerçek hukuk devletlerinde, tek bir vatandaşın bile bu şekilde ölmesi, hükümetin istifa etmesiyle sonuçlanır.
Bizde ise bırakın istifayı; bu iktidarın başı, dün İstanbul Haliç Kongre Merkezi’nde “Türkiye: Hazır Hedef 2023” adlı toplantıda konuşuyor ve “Bu arada bir tanesi de kalp krizi geçirerek ölüyor. Üzerinde fazla durmak istemiyorum” diyebiliyor!
Ölen kişinin; yıllarını bu ülkenin çocuklarını eğitmeye adamış bir eğitim neferi olduğunu bir kenara bırakın...
Sadece “insan” olması bile; “önemsenmesini” gerektirmez mi?
Bir siyasetçi; nasıl olur da sırf kendisi gibi düşünmüyor diye, bir vatandaşının polis tarafından öldürülmesi hakkında, böyle bir cümle kurabilir?
Ve nasıl olabilir ki; konuşmasının çok değil iki paragraf sonrasında, “düşünce özgürlüğünün havariliğine” soyunabilir?
Aynı gösteride bir polisin ağır yaralanması ve komaya girmesi ne kadar üzücüyse ve sorumlularının mutlaka bulunup cezalandırılması gerekiyorsa...
Bir göstericinin ölmesi de o kadar üzücü değil mi?
Ve Başbakan’ın, bu ölümün sorumlularının da bulunup yargı önüne çıkarılacaklarına söz vermesi gerekmez mi?

***

Kısacası... Ölen birinin, hele hele yönetmeye talip olduğunuz bir vatandaşınızın arkasından “Üzerinde fazla durmak istemiyorum” diyorsanız...
Bu, garip bir durumdur!
Bu duruma düşen bir insanın; bütün hırslarından, işinden, gücünden sıyrılıp, artık kendisine zaman ayırmasının vakti gelmiş demektir!
Mustafa Mutlu / Vatan

+++

Taviz terör ve yine taviz...

CHP’nin demokratik açılımlarını ilgi ile izliyoruz... Pek çoğunu yerinde buluyoruz... Ancak bir nokta var ki... Takılmadan geçmek olası değil...
Profesör Süheyl Batum’un açıkladığı yeni Anayasa vizyonu, “dine, ırka ya da etnik kökene gönderme yapmayan”, daha somut ifade edersek, “Türk” sözcüğünün çıkarılıp yerini “Türkiye Cumhuriyeti Halkı” nın alacağı bir yurttaşlık anlayışını öngörüyormuş.
Peki, daha düne kadar BDP başta olmak üzere birtakım çevreler Anayasa’dan Türk sözcüğünün çıkarılmasını isterken CHP ne diyordu? Şunu:
“Anayasa’daki Türk sözcüğü ırk anlamında değildir. ’Etnik kimliği ne olursa olsun Türkiye’de yaşayan herkese Türk halkı denir’anlamındadır. Nitekim Atatürk, ’Ne mutlu Türk olana” dememiş, ’Ne mutlu Türküm diyene’demiştir. Anayasa da ’Türk Devletine vatandaşlık bağı ile bağlı olan herkes Türktür’demektedir. Türk sözcüğü ırkın değil vatandaşlığın adıdır
Öyle anlaşılıyor ki “Yeni anayasa vizyonu” yla “Yeni CHP” artık yukarıda özetlediğimiz görüşten vazgeçmiş, Anayasa’daki Türk sözcüğü ırk anlamında kullanılıyor, diyenlerle aynı çizgiye gelmiştir.
Hayırlı olsun! Diyelim ve hemen soralım.
- CHP’nin bu ’Kürt açılımı’terör sorununu çözecek, PKK’yı dağdan indirecek, demokratik özerklik isteyenleri tatmin edecek midir?
Hiç sanmıyoruz. Çünkü tavizler sorunu çözseydi şimdiye kadar verilenler çözerdi. 30 yıldır görüldü ki her verilen taviz yeni taviz taleplerine yol açıyor. Tavize direnirseniz teröre başvuruluyor... Taviz/ terör/ taviz kısır döngüsü sürüyor.
Melih Aşık / Milliyet

+++

Bir eşik daha geçildi

Özel yetkili gazetecilik(!)

’Bir tek türkümüz var, o da Kardeşlik türküsü’diye başlıyor söze MHP Lideri Devlet Bahçeli.
’Kimse bizi bu türküden vazgeçiremez’diyerek başladı anlatmaya.
Özellikle son zamanlarda MHP üzerinde son derece çirkin oyunlar oynandığını ısrarla sık sık tekrarlayan Bahçeli dedi ki:
’Özel yetkili savcılar ürettiler...
Özel yetkili polisler türettiler...
Şimdi de özel yetkili gazeteciler yaratıyorlar.’
Metin Özkan / Güneş

+++

Üçüncü sınıf futbolcu kimliğiyle siyaset buraya kadar...

“Trabzonspor ile aramıza ne yapmak istediler?.. Girmek istediler...
Ee bizim damat Trabzonsporlu...”
“Yaşaaaa...”
“Hanım Beşiktaşlı...”
“Bravoooo...”
“Dünür Samsunspor...”
“Nurooolll...”
“Enişte Pendikspor, yenge Siirtspor, dayı Manisaspor, amca oğlu Antalyaspor, yeğen Karagümrükspor, gelin Konyaspor, amcazade Gaziantepspor, cicianne Tokatspor... ”
“Yaşaaaaa...”
“Kayınvalidem?...”
“........?”
“Dardanelspor...”
“Bravoooo....”

*


“Kimin de kimin takımıymış bu takım?..”
“Sizinnnn...”
“Hah... Ne yapacağım ben şimdi Trabzonsporlu olarak?..”
“Gol atacaksınnn...”
“Hayır, stat yapacağız bir nevi...” Aslında üçüncü sınıf futbolcu kimliğini siyasete uyarlıyor. Sıkışınca tekme atıyor, çelme takıyor, sinir bozuyor, olmadı bel altına vuruyor, rakibin şortunu indiriyor... Küfrediyor...
Tek oyuncu kendisi; forvet, defans, orta saha, golcü ve kaleci. Aynı zamanda hakem... Topu kaptırınca mağduru oynuyor, sakatlandı numarası yapıyor, yerlerde kıvranıyor, sedye geliyor, doktor yetişiyor...
Bekir Coşkun / Cumhuriyet

+++

Abra kadabra; şapkadan “devlet” çıksa

Hokus pokus... Seçmen sayısı 10 milyon arttı.
Velev ki, yedik.
Alt tarafı üç tane evraka doğru dürüst bakmayı beceremeyip, memleketi birbirine sokan Yüksek Seçim Kurulu, “noksanlık, fazlalık” olmadığını söyledi.
Velev ki, güvendik.
Seçmen sayısında “fazlalık” olmadığını söyleyen Yüksek Seçim Kurulu, oy pusulası bastırdı, 12 trilyon liraya...Hooop, ne sihirdir ne keramet, aha işte marifet, “noksan”laşıverdi 1 trilyona!
Velev ki, uyanmadık.
Oy pusulasını “anca 12 trilyona basarım” diyen firmayla, “olsun canım 1 trilyona da basarım” diyen firma, aynı firma... “Vatan, millet, demokrasi sevgimizle fiyatımızı indirdik” dedi.
Velev ki, ikna olduk.
Velev ki...
Biri izah eder diye soruyorum:
Seçmen sayısı 52 milyonsa eğer, neden 69 milyon oy pusulası basıldı ve dağıtıldı?
Yırtık olur, bozuk olur, 1 milyon yedek bastırdın, hadi bol bol diyelim, 5 milyon yedek bastırdın... Seçmen sayısından “17 milyon fazla” oy pusulasının anlamı nedir? “Ay ben heyecandan yanlış oy attım, yedek oy pusulası rica edebilir miyim” diyen var mı aranızda?
Yedek oy pusulası kullanma imkânı varsa, neden, orasına burasına mürekkep bulaşmış diye, milyonlarca oy geçersiz sayılıyor?
Neden bulaşanlara yedeği verilmiyor? Bulaşıp bulaşmadığını sandık açıldıktan sonra görebiliyorsan... Yedeklemenin manası ne? Oy pusulası dediğin, alt tarafı kâğıt parçası, ne filigranı var, ne barkodu...
Niye yok?
Velev ki...
Oy pusulası buldun, x partisine evet’i bastın, arkasına da patates mührü vurdun, zarflayıp, tutuşturdun garibanın eline, “koy bunu cebine, git sandığa at, sana verilen oy pusulasını bana getir, makarnayı bulguru veya çeyrek altını kap” dedin... Kim fark edebilir? İstediğin kadar parti denetçisi görevlendir, üst araması yapılıyor mu sandık başında?
Sizce niye yapılmıyor?
Oy sayısı 52 milyon.
Oy pusulası 69 milyon.
Nerde bu devlet’i boşverin artık... Nerde bu millet?
Yılmaz Özdil / Hürriyet

+++

İmralı’daki caniyle görüşen heyette kimler var!

Artık hepimiz “resmen” biliyoruz ki Kürt sorununun çözümünde en kilit isim, ömür boyu ağır hapis cezasını İmralı Adası’nda çekmekte olan PKK’nın lideri Abdullah Öcalan. Bölgede ve genelde bilinen lakabıyla Apo.
Kronolojik olarak baktığımızda bu bilgiye “resmen” ulaşmak için hayli zaman yitirdik aslında.
Başbakan önce İmralı’da bazı görüşmeler yapıldığını yalanladı. Hatta öyle ki “İmralı ile görüşmeler yaptığımızı söyleyip de bunu ispat etmeyenler alçaktır” dedi.
Ama hemen ardından “Bizden daha önce görüşüyorlardı” açıklamasıyla yumuşak bir geçiş yapmaya çalıştı, sonunda da “Biz görüşmüyoruz, devlet görüşüyor” dedi.
Doğaldır, kafalar karışıyor; “hükümet görüşmüyor ama devlet görüşüyor” acaba ne anlama gelir?
Başbakan’ın bu konuda olmayacak beyanlarda bulunmasını, içine düştüğü sıkıntılı duruma bağlamak hiç olmazsa vicdani bir tavır olacaktır, geçelim.
Diyelim ki, Apo ile hükümet değil de devlet görüşüyor...
İyi güzel de bu “devlet içinde” kimler var acaba?
Kaç kişiler?
Mevcut görevleri ne?
Apo ile hangi konuları görüşüyorlar?
Aldıkları bilgi ve izlenimleri kime, hangi yollarla veriyorlar?
Karşı teklif götürürken kimden onay alıyorlar?
Bunların hiçbirini kamuoyu bilmiyor.
Bilinen tek şey “devletin” Apo ile görüştüğü.
Oysa, işin Apo tarafından bakıldığında çok daha farklı bir durum çıkıyor ortaya.
Çünkü Apo da “devlet” heyetinin kimliğini söylemiyor ama çok daha ilginç şeyler anlatıyor.
Örneğin “Bu heyetin sorunu çözecek güçte olduğuna inanıyorum” dedi geçen hafta.
“Heyetin hükümetin bile üstünde olduğunu” ima etti.
İşte kafa karıştıran nokta bu. Apo “Hükümetten bile güçlü” iması yaptığına göre, acaba bu “devlet” heyetinin içinde yabancılar da mı var?
Can Ataklı / Vatan

+++

İtiraf etti

Sokaklardaki gerilimin gerçek
sorumluları hepimiziz.
Eğer seçimlerin rahat geçmesini
istiyorsak, hep birlikte artık frene
basmalıyız...
Mehmet Alİ Birand / Posta

Yazarın Diğer Yazıları